Hepimizin Başka Hayatları Anlamaya İhtiyacı Var

Pinterest LinkedIn Tumblr +

(24 Mayıs 2011 tarihli Radikal’de yayınlanan Ayça Örer’in Lale Mansur ile yaptığı röportajı sizlere paylaşıyoruz.)

c

Film taşrada geçiyor. Nasıldı çekimler?
Sıkışmış bir taşra dünyası içinde geçiyor. Gerçek bir hikayeden yola çıkıyor. Bu filmin senaryosu bana iki sene önce geldi, çekilmesi üç yılı buldu. İlk yıl kaynak bulunamadı. İkinci yıl tam çekilecekken, Halit (Ergenç) başka bir filmle anlaştı. Yönetmen Ozan Aksungur da “Ben beklerim” dedi. En sonunda geçen sene film çıktı.

Sizin karakteriniz Ayşe, hayallerini gerekleştirememiş, kendi dünyasına sıkışıp kalmış bir kadın…
Birçok kadın gibi. Kendini ifade edememiş, çok renkli bir kadın. Sıkışıp kalmış o hayatın içinde, kendine eğlenceler yaratıyor, o dünya içinde mutlu olmanın yollarını arıyor. Halit’le de, Ozan’la da çalışmak çok keyifli. ‘Atlara Fısıldayan Adam’ filmi vardır ya, oradaki gibi sakin, sessiz insanlar. Yalnızca işlerini düşünüyorlar, ıvır zıvır şeylerle ilgilendikleri yok.

Baleden sinemaya atladığınız zaman çevrenizdekileri çok şaşırtmışsınız. Geçen süre zarfında ne değişti?
En son önceki sene ‘Başka Dilde Aşk’ filminde rol aldım. Türkiye’de artık taşrada yaşanan aşklara da, başka insanların sorunlarına da yer veren filmler çekilmeye başlandı. Benim girdiğim yıl, 1992’de sekiz film çekilmişti. Bana herkes ‘Deli misin?’ demişti. Dedim ki, ‘Bunun tiyatrosu da var, sadece sinema yapmak gerekmiyor ki’. Artık hakikaten bir şeyler değişiyor. Çok değişik prodüksiyonlar, gişe filmleri, marjinal filmler… Genç kuşakta inanılmaz iyi yönetmenler var.

Yönetmenlerin cesareti de arttı.
İnan Temelkuran, Özcan Alper, İlksen Başarır… Çok iyi bir jenerasyon geldi. Bizi çok heyecanlandıran şeyler seyredeceğiz artık. Fatih Akın, Nuri Bilge Ceylan, Zeki Demirkubuz’u saymıyorum bile. Herkes yaptıkları filmleri heyecanla bekliyor, dünyaya mal oldular.

Çekimler Kütahya’daydı. Atmosfer nasıldı?
Daha önce bir ay prova yaptık İstanbul’da. Ozan sanki bizden gizli 19 film çekmiş gibiydi. Ne istediğini bilmekle kalmıyor, anlatıyor, çok iyi tarif ediyor ve sizi ikna ediyor daha da önemlisi. O kadar sakin, o kadar itinayla seçilmiş kelimelerle kendini anlatıyor ki… Bence Ozan’ın önü çok açık. Çekimlerin İstanbul dışında olması çok iyi oldu. O fatura, bu iş diyerek İstanbul’da hayattan kopamıyorsunuz. Kütahya’da kendimizi her şeyden soyutlama imkanı da var. Ozan, Kütahya’da yaşamış, özellikle seçti orayı. İzmir’e yarım saat uzak olmasına rağmen apayrı iki dünya. Bizi de çok iyi karşıladılar. Her sette ters düşen biri bulunur. Ya setten, ya sanattan. Burada yoktu öyle biri. Her şey çok doğaldı. Olabilecekler dışında zorluk yaşamadık, en fazla ‘Bugün hava yağmurlu’ gibi aksilikler.

