Etekler Aşağıya

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Zafer Diper

Sanat’ın bir bakanı yokmuş; öksüz, boynu bükük kalmış. Sıkıştırılmış kültür’ün içine, sanki bir cüce. Açıklamalara göre “kültür, turizmin destekçisi olmalı”ymış nedeniyle de adları birleştirilmiş… Onlar ermiş muradına “kültür” ve “turizm” çıksın kerevetine…

Bir özet, değinebildim mi  masalsı acaba, geçen haftaki yazıya “Turistik Kültür”e?!..

Yakın geçmişte Kültür ve Turizm’in Bakanı görücüye çıktı yine. Günay gitti, yenisi geldi… Bakalım yakında ne olumsuz şaşırtılarla(sürprizler) karşılaşacağız. “Nasıl böylesi beklentilerin olur?” demeyin sakın. Belgelediklerimin arasında duran ama haberini atlayıp da yorumlayamadığım olgu bir masal gibi önümde. Hani olmamışçasına, olamazmışçasına  gibi dursa da 4.Murat Balesi örneği…

“(…)Eserin Ankara prömiyerinden önce Günay’ın, “Apollo” sahnesinde balet ve balerinlerin giydiği kıyafetlerden “rahatsız” olduğu ve DOB Genel Müdürlüğü’nü “Bu kıyafetler yakışık almamış” diyerek uyardığı ortaya çıktı… Bakanın uyarısının ardından da eserin o sahnesinin kıyafetlerinin “etek boylarının apar topar uzatıldığı” öğrenildi. Son gösteriminin 6 Aralık’ta yapıldığı eser, yeni sezonda ise repertuardan çıkarıldı… Adını vermek istemeyen ADOB bale sanatçıları da eserin Ankara prömiyerinde…”

Ne olmuş dersiniz?.. İşte haberin gerisi tam bir kara güldürü:

“Balet ve balerinlerin kıyafetlerinin etek boylarının uzatılması nedeniyle sahnede ilginç ve komik görüntülerin oluştuğunu, baletlerin balerinleri kucaklarken, balerinlerin eteklerinin baletlerin yüzünü kapattığını, bu nedenle Apollo karakterini canlandıran balet Oliver Spence’nin yanlışlıkla kulise çarptığını” dile getirdi…

Öldürmeyen Allah öldürmüyor. Spence de yırttı kefeni… Ne ki, ruhunu bilemeyeceğim ama beynindeki bozulgu(hasar) büyük olmalı.  O ve arkadaşları daha önce görmüş müdür bunca bir aşağılanma, sanat adına?!? Ben görmüş sayılırım ama…

2007-2008 döneminde Morais’in Yürekli Bir Kadının Yaşamı adlı kitabından ve Galip İyitanır’ın belgesel filminden yararlanarak, yönetmenliğini üstlendiğim Olga Benario’nun devrime adanmış yaşamını anlatan Olya adlı oyunu sergiliyoruz… 1942’de Bernburg Toplama Kampı’nda Olya’yı sonlamada (finalde) diğer arkadaşlarıyla gaz odasına çırılçıplak giderken göstermek istiyoruz… Çıplaklığı somutlayamasak da benzerini yaratmaya çalışıyoruz. Ten giysileri dikiliyor. “Çıplak görünümlü giysili bir saçmalığa” bürünüyoruz. Umarsız(çaresiz) kalmışız. Başka yolu mu var? Gerçekten çıplak olsak alıp götürürler insanı; “halkın ar ve haya duygularını incittiği, Türk Ceza Kanunu’nun 226. maddesini ihlal ettiği” gerekçesiyle… “Ne yap ne et de uydur bir şeyler işte…” sonucuyla yüz yüzeyiz… Işıkları ona göre ayarlıyoruz. Devindirmek istiyorum oyuncuları o alanda ya ne gezer, pek kımıldayamıyor onlar. Işık tasarımı içinde tutsaklar. Az geride durulsa karanlık, az ilerde durulsa parlaklık… Dikiş yerleri gözükecek, üstlerinde giysi olduğu anlaşılacak, giysili oldukları bilinse de ve biz izleyiciye “çıplak değiliz ama çıplağız” derken ikileminde; vahşetin çarpıcılığını, toplu kırımın(katliamın) dehşet verici boyutlarını en vurucu biçimde anlamlandıracak olan gerçek(çıplaklık) oyuncuların bedeniyle en insani özellik olarak ortada dururken öyle… Ah, diyor bir oyuncu, “Avrupa’da sahnede olsaydık, çıplaksa çıplaktık…”

“Sanatsal yaratım kısıtlandı, engellendi, istemediğimiz biçimde. Nerde kalıyor benim Olya özgürlüğüm?!” diyemiyorum; etekler daha daha aşağıya çekilen bir düzende bu ülkede…

Birgün

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Zafer Diper

Yanıtla