Cüneyt Yalaz: “Pandemi İktidarın Tiyatroya Bakışını Değiştirmez”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

(Tiyatro… Tiyatro… Dergisi Pandemi Sürecinde Tiyatrolar” başlığıyla yaptıkları söyleşi dizisinin ilkini Cüneyt YALAZ ile  başlattı. Biz Mimesis olarak bu söyleşiyi okuyucularımızla paylaşıyoruz.)

Dünyayı sarsan korona virüs salgını 11 Mart itibarıyla “resmen” ülkemize de giriş yaparak ekonomiden toplumsal yaşama, politikadan sanata yaşamın tüm alanlarını sarstı. Seyirci ve sahnelenen oyun sayılarının ivmelendiği bir sezonunun bitimine daha aylar varken, salgın nedeniyle birdenbire tiyatrolar kapandı; tiyatrocular da seyircileriyle birlikte evlerine kapanarak ne zaman biteceği bilinmeten bir karabasanın içinde buldular kendilerini…

Büyük bölümü prekarya koşullarında (sigortasız, esnek mesai saatleri, yevmiye usulü çalışma, süreksiz ve düşük gelirli işler) yaşayan tiyatro emekçileri, kendi yağında kavrulmaya çalışan özel tiyatrolar, bodrum katlarındaki sahnelerinde bir sonraki oyunlarının bütçesini denkleştirmeye çabalayan  bağımsız tiyatrolar… Oyuncusundan kostümcüsüne, ışıkçısından dekorcusuna kadar binlerce tiyatro emekçisi bu salgınla birlikte çok ciddi ekonomik sorunlarla yüzyüze kaldılar…

Tiyatro… Tiyatro… Dergisi olarak, içinden geçtiğimiz pandemi sürecinde tiyatroların yaşadığı somut, maddi sorunlarını yansıtmayı vetiyatrocuların bu sorunlar ve çözüm önerileriyle ilgili görüşlerini kamuoyu ile paylaşmak adına “Pandemi Sürecinde Tiyatrolar” başlıklı bir söyleşi dizisi başlattık.

İlk konuğumuz BGST Tiyatro’dan Cüneyt Yalaz…

Yavuz Pak: Tiyatronuzun ekonomik yapısı koronavirüs salgınından nasıl etkilendi? Sürecin olumsuz etkilerini telafi etmek için neler yapmayı düşünüyorsunuz? Son birkaç sezondur tiyatroda yaşanan nicel büyüme, maddi anlamda tiyatronuzu bu türden olağanüstü süreçlere karşı dayanıklı kılacak kadar etkili oldu mu? Sizce tiyatro emekçileri bu sürecin yaratacağı ekonomik depremden nasıl korunabilir? 

Cüneyt Yalaz: Elbette çok kötü etkilendi. Hemen herkes gibi bizim de hazırlıklı olmadığımız bir durum bu. 20’den fazla oyunumuz iptal edildi. Mart-Nisan ayları bizim için en yoğun geçen aylardı; maalesef koronavirüs pandemisi bu sene bu yoğunluğu yaşayamamamıza, dolayısıyla ekonomik bir belirsizliğe neden oldu.

Sürecin olumsuz etkilerini nasıl telafi edebiliriz bilmiyorum. Dijital platformlara dönük bazı çalışmalarımız oluyor ama bu mecradan kısa vadede ekonomik bir girdi yaratmak şimdilik pek söz konusu değil. Üstelik bu mecranın olanaklarına ve diline de henüz pek hakim değiliz. Daha önce Tiyatrolar.com’un girişimiyle repertuardaki iki oyunumuz profesyonel bir ekip tarafından kayda alınmıştı. Şu anda Tiyatrolar.tv’den yayınlanıyorlar; 20 tl. ödeyerek izlemek mümkün. Ayrıca Youtube üzerinden BGST-Tiyatro kanalından bu hafta (11 Mayıs) Sevilay Saral’ın kaleme aldığı, Aysel Yıldırım’ın yönettiği “İzolasyon Monologları: Her Güne Bir Vaka” adlı monolog çekimleri yayınlanmaya başlıyor. Bir hafta boyunca her gün bir kadının korona günlerindeki hikayesine tanıklık edeceğiz. Umarım bu tür çalışmaları çoğaltabiliriz.

Birkaç sezondur tiyatroda nicel büyüme yaşandığı yönündeki tespitinize katılamayacağım. En azından bizim deneyimimiz ve gözlemimiz tam tersi yönde. Yaklaşık iki yıldır süren ekonomik krizin seyirci sayısında bir durgunluğa yol açtığını söyleyebilirim. “Tiyatronun altın çağı” söylemi daha ziyade bir pazarlama stratejisi gibi geliyor bana. Olsa olsa Zorlu, Uniq gibi ana akım mecralarda ve venülerde şöhretlerin yer aldığı prodüksiyonların bir hareketliliğe sahip olduğu söylenebilir belki; ki bundan da çok emin değilim. Ama bizim gibi topluluklar için zaten iki yıldır zorlu ekonomik koşullar söz konusuydu. Bu yüzden ekonomik olarak bir hazırlık/birikim yaptığımızı söyleyemem. Yaz her zamankinden sıcak geçecek yani.

Bu depremi atlatmanın çaresi olur mu bilemem ama yapabileceğimiz tek şey yeni duruma uygun üretimlere kafa yormak, ilerisi için hazırlık yapmak ve hem tiyatrolar arası hem de daha geniş kesimlerle dayanışma modelleri üzerine düşünmek, girişimlerde bulunmak.

