Yılmaz Okumuş ile Röportaj (Laz Marks: Marx ya Trabzon’da doğsaydı!)

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Cansu Fırıncı

Mizahımızın önemli isimlerinden birisi olan, Laz Kapital’in yaratıcısı Yılmaz Okumuş ile Laz Kapital’in 2. cildinin yayımlanması üzerine zevkli bir röportaj gerçekleştirdik. Okurlarıma hem Laz Kapital’in iki cildini de okumalarını hem de kitaptan sahneye uyarlanan Laz Marks oyununu izlemelerini öneriyorum. Laz Marks’ı oynayan Haldun Açıksözlü gerici belediyelerce, tutucu valilerce engellene, polislerce sorgulana, mahkemelerce yargılanadursun, biz Trabzonlu Marx’ı daha yakından tanıyalım.

Sevgili Yılmaz Okumuş, Marx’tan “komik” çıkarma fikri nasıl oluştu sizde?

Marx’tan komik çıkarma fikriyle çıkmadım aslında yola. Bu tamamen benim Das Kapital’e giriş hikâyemdir. Gençlik yıllarımda birkaç Marksist klasik okuduktan sonra sıra Kapital’e geldi diye düşünmüştüm. Daha giriş bölümünde takılıp kaldığımı itiraf etmeliyim. Bir felsefe kitabında bilmediğiniz kelime sayısı 8-10 ise kapitalde bu herhalde 20’ye çıkıyor. Sonra sözlükler, başka kitaplar derken oldukça meşakkatli bir çalışmanın içine girdiğimi anımsıyorum. Bir süre sonra henüz erken olduğuna karar vermiştim bile Kapital için.

Aradan yıllar geçtikten sonra, artık senaryo yazmaya başladığım dönemlerde yeniden döndüm Das Kapital’e. Sürekli okuyorum, arkadaşlarla da paylaşıyorum, artık ben mi yakaladım ses benzerliğini yoksa bir arkadaşım espri yaptı da o mu kulağımda kaldı bilemiyorum, kendi kendime mırıldanmaya başladım: Das Kapital-Laz Kapital. Sonra da bilgisayarıma aynı isimle bir dosya açtım. Ve bir soru attım ortaya: Marks Trabzon’da doğsaydı ne olurdu?

Bu Trabzonlu, Karadenizli ve yeniden kurgulanmış bir Marks olacaktı kuşkusuz.

Karl Marx’ın düşüncelerinin özünü hiç çarpıtmadan, ayaklarını Karadeniz’e basan, metanın değişim ve kullanım değerini, kapitalizmi ve emperyalizmi, bölgeye ait semboller olan hamsi, Trabzonspor, Fadime, kemençe ile anlatan bir Marx böylece doğdu.

Karadenizliler ülkemizin nev-i şahsına münhasır olarak bilinen insanları, genellikle de fıkralarıyla anılıyorlar. Neden Marx ile başka bir bölge halkı ile değil de Karadenizliler arasında bir ilişki kurdunuz?

Bunun tek cevabı benim Rize Pazar doğumlu birisi olarak bölgeyi, bölgenin insanını, kültürünü çok iyi tanıyor olmamdır. Tepkilerini, esprilerini, dillerini yaşayarak öğrendim. Benim de parçası olduğum bir kültür. Yoksa Diyarbakırlı olmaması için de hiçbir neden yok. Bugün bir Kürt Marx’a ihtiyaç olduğunu düşünsem ve bunu yazmak istesem hemen o bölgeye yerleşirim. O insanları elbette tanıyorum, sorunlarına duyarlıyım, gündemlerini takip ediyorum ama İsmail Beşikçi gibi kitap da yazamam. Her şeyleriyle tanıyacak kadar yakın olmam gerekir ki mizah çıkarabileyim.

