Dikmen Gürün
Geçtiğimiz ay açılan ve de Ocak 2026 sonuna kadar devam edecek olan “Tiyatro Hazinemizden” sergisi gerçekten de bir hazine sanki… Tophane’de; Osman Kavala ve eşi Ayşe Buğra Kavala’ya ait olan Depo İstanbul’da bizleri sadece Behzat Butak ya da Ergun Köknar değil, Suna Pekuysal’dan Genco Erkal’a, ilk kadın Hamlet’lerimiz Siranuş Hanım ya da Nur Sabuncu’dan Ayla Algan’a kendinden emin duruşlar, bakışlar karşılıyor… Attilla Alpöge ekranda ‘Genç Oyuncular’ı anlatıyor… Mektuplar, afişler, dergiler, fotoğraflar, oyun metinleri iki kata yayılmış… Belli aralıklarla sanatçıların katılımlarıyla düzenlenen etkinlikler ise ayrı bir boyut katıyor Tiyatro Hazinemize…
Serginin tanıtım yazısında da belirtildiği gibi, “ülkemizin çok katmanlı, çok kültürlü, çok dilli bir tiyatro geçmişi var ancak bu değerli kültür mirasının arşivini bir arada tutacak, onu zenginleştirecek, toplumla paylaşacak ve yarına bırakacak bir müzesi yoktur.” Evet, bu noktadan hareketle, Türkiye Tiyatro Vakfı (TTV) kurucusu Esen Çamurdan’la konuşuyoruz Depo’nun aydınlık atmosferinde…

Türkiye Tiyatro Vakfı (TTV) ve de Vakıf bünyesinde kurmayı amaçladığın Tiyatro Müzesi için uzun yıllardır inanılmaz bir uğraş veriyorsun. Hatta ben 2010 Avrupa Kültür Başkenti (AKB) Sahne ve Gösteri Sanatları Bölümünde Tiyatro’dan sorumlu olarak çalışırken de bu projeyi çok istedik hayata geçirmek ama sonu maalesef düş kırıklığı oldu! Detaya girmiyorum… Ama, pes etmedin ve kaç yıldır direniyorsun bu alanda. Sence neden bir tiyatro müzesinin olumlu katkıları sürekli yadsınıyor bu ülkede?
Madem hatırlattın onunla başlayayım: AKB’nin Türkiye Tiyatro Müzesi projemi kabul etmemesi içimi acıtmıştır her zaman. Düşünebiliyor musun, aradan geçen on beş yılda ne çok tiyatrocuyu kaybettik ve nasıl bir tiyatro kültür mirası yok oldu? Müze kurulmuş olsaydı eğer nasıl da zengin koleksiyonlarımız olurdu, böyle yoksun ve yoksul kalmazdık…
Bir tiyatro müzesinin olumlu katkıları tiyatro kültür mirasını korumakla sınırlı değildir, toplumda farkındalık yaratmaktır, toplumsal belleği canlı tutmaktır. Öte yandan tiyatro kültür mirasına sahip çıkmak ortak yaşam kültürümüzü korumak adına da büyük önem taşır çünkü müze bireylerin yan yana geldiği, ortak değerleri birlikte izlediği, paylaştığı bir alan sunar aynı zamanda, toplumu kültürle, sanatla buluşturup barıştırırken toplumsal diyaloğa, adalete de katkı sağlar. Ülkedeki kültür-sanat politikasını belirleyen yetkililer bu bilinçte olmayınca toplum da geri kalıyor doğal olarak.