Yavuz Pak: Koronavirüs felaketinin, ekonomiden politikaya, sağlıktan eğitime toplumsal yaşamın pek çok alanında köklü değişimlerin önünü açacağı, dünyanın eskisi gibi olmayacağı söyleniyor. Sizce, bu süreç, Türkiye’nin -tiyatro alanında sübvansiyonları belirleyen- kültür politikalarında, ya da daha genel anlamda devlet-tiyatro ilişkisinde bir değişimin başlangıcı olabilir mi? 

Cüneyt Yalaz: Bu dönemin devlet-tiyatro ilişkisinde bir değişimin başlangıcı olabileceğini sanmıyorum. Neden olsun ki? Öncelikle devlet de bu krize çok kötü bir dönemde yakalandı. Ekonomik olarak zaten etkilerini hissettiğimiz bir krizin içindeydi bir süredir devlet. Hukuki, ekonomik ve politik olarak kriz halinde olan Türkiye pandemi ile birlikte iyice çıkmaza girdi. Böylesi dönemlerde kullanılabilecek olan fonların içinin boşaltıldığını, kaynakların hepimizce malum mecralara sarf edildiğini biliyoruz.

Ama bundan da önemlisi devletin genelde kültür-sanat alanına, özelde tiyatroya bakışındaki sığlığın, adaletsizliğin, hoyratlığın bu dönemde değişeceğine dair hiçbir olumlu sinyal göremiyorum ben. Aksine mevcut iktidar baskıcı, ötekileştirici, kutuplaştırıcı dilini ve pratiğini her gün biraz daha arttırıyor. Muhalif bir kelam eden herkes vatan haini, bağış toplayan belediye paralel yapı, haber yapan gazeteci, konseri yasaklandığı için ölüm orucuna yatan müzisyen terörist olarak damgalanıyor. Şimdi pandemi var diye böylesi bir iktidarın insafa gelip tiyatroya şimdiye kadarki bakışını değiştireceğini, insanların yardımına koşacağını ümit edebilir miyiz?

Ama bu elbette talepkâr olmamayı gerektirmez. Aksine daha fazla talepkar olmalı, daha çok ve daha örgütlü sesimizi çıkarmalıyız. Hiçbir somut kazanım olmasa bile (ki olabilir de) mücadelenin kendisinin bize katacakları için ve tarihe not düşülmesi için bunu yapmalıyız.

Devlet demişken, biz topluluk olarak Gezi sürecinden beri KB’nin kara listesinde olduğumuz için, devletin olası destekleri konusunda da çok şanslı olduğumuzu düşünmüyorum, ama belki belediyeler bu süreçte daha pozitif bir rol üstlenebilirler. Hatta bu yönde sinyaller de vardı; belediyelerin oyun satın alması ve seyircisiz bir salonda yapılan çekimle bir kültür sanat kanalından yayınlanması gibi öneriler olmuştu. Ama mevcut iktidar belediyelerin halka (doğal olarak sanatçıları da içeriyor bu) yapabileceği desteklere blokaj oluşturma peşinde. Bu yüzden bu noktada belediye yönetimlerinin ne kadar ısrarlı davranacağı belirleyici öneme sahip.

Yavuz Pak: Salgın sürecinde tüm topluma evde kalınması salık verilirken, milyonlarca işçi, emekçi hastalık riskiyle sokağa çıkarak çalışmak durumunda kaldı. Bu durum, ekonomik tercihler kadar, meslek örgütlerinin ve sendikaların zayıflığı olarak yorumlandı. Sizce, koronavirüs süreci tiyatrolar ve tiyatrocular için, asgari müştereklerde buluşmayı ve mesleki dayanışmayı inşa ederek sorunlarının çözümü için bir örgütlü bir mücadele vermenin önünü açabilir mi? 

Cüneyt Yalaz: İşte bu olabilir. Olmak zorunda. İlk elden aklıma gelenler tiyatrocular arası yaratıcı dayanışma modellerinin bulunması, yıllardır çıkarılamayan ve devletin tiyatro ile ilişkisini tanımlayacak çağdaş bir tiyatro yasasına dair kafa yorulması ve bu yasanın çıkarılması için mücadele edilmesi, koşulları birbirinden farklı da olsa tiyatrocuların ortak bir mücadele için örgütlenmesi. Bir fındık kabuğu içinde evrenin kralı sayabilirdik kendimizi, ama pandemi bunun beyhudeliğini vuruyor yüzümüze.

Dahası bu konuda olumlu girişimler de yok değil. “Tiyatromuz Yaşasın” kampanyası ile yakalanan dalga belki daha örgütlü bir tiyatro camiası olmaya doğru götürebilir bizi. Üstelik içinde bulunduğumuz pandemi koşulları, mücadele ve örgütlenme pratikleri için her zamankinden daha fazla zaman ve imkan sunuyor gibi görünüyor.

Yavuz Pak: Tiyatronun asal bileşeni olan “seyirciye”, bugün zor durumda olan diğer asal bileşenini temsil eden bir “oyuncu” olarak ne söylemek istersiniz? 

Cüneyt Yalaz: Yanımızda olmalarını istiyoruz. Ki “Tiyatromuz Yaşasın” kampanyasına verilen destek de yanımızda olduklarını gösteriyor zaten. Seyirciden beklentimiz bu türden dayanışma taleplerine destek olmalarıdır. Zira bizim seyircimizin kendisi zaten bu dönemi nasıl atlatacağı yönünde belirsizlikler ve sıkıntılarla boğuşuyor. Bu noktada yapılabilecek şey dayanışma ve mücadele ortaklığı bence.

Yavuz Pak: Çok teşekkürler…

Cüneyt Yalaz: Ben teşekkür ederim…

Tiyatro Dergisi

Paylaş.

Yanıtla