Ayşe’nin Makedonya Günlüğü

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Ayşe Selen

 

05.08.2011

Haziran ayında Tiyatrotem’in elektronik posta kutusuna bir mail düşüyor: Bizi Makedonya/Bitolo’da yapılacak olan 1.Uluslararası Bitolino Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu Festivali’ne davet ediyorlar. Neden olmasın? Ağustos başına kadar karşılıklı yazılan 30-40 adet mektup sonunda Ayşe Bayramoğlu, Ayşe Selen ve Şehsuvar Aktaş 06.08 günü 18.15 Üsküp uçağındayız. Uçağın bagajında Lahana Sarma dekoru var. İlk kez vize istemeyen bir ülkeye turneye gidiyoruz. Meğer ne kadar insani bir durummuş… Uçak tam zamanında kalkıyor. 1 saat 20 dakika sonra kaptan pilot Skopje Büyük İskender Havaalanı’na usta işi bir iniş yapıyor. Polis bizi “Merhaba” diyerek karşılıyor, bir sorun yaşamıyoruz. Gümrük polisi havalı naylonlara sarılı dekor parçalarımızla ilgileniyor doğal olarak. “Festival” “tiyatro” gibi anahtar sözcükler polislerin yüzlerinin hemen aydınlanmasına yol açıyor. Alandan çıkıyoruz. Bizi almaya gelen kişi tam karşımızda. Adı Şasa! Küçük bir sorun var: Şasa küçük bir arabayla gelmiş! Dekor ve biz arabaya mucizevi bir biçimde sığıyoruz: Ayşe Bayramoğlu ve Şehsuvar Aktaş arka koltukta dekorla birlikte iç içe olmuş durumdalar! Bitolo’ya doğru yola çıkıyoruz. Ülkenin kuzeyinden güneyine boydan boya bir yolculuk. Ve bu yolculuk 2 saat sürüyor! Çok zengin bir coğrafyanın içinden geçiyoruz: tarlalar, meyva bahçeleri, dağlar, ovalar, vadiler ve göz alabildiğine üzüm bağları, üzüm bağları, üzüm bağları… Bir nehrin kenarından geçiyoruz; Şasa “Bu, Vardar Nehri” deyince avaz avaz “Vardar Ovassı-ıı-ııı… Vardar Ovassı-ıı-ııı” diye çığırıyoruz… Küçük kasabaların içinden geçiyoruz. Gördüğümüz her şey aşina; yol kenarlarında kavun, karpuz, şeftali sergileri var; ayağında terlikleri kadınlar alış veriş yapıyorlar. Evimizde gibiyiz. Şasa konuşkan ve matrak biri. Makedonca, Türkçe, İngilizce bir sohbet alıyor başını gidiyor. İstanbul’un belli yerlerini bizden iyi biliyor. “Bayrampaşa’da 2 milyon Makedon yaşıyor” diyor, “Şu anda Makedonya’nun nüfusu 2 milyon. Biri çıksa da Bayrampaşa’daki Makedonlar’a ‘hayde, ileri’ dese, bu ülkenin nüfusu 4 milyon olur!!!” Bitolo’ya varıyoruz. Saat 21.00! Şehir merkezindeki yaya bölgesi cıvıl cıvıl… Tiyatroya dekorumuzu bırakıyoruz. Festivali düzenleyen Vasko karşılıyor bizi. Küçük araba konusundaki aksaklığa bahane üretmiyor, sorumluluğu başkasına atmıyor, “tamamen benim hatamdı, çok özür dilerim” diyor. “Şimdi hayde birlikte bir şeyler içelim” diyorlar. Tiyatronun kantini gibi bir yere giriyoruz. Neşeli ve güler yüzlü insanlardan oluşan bir kalabalık çarpıyor yüzümüze kapı açıldığı anda. Şahane bir kırmızı şarap açıyorlar bize. Onlar “şerefe” diyor, biz “nazdrovye” diyoruz. Yediğimiz, içtiğimiz her şey ikram. Vasko’nun eşi Juliana “hoş geldiniz” diyor bize. “Bizi nerden buldunuz da davet ettiniz?” diye soruyoruz. “ASSITEJ’ten” diyor, seviniyoruz. Bizi otele götürüyorlar. Şehir dışında, küçük ve şirin bir otel. Bir de ne görelim: Otelde düğün var. Kaçamak göz atıyoruz düğün salonuna. Bizden tek fark: bir doz eksik Akdenizlilik. Demem o ki, yerlerde sürünmeyen bir neşe içindeler. Tıpkı trafikte ve araba kullanma konusunda ölümü uyku sanmayışları gibi!!! Otelin bahçesine oturuyoruz. Baba memleketi olması nedeniyle Makedonya’ya selam gönderen tanışlarımızın selamlarını üflüyoruz şehrin başını bekleyen Baba Dağı’na…. Düğünün gürültüsüne rağmen dağdan gelen esintinin etkisiyle olsa gerek çok iyi bir uyku çekiyoruz.