TTV olarak zengin bir arşiviniz var ama bu arşivi insanların bilgisine, yararına açacak mekan yok. Bu mekanı oluşturacak, geliştirecek sponsorlar yok. Her şeye karşın geçtiğimiz günlerde Depo İstanbul’da çok güzel bir sergi açtınız: Tiyatro Hazinemizden. Bu bağlamda, değerli Osman Kavala ve Ayşe Buğra Kavala’nın katkılarından da ayrıca söz etmeni isterim…
Ayşe Buğra Kavala ile Osman Kavala bize mekânlarını açmamış olsalardı bu sergi kesinlikle gerçekleşemezdi. Bugüne dek hiçbir kurumun ve/veya özel kuruluşun yapmadığını yaptılar, bize güvendiler ve koşulsuz olarak Depo’yu hizmetimize sundular. Daha önce de benzer bir davranışta bulunmuşlar, Osman Kavala’nın ekonomik olarak zor durumda olan Hagop Ayvaz’ı desteklemek için satın aldığı ve “Kulis: Bir Tiyatro Belleği, Hagop Ayvaz” sergisinde kullanılan fotoğrafları vakfımıza bağışlamışlardı. Kavalalar böyle insanlar işte… Bu arada, şunu da belirtmek isterim; Sivil Toplumu Destek Vakfı ve Türkiye Mozaik Foundation’dan da bir fon aldık geçen yıl, ama aradan geçen zaman içinde bize verilen tutar maalesef kuşa döndü. Başka destek de bulamadık.
Sergiyi 5.5 yıldır birlikte çalıştığın iki gönüllü Aylin Erkan ve Ceren Uyan ile kotardığını söylüyorsun. Sera Dink ise tasarımı yaptı. Bu saydığın isimler dışında yine genç gönüllü bir ekip var bu işe inanan ve sana elveren. Gerçekten inanılmaz bir özveri söz konusu. En az 1.5 yıldır bu sergi üstüne çalıştığını ben biliyorum. Sergideki zenginlik ayrı bir olay… Her şeyden önce yerel yönetimlerin bu işin üstüne eğilmesi gerekmez mi? Kültür Bakanlığı’nın görevlerinden biri de bu değimlidir? Kentin, kentlerin kültür damarlarını beslemek? İstanbul gibi bir şehirde bir tiyatro müzesinin olmaması, bu işe soyunmuş bir tiyatro insanının ise destek görememesi düşündürücü.
Durum düşündürücü olmanın ötesinde son derece üzücü. Gerçekten de yerel yönetimin, Kültür Bakanlığının yapması gereken, “yükümlülüğünde olan” işi biz tek başımıza yapıyoruz, hele “yerli” ve “millî” sözcüklerinin dillerden düşmediği şu dönemde. Ne yazık ki durum böyle, her şey “mış gibi” yapılıyor. Biraz önce söylediğim gibi bu bir kültür sorunu, en başta da bizi yönetenlerin sorunu, onlara göbekten bağlı olanlar da ayrı sorun… Günümüzde müzelerin, özellikle bizimki gibi çok kültürlü toplumlarda, toplumsal ve kültürel kurumlar olarak işlev gördükleri, dahası, yerel ve evrensel kültürlerarası etkileşim alanları yarattıkları akıllarından bile geçmiyor.
Bu durumun çok vahim bir sonucu da, ortada bir müze yani kurumsallaşmış, tam donanımlı bir bina olmadığından kimi büyük arşiv bağışlarını almak güçleşiyor, insanlar bir kurum görmek istiyorlar karşılarında, bunu daha güvenceli buluyorlar.
Vakfı ve müzeyi içinde barındıracak bir bina elbette ki kurumsallaşmanın ön şartı. Peki nasıl olabilecek bu? Avrupa Birliği fonları üzerinde araştırma yapıyor musunuz?
Vakfı ve müzeyi içinde barındıracak bir bina için Avrupa Birliği fonlarına arada bir bakıyoruz ama bulduğumuz tek tük fon da tam donanımlı bir yapılanma ve bütçe gerektiriyor, mimarıyla, mühendisiyle vb. Bu da bizi çok aşıyor. Hatta böyle büyük işlere bakan ve bizi destekleyen bir arkadaş var ama onunla da çalışamıyoruz çünkü ücretini ödeyemeyiz.
Nasıl mı olabilecek bu? Nasılını bilemiyorum ama olacak. Yürekten inanıyorum buna, inanmazsam maddi ve manevi olarak bu kadar kendimi vermezdim. İşin daha da tuhafı, başta genç gönüllülerim olmak üzere yakın çevremde de benim gibi birçok inanan var, nedenini bilmiyoruz, onlara “Boşverin,” diyorum, “inancın mantığı yoktur zaten!”.