Bir önceki filminiz ‘Başka Dilde Aşk’ta işitme engelli bir gencin annesini canlandırıyordunuz. Bu filmde de kendini ifade edemeyen bir kadını…
Maalesef ben yazamadığım için ancak elime gelenleri değerlendirebiliyorum. Öyle olunca da belki biraz fazla seçici davranıyorum. Mesela ‘Başka Dilde Aşk’ geldiğinde çok mutlu olmuştum. Böyle bir sorunu ele alan bir filmin içinde var olmak beni çok mutlu etmişti. O kadar fazla sorun var ki Türkiye’de; kadın sorunu, Kürt sorunu, engellilerin sorunları… Sadece rolü beğenmek, sevmek değil, daha anlamlı bir şeyin içinde var olmak çok keyifli.

Türkiye’de gündem çok hızlı değişiyor ve siz gündemdeki meselelerle ilgilenen bir oyuncusunuz..
Sanatçıların tavırları eksik gerçekten. Ensestle ilgili ilk defa bir film yapıldı. Olacak iş mi? O kadar fazla soruna karşın gerçek sorunlarla ilgili çok az film yapılıyor. Her senaryo filme dönüşemiyor. Bu ülke gerçekten bir kadın mezbahası ve çok az şey yapılıyor. Kadın ve aileden sorumlu bakanlık var da ne oluyor? Çıkıp ‘Bizim ülkemizde eşcinsel yok, kadın sorunu yok’ diyorlar.

Bu sorunlar sanatçıların daha politik olmasına neden olmadı mı?
Referandum öncesi çok fenaydı her şey. Zaten o dönemde televizyonda siyaset konuşmamaya karar verdim. En son televizyona çıktığımda karşımda Müjdat Gezen ve Süheyl Batum vardı. Biri meddah, biri siyasetçi. Ben kim oluyorum onlara laf yetiştirecek? Yetiştiremedim tabii. Ondan sonraki iki haftam ateşler içinde yanmakla geçti, sürekli uyanıp uyanıp şunu da deseydim, bunu da deseydim deyip durdum. Artık kendi katıldığım bir şeyin bildirisini okurum, gerisiyle ilgilenmem.

Seçim öncesi gerginlikleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bizim ülke bataklık gibi. Bir yukarıdayız, bir aşağıda; bir kenardan bir kenara savruluyoruz. Nereye çarpacağımız meçhul. Bir taraftan TRT Şeş açıldı, bir tarafta KCK davası sürüyor. Tartışma programlarına katılmıyorum ama sivil inisiyatifler içinde çalışıyorum. Anayasa Platformu’yla Türkiye’yi gezdik. Benim için çok öğretici bir deneyim oldu. Bana ilk geldiklerinde, ben Anayasa’dan ne anlarım diyordum. Sonra anladım ki, bu iş bir ev yapmak gibi. Kaç oda istediğinizi, nereye bakacağını, nasıl kurgulanacağını anlatacaksınız ki mimar da size çizsin. Vatandaş olarak ne istediğimizi yüksek sesle söylememiz gerekiyor. Türkiye’nin her yerine gittik. Her tandanstan insan var, her konu dile getirildi ama ortak olarak herkes savaşın bitmesini istiyor. Bunun tersine hiçbir şey duymadım. 30 yıldır insanlar birbirini öldürdü. Artık halklar barış istiyor.

Filminizi niye izlemeli insanlar?
Başka hayatları görmek, onlarla paralellik kurmak için. Başka bir hayatı yaşayan insanların sorunlarını düşünmek için. Her şeyden önce bu. Kasabada yaşayan ve Ayşe’ye benzeyen kadınlar için başka hayatların da var olabileceğini düşünmelerine de yarayabilir. Biz büyük şehirlerde yaşayanlar, dünyanın merkezinde değiliz. Başka hayatlarla, başka insanlarla bir temasa girmek, empati kurabilmek için çok önemli bu filmler.

Radikal

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.