29. İKSV İstanbul Tiyatro Festivali – Biz Kimiz? (2025): “Kırılganlığın Ritüeli, Direnişin Dansı”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Yaşam Kaya

İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) 29. İstanbul Tiyatro Festivali, her zamanki gibi dünyanın dört bir yanından gelen cesur sesleri Zorlu PSM’nin sahnelerine taşıdı. 2025’in bu canlı, nabzı atan edisyonunda, Fransız-Katalan topluluk Baro d’evel’in “Biz Kimiz?” (orijinal adıyla Qui som?) adlı yapımı, festivalin en çarpıcı sürprizlerinden biri olarak damgasını vurdu. Camille Decourtye ve Blaï Mateu Trias’ın imzasını taşıyan bu performans, dans, sirk, tiyatro, müzik ve seramiğin ustalıkla örülmüş bir dokusunu sunarak, izleyiciyi bir ekolojik seremoniye davet ediyor. Yaklaşık 100 dakikalık kesintisiz bir akışta, seyircilere hitap eden eser, İstanbul’un kozmopolit enerjisine tam anlamıyla uyum sağlayarak, sahnedeki her anı bir büyüme ânına dönüştürüyor. Festivalin genel temasına –beden, ritüel ve direniş– cuk diye oturan bu oyun, sadece bir gösteri değil, adeta kolektif bir meditasyon gibi işliyor.

Oyunun kalbi, “Kazanan biziz. Şimdi neyi değiştireceğiz?” sorusu etrafında atıyor. Felaketin izleriyle çevrili bir dünyada, yıkıntıların ortasında yeni bir hikâye uydurmak mümkün mü? Baro d’evel, bu soruya yanıt ararken, topluluğun kurucuları Decourtye ve Trias’ı merkeze alıyor; onlar, dansçıları, akrobatları, müzisyenleri, seramikçileri ve clown’ları bir araya getirerek, bireysel kimlikten kolektif belleğe uzanan bir yolculuk tasarlıyor. Ekip, Lucia Bocanegra’dan Rito Carmo Martins’e, Alima Hamel’den Guillermo Weickert’e kadar geniş bir kadroyu sahneye yayıyor –her biri, sanki bir kabile ritüelinde gibi, bedenlerini ve seslerini bir enstrüman haline getiriyor. Hikâye, lineer bir anlatıdan ziyade, katmanlı bir rüya gibi ilerliyor: Uyum ve kaos iç içe, umut karamsarlıkla dans ediyor, rüya gerçekliğin eşiğinde titriyor. Spoiler vermeden söylemem gerekirse, eser bir üçlemenin ilk halkası; “Biz kimiz?” sorusunu ekip işiyle, “Ben kimim?“i maddeyle, “Neredeyiz?“i ise seramik bir yerleştirmeyle pekiştirerek, izleyiciyi kendi varoluşuna dair sorgulamalara sürüklüyor.

Performans açısından, “Biz Kimiz?” bir görsel ve duyusal şölen. Sahne tasarımcısı Lluc Castells’in elinden çıkan dekor ve kostümler, plastiğin ileri dönüştürülmüş halleriyle –kırık parçalar, erimiş formlar– ekolojik bir manifesto gibi duruyor. Seramik unsurlar, Thomas Pachoud’un tasarımıyla, Sébastien De Groot ve Benjamin Porcedda’nın ellerinde hayat buluyor; kilin ham, organik dokusu, sahnedeki her dokunuşta bir metafor haline geliyor. Işıklar –María de la Cámara ve Gabriel Paré’nin imzasıyla– gölgeleri birer hikâye anlatıcısı yapıyor; Fanny Thollot’un ses tasarımı ise, Pierre-François Dufour’un müziğiyle birleşerek, perküsyon ritimlerini bir nabız gibi hissettiriyor. Akrobasi sahneleri baş döndürücü: Vücutlar havada asılı kalırken, clown unsurları –Decourtye ve Trias’ın şamanvari figürleri– mizahı trajediye karıştırıyor. Ekip, doğaçlamaya açık bir dramaturjiyle çalışıyor; Barbara Métais-Chastanier’in dramaturjisi, metni katı bir çerçeveden kurtararak, her temsili benzersiz kılıyor. İstanbul gösteriminde, topluluk mekâna özel dokunuşlar eklemiş –Zorlu PSM’nin akustiğini, sanki bir orman yankısı gibi kullanmışlar– ki bu, eserin evrensel ama yerelleşebilir ruhunu pekiştiriyor.