Şunu söyleyebilirim hem kitabı okuyan hem de oyunu izleyen insanlarda Marx’a dair bir ilgi uyanıyor. Bu anlamda geri dönüşler alıyorum. 300-500 kişiyi Das Kapital’e yönlendirmişimdir. Bu da Laz Kapital’in amacına hizmet ettiğini gösteriyor.

Laz Kapital’i okuyanlar ya da Laz Marks’ı izleyenler Kapital’e ve Marx’a ilgi gösteriyorlar yani?

Marx’ı hiç tanımayanlar da var içlerinde. Bir biçimde ilgisini çekmeyi başarmışım. Sorduğumda hiçbir bilgileri olmadıklarını anlıyorum. Hayatını mücadeleye adamış, bunun çilesini çekmiş olanlar da alıp okuyor kitabı, oyuna gidip izliyor. Bu kitap için tıpkı Mimar Sinan’ın söylediği gibi, benim olgunluk eserim diyebilirim. Lenin’in bir sözü vardır hani “Gerçekleri bıkmadan, yüz kere bin kere, tekrar tekrar söyleyeceğiz” diye. İşte bu kitap ve oyun da bu söyleme biçimlerinden birisi. “Çeşitli kereler, türlü biçimlerde ifade ettim ama anlamadılar.” diye bir lüksümüz yok. O zaman bir kez daha söyle… Yeni bir dil bul… Ne yapıp edip kitlelere ulaş. Tekrar tekrar, farklı biçimlerde, deneye yanıla yeniden söylemek gerekiyor.

Das Kapital’in siyasete hiç ilgi duymamış, Marx’ı hiç tanımayan insanlara bile bir şeyleri anlatabilmesi beni mutlu ediyor.

Peki, Marx’la Laz Marks bugün karşı karşıya gelseler neler konuşurlardı acaba?

Laz Marks’tan bağımsız olarak Karl Marx’ın mizahı bulup çıkaran üst düzey bir zekâsı olduğunu zaten biliyordum. Kitaplarını okuduğunuz zaman bunu çok rahatlıkla görüyorsunuz.

Laz Marks, Marx’tan farklı olarak bir Karadenizli olduğu için tez canlı ve sinirli bir karakter. Argoyu çok sık kullanıyor hatta işi küfürün sınırına kadar vardırıyor. “İnsanı teoriden çıkartmayın” diyor çok sinirlenince.

Laz Marks’ın gittiği Yalı Kıraathanesi’ni de tam bir Türkiye minyatürü olarak kurguladım. Emekçi, komprador, aydın her kesimden insan girip çıkıyor buraya.

Marx, Çernişevski’nin “Nasıl Yapmalı”sını okumuş ve “bu adam Kapital’e girişteki tezlerimden bahsediyor bu kitapta” demiş. Hiç karşılaşamamışlar. Belki de bugünkü ulaşım imkânları olsaydı Marks atlayıp gidecekti Çernişevski’yi görmeye, konuşmaya.

İşte Marx, Laz Marks’ın Yalı Kıraathanesi’nde yaptığı sohbetleri duysa, verdiği cevapları öğrense bir biçimde, hemen atlar ve onunla tanışmaya gelirdi bence. Karşılaştıklarında önce burnuna bakardı sonra da tadına doyulmaz sohbetler ederlerdi gibime geliyor.

İlk kitap bir Laz’ın ağzından hiçbir siyasi bilgisi olmayan insanların da anlayabileceği şekilde Das Kapital’in anlatılması üzerine kuruluydu. Peki, serinin ikinci kitabının ilkinden farkı nedir? Neden bir ikinci cilt yazma gereksinimi duydunuz?