06.08.2011

Bitolo Ulusal Tiyatro’da oyuncu olan Ognen tam dediği saatte gelip bizi alıyor. Deyim yerindeyse gönüllü bir rehber olarak, dekor kurmak üzere tiyatroya gideceğimiz saate kadar bizi gezdiriyor: Antik şehir Heraklia, şimdi ulusal müze olan Manastır İdadisi, yaya ve alışveriş bölgesi olan ve şehrin içinde boydan boya uzanan Şirok Sokak. Her taraf cıvıl cıvıl, kahveler tıklım tıklım… Belediye masaları, sandalyeleri  kaldırmamış!!! Muhteşem bir yerel lokantada muhteşem yemekler yiyoruz: pişmiş peynir, piyaz, lor peyniri, güveçte kuru fasulye, Makedon salatası ve güveçte et! Hepsi çok çok çok lezzetli. Radyoda türküler çalıyor. Bir ara Ayşe adında bir kıza yakılmış bir türkü geliyor kulağımıza! Tiyatroya doğru yollandığımızda Bedesten’in içinden geçiyoruz. Ve artık çalışma zamanı. Ulusal Tiyatro’nun ana sahnesinin altı sahne haline getirilmiş bir mekanda oynayacağız.  Dekorumuzu kuruyoruz, hazırlıklarımızı tamamlıyoruz. Oyun saati geldiğinde bir anda çoluk, çocuk, büyük, küçük 150 kişi gürültülü bir biçimde ve neşe içinde seyir yerini dolduruyor. Oyun başlıyor. Her zaman “haydi, hoppa” diye başladığımız oyuna “hayde, hoppa” diye başlıyoruz!!! Çok iyi geçiyor. Çocuklardan biri oyuna kendini fazla kaptırıp oturduğu yerden yere düşüyor. Seyir yerinde de bir sahne açılmış oluyor. Oyun bitiyor, gelen alkış sesleri mutlu ediyor bizi. Toparlanmaya başlıyoruz. Ancak yanmakta olan florasan ışıklarının dışında biraz daha ışığa ihtiyacımız var. Işıkçı saatini gösterip ışık masasını kapatıyor ve gidiyor. Şehsuvar’la bir dahaki sefere dünyaya ışıkçı olarak gelmeye karar veriyoruz. Dekoru söküp paketlemeye koyuluyoruz. Bu sırada üstümüzdeki büyük sahnede prova başlıyor. Saat 20.30. Bir kadın oyuncu bir tirada başlıyor. Dinliyoruz ve bir süre sonra anlıyoruz: Medea! Tiradın ilerleyen bir yerinde oyuncu “lanet” diye bağırınca tahminimizin teyidini almış olmanın gülümsemesi yayılıyor yüzümüze nedense. Paketleme bitiyor. Yukarı kantine çıkıyoruz. Aynı canlılık hüküm sürüyor kantinde. Bizi bir arabayla otele götürüyorlar: Festival kapanış yemeği var! Üstelik otelde yine düğün var! Soframıza gelen yemeklerin lezzeti tarifsiz. Karşımızda Hırvatlar oturuyor. Masanın öteki ucunda Slovenyalılar var. Ev sahibi Makedonlar masanın ortasındalar. Sık sık kadehler kalkıyor. Yüzler hep gülüyor. İçerde düğün sürüyor. Gece yarısından sonra izin isteyip odalarımıza çıkıyoruz.

07.08.2011

Bizi Üsküp havaalanına götürecek araç tam söz verdiği saatte geliyor. Yola çıkıyoruz. Gelirken alacakaranlıkta geçtiğimiz yerleri gündüz gözü görüyoruz. Arabada Bitolo’dan aldığımız yerel müzikler içeren CD çalıyor. Her şarkıyı biliyoruz sanki!!! Alana geliyoruz. İşlemler sorunsuzca olup bitiyor. Ancak THY bir saat gecikmeyle iniyor alana. Küçücük bekleme salonuna Prag, Zürih, Budapeşte uçaklarının yolcularıyla tıkışınca sıkıntılı anlar geçiriyoruz. Sonunda uçağımız geliyor, biniyoruz!

Aklımızı ve galiba yüreğimizi de Makedonya’da bırakıp dönüyoruz!

Seneye bizi yine davet edeceklerini temin etmiş olmaları belki de tek tesellimiz!

благодарам Macedonia!

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Ayşe Selen

Yanıtla