Oyunculara gelince, kadro bir bütün olarak parlıyor; bireysel spotlar yerine, kolektif bir akış hâkim. Decourtye’nin kırılgan ama kararlı clown’ı, Trias’ın akrobatik enerjisiyle dengeleniyor; Rita Mateu Decourtye ve Marti Soler gibi isimler, dans sahnelerinde bedeni bir şiir gibi yoğuruyor. Dimitri Jourde ve Julian Sicard’ın müzikal müdahaleleri, eseri bir konser havasına büründürürken, Voleak Ung’un sessiz varlığı, sessizliğin gücünü hatırlatıyor. Bu ensemble çalışması, Baro d’evel’in imzası: Farklı disiplinlerden gelen sanatçılar –zanaatkârlar, hayvanlar bile geçmiş projelerde yer almış– risk almayı seven bir aile gibi işliyor. Ancak, bu bolluk bazen izleyiciyi yorabiliyor; sahneler o kadar hızlı akıyor ki, bir anlık dağılma bile kaçırılabiliyor. Yine de, bu tempo, eserin temasına hizmet ediyor: Hayatın kaosu gibi, dur durak bilmeden ilerliyor.

Temelinde, “Biz Kimiz?” ekolojiyi, kimliği ve toplumsallığı sorgulayan bir manifesto. Çöküş sonrası bir toplumun portresini çizerken, umutsuzluğa teslim olmadan direnişi kutluyor –doğa yürüyüşleri, hasat ritüelleri, ateş etrafı kutlamaları gibi deneyimler, sahneye sızmış. Şaman ve clown atölyelerinden doğan bu ritüel, Batı tiyatrosunun entelektüel katmanlarını Doğu mistisizmiyle harmanlıyor; İstanbul izleyicisine, kendi kültürel hafızasından parçalar çağrıştırıyor. Eser, bireyin kırılganlığını kolektif bir büyüyle onarıyor: “Kazandık, ama şimdi?” sorusu, iklim krizi çağında yankılanıyor. Eleştirel bir gözle bakarsak, yapımın gücü, disiplinlerin füzyonunda yatıyor –sirk unsurları tiyatroyu hafifletirken, seramik dokunuşlar derinlik katıyor. Zayıf yanı ise, belki de bu zenginlikten: Bazen metaforlar o kadar katmanlı ki, yüzeysel bir okuma yapan izleyiciyi dışarıda bırakabiliyor. Yine de, festival bağlamında, bu bir zaaf değil, meydan okuma; seyirciyi pasiflikten kurtarıyor.

Sonuç olarak, “Biz Kimiz?” 29. İstanbul Tiyatro Festivali’nin ruhunu yansıtan bir mücevher: Risk alan, sınırları zorlayan, izleyiciyi dönüştüren. Baro d’evel, sahnede bir seremoni kurarak, bizi kendi yıkıntılarımızdan yeni bir hikâye uydurmaya çağırıyor. Eğer festivali kaçırdıysanız, bir sonraki temsili bekleyin –ya da daha iyisi, kendi ritüelinizi yaratın. Bu oyun, sadece alkışlanmak için değil, değişim için var. Beş yıldızlı bir deneyim; tiyatro severlerin, dans tutkunu olsun olmasın, hafızasına kazınacak.

Life Art Sanat

yasam.kaya@gmail.com

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Yaşam Kaya

Yanıtla