Das Kapital 1. cildi ile Das Kapital’in 2. cildi ve Marx’ın yol arkadaşı Engels tarafından tamamlanarak yayımlanan 3. cildi ile benim Laz Kapital çalışmam arasında bir paralellik kurdum. Daha ilk cildi yazmaya başladığımda buna karar vermiştim. Gücüm yeter mi, başarılı olur muyum, nasıl algılanır gibi sorular vardı tabii kafamda. İkinci cilt de yayımlandı. Üçüncüyü de hazırlayacağım. İkinci kitap benim kararımla belirlenmedi aslına bakarsanız. Dönem dönem Leman, Yeni Harman, Birgün, sol.org.tr gibi yayın organlarında periyodik olarak yayımlandı yazılarım. İnsanlar okuyor eğleniyorlar, gülüyorlardı. İnteraktif bir oyun gibi olmaya başladı okurla aramdaki ilişki. Beni görünce ya da internet aracılığıyla Laz Marks şuna ne diyor, buna ne diyor, hükümetin bu uygulamasına tutumu ne gibi sorular sormaya başladılar. Laz Marks’tan Kapital’i anlatmasının dışında güncel olaylara dair de yorumda bulunması, müdahale etmesi bekleniyordu kısacası. Seçim yatırımı olarak dağıtılan kömürlerden, duble yollara, yolsuzluk davalarına kadar pek çok güncel başlıkta gelen okur sorularını yanıtlıyorum bu nedenle ikinci kitapta. Bu tabii zaman zaman metaya, değişim değerine değinmeme, kimi kavramları açıklamama da engel olmuyor. İkinci kitabın ilkinden farkı, sanki okurlarla birlikte karar verilmiş olan, bugüne müdahil olması…

Laz Kapital’den Laz Marks’ın sahneye çıkma macerası nasıl gerçekleşti?

Kitabın yayınlanmasının üzerinden bir sene kadar geçmişti. Bir telefon aldım Haldun Açıksözlü’den, kitabımı okumuş ve çok beğenmişti. O da Rizeli olduğu için ayrıca etkilenmişti kitaptan. Anlatılanlar kitapta kalmasın sahneye de çıksın, ne dersin dedi. Aslında bu aklımda vardı ama henüz harekete geçmek için erken diye düşünüyordum. Haldun 20 yılını bu mesleğe vermiş, duruşuyla da bu çalışmayı taşıyabilecek, her türlü baskıya göğüs gerebilecek birisi. Bu görüşmeden kısa bir süre sonra Can Şenliği Oyuncuları – Leman Mizah Dergisi ve Yılmaz Okumuş işbirliği ile hayata geçirdik Laz Marks’ı. 200. oyuna doğru yol alan Laz Marks böylece artık sahnedeydi.

Oyun ne gibi tepkiler alıyor seyirciden?

Benim tüm oyunları izleme şansım olmuyor maalesef. Belirli aralıklarla birkaç kez izleyebildim. Nihayetinde tek kişilik bir gösteri, dramatik bir yapısı yok, Haldun ilk gösterimde pek beğenmemişti kendini. Ben her izleyişimde onun gelişimine tanıklık ediyorum. Giderek daha da başarılı oynuyor gerçekten. Özellikle siyasi birikimi olmayan izleyici daha iyi tepkiler veriyor. Pek çok şey kafasında netleşiyor oyunla birlikte.

Oyun Anadolu’nun her yerini hiçbir ayrım gözetmeksizin karış karış dolaşıyor. Kimi yerlere ikinci kez çağrılıyor. Kimi partilerin giremedikleri, teşkilat kuramadıkları yerlere, gazete ulaşmayan kasabalara gidiyor örneğin. Bir yanıyla ticari bir faaliyet bu ancak bir yanıyla da değil. Haldun benim ömrüm bu oyunla geçsin diyerek, böyle bir inanmışlıkla, kamyon kasasında oynama pratiğine de açık olarak sergiliyor oyunu. Daha önce hiç tiyatro gitmemiş yerlere, 5 bin kişiye oynadıktan sonra, 40 kişiye oynanmaz demeden, parası puluna da bakmadan oynanıyor oyun. Bu da bana bir eylem biçimi olarak görünüyor. Zaten devlet de ödülsüz bırakmıyor bu eylemi. 1 dava 3 soruşturma ile ödüllendiriyor. Rize’de olduğu gibi.

Evet, bir de Rize meselesi var. Dava eden, yazan ve oynayan Rizeli… 3 Rizeli 1 dava!

Haldun zaman zaman metnin dışına çıkıyor doğal olarak. Böyle bir hakkı var zaten. Çünkü interaktif bir oyun. Ve her iyi oyuncunun yaptığı gibi seyirciden gelen tepkilere göre anında espri üretiyor. Adam salondan gözüne içine bakarak “Oni geç Laz Marks Emice, bir de şu var buna ne diysin” diye soruyor örneğin… Hatta Artvin’de mi Trabzon’da mı seyirci o kadar çok soru sorup arasında tartışmaya başlıyor ki Haldun en sonunda “Durun da, bu oyun benum mi sizun mi” diye soruyor! (Karşılıklı gülüştük burada). Sonuçta seyirci bir şey soruyor, söylüyor, duymazdan gelemezsin. İşte bu anlarda metin dışına çıkıyor Haldun haklı olarak.

Sizin kitabınızın tarzı da irticalen konuşmaya uygun zaten…

Evet, aynen öyle. Pek çok kez anlatılmış olan bir fıkra anlatıyor zaman zaman. Daha önce Demirel için de, Yıldırım Akbulut için de, Menderes için de anlatılmış olan bir fıkra. Temeli Hitler’e, Napalyon’a dayanıyor. Rize’de polis oyunu kaydediyor ve bu fıkrada suç unsuru saptayarak işlem yapıyor, soruşturma başlatıyor. Ardından da dava açıldı.

Fıkra da şöyle: Tayyip isminde bir vatandaşın annesi vakti zamanında Kasımpaşa’daki bakkaldan borç istiyor. Bakkal vermiyor. Yıllar sonra bakkal kadına oğlundan dert yanıyor, memleketi bu hale getirdi diye. Annesi de diyor ki ben senden yıllar önce borç istemiştim hatırladın mı? Sor bakalım ne için istemiştim. Hamileydim, kürtaj yaptıracaktım.

Kendi adıma şunu söyleyebilirim, Adnan Kahveci olsun, Demirel olsun, bize yüzlerce dava açmış olmasına karşın Turgut Özal olsun, her şeye karşın bir anlarında bir mizah parıltısı vardı onlarda. Tayyip Erdoğan’da ise mizah zekâsı adına hiçbir şey göremiyorum. Rizeli olarak görmüyorum, bana kalırsa Kasımpaşalıdır Erdoğan.

Hani Meksikalı tekerlemesi vardır bir Meksikalı şunu yapar, iki Meksikalı kâğıt oynar, üç Meksikalı tekila içer diye. Bir Rizeli oyun yazar, İkinci Rizeli Rize’de oynar, üçüncü Rizeli dava açar!

Metinde olmadığı için bana dava açılmıyor ama ben de tabii ki Haldun’a destek olmak için duruşmalara katılıyorum. Başbakan’ın tutumu tam bir hazımsızlık…

Bu arada şunu da söylemiş olayım, oyun 2. kitapla birlikte güncellenerek devam edecek yoluna.

3. cildin hazırlıklarına da başlayacağım. O çıktıktan sonra bile oyun için epizodlar yazmaya devam edeceğim. Belki bir Lazlık yapıp, bir arkadaşımın önerisini de yerine getirebilirim. Nasıl kurgularım şimdiden bir şey diyemiyorum ama kayıp cilt bulundu gidi bir mantıkla belki de 4. cildi de çıkartırım Laz Kapital’de.

Keyifli röportajınız için teşekkür ederim…

Bu yazı solkültür sitesinde yayımlandı.

cansufirinci.wordpress.com

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Cansu Fırıncı

Yanıtla