“On Soruluk Sohbetler: Şebnem Dönmez”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

(Ayşe Draz ve Mehmet Kerem Özel’in Şebnem Dönmez’le yaptığı, Unlimited’da yayınlanan söyleşinin bir kısmını okurlarımızla paylaşıyoruz.)

Sanatçı Marina Abramović ve kurucusu olduğu Marina Abramović Enstitüsü’nün (MAI) Sakıp Sabancı Müzesi’nde gerçekleşen Akış/Flux sergisinde performans dokümantasyonlarının yer aldığı ana bölüme eşlik eden canlı performans programına Türkiye’den 12 sanatçı davet edildi. Biz de 20 Aralık 2020’de sona eren sergide “canlı” performanslarıyla yer almış sanatçılarla On soruluk sohbetler serimize devam ediyoruz. Bu haftaki konuğumuz sergi için Bayan Kontür performansını gerçekleştiren Şebnem Dönmez

Performansın özü sizce nedir? Performansı günümüzde nasıl tanımlarsınız?

Anlatan (hisseden) ve dinleyenin (seyredenin) bir arada gerçekleştirdikleri bir ritüel. Seyirci ve anlatanın birlikte oluşturdukları yepyeni bir gerçeklik. Sadece onlara ve o “an”a ait. Bence performansın özü paylaşımdır. Bir alanı, bir durumu, bir duyguyu, olayı, hâli paylaşmak ve bu paylaşma deneyimiyle hep beraber bambaşka bir yere geçmek. Ve yaşadığımız çağda bu paylaşım yalnızlık duygusuna çok iyi gelir.

Sanatın dönüştürücü gücüne inanıyor musunuz? Nasıl?

Bu soru kendimi bildim bileli hep içimde dönen o soruyu hatırlattı: Müzik (sanatı) olmayan bir dünya nasıl olurdu? Müziği çok seven çoğu insan düşünmüştür bunu. Bunu hayal etmek ve “Oh iyi ki var!” demek insanın içini açıyor çünkü. Şu şekilde de sorabiliriz: Sanatın olmadığı bir dünya nasıl olurdu? İnsanlık hissettiği sürece sanat var olacak. Ve biz hissettikçe onun bizi dönüştürmesine izin vereceğiz.

Bu güç, birbirine yabancılıktan, paylaşmanın, anlamanın, şefkat duymanın ya da öfkelenmenin, yani birlikte hissetmenin mahremiyetine yükselten bir büyü.

Size ilham verdiğini düşündüğünüz biri/leri var mı, varsa kimler?

Şimdi bunları yazmak kendi evrenimin sınırlarını çizmek gibi olacak. Onun sınırsızlığını yaşamak isterim. Bir de sürekli değişiyor. Sadece kişiler değil olaylar, deneyimler de ilham veriyor. İlham aldığım birileri deyince bir çarpışma gibi yaşadığım Lhasa de sela, Alejandro Jodorowsky tanışmaları var. Bu çarpışmalar hayatımın tam da “o” dönemine denk gelişleri yüzünden hala çok güçlü.

Bir iş üretirken hangi kaynaklardan beslenir, nelerden ilham alırsınız? Rüyalarınızın işlerinize etkisi olur mu?

Hislerim ana kaynak. Onlardan daha iyi bir şey bilmiyorum çünkü. Hisler ve onları hissetme sebepleri başlı başına bir yolculuk. O kadar zengin ve çeşitli ki… Asla kontrol edilemiyor; mevsimler gibi değişip duruyorlar. Bence duygu salınımları tabiatın bir parçası. Doğum ve ölümün arası duygularla geçiyor. Bu sebeple benim için kaynağı bilinçaltının katmanlarına, yani bilinmeyene doğru uzanan çok zengin bir alan. Bunun dışındaki ilhamlar yukarıda belirttiğim gibi hep çarpışma gibi. Rüyalarımı uzun yıllar kaydettim. Eskisi gibi her gün olmasa da, her zamankinden farklı bir rüya gördüğümde kaydederim; ama henüz herhangi bir rüyayı yaratım sürecine aktarmış değilim.

Eğer zaten halihazırda bir adı yoksa, üzerinde çalışmakta olduğunuz yapıta, adını vermeye ne zaman karar verirsiniz?

İsim önemli. Ben işin benimle konuşmasına izin vermek istiyorum. Nasıl yol alacağımı, nereden gideceğimi o bana söylesin. Bazen daha üretim aşamasında bazen kolektif kararlarla geliyor isim.

Akış/Flux sergisi kapsamında gerçekleştirdiğiniz ve yaşlanmak ile güzellik normlarını sorgulayan Bayan Kontür performansınızın nasıl ortaya çıktığından bahsedebilir misiniz biraz?

Türkiyeli sanatçılara yapılan açık çağrıya katıldım. Başvurumda 1996 yılında bir TV programı için yaptığım Sinemada Kadınlar isimli bir bölüme ait parçalardan üçünü yolladım; Liza Minnelli, Rita Hayworth ve Marilyn Monroe. Bana bu videolarla ne yapabileceğimi sordular. Ben de üzerinden 27 yıl geçtikten sonra o genç halimle bir diyalog yaratmak istedim. Bu kadınlar, özellikle Marilyn ve Rita, formları hayatlarının üzerinde hak sahibi olmuş ve bu sebeple özgür ve mutlu hissedememiş kadınlar. Uzun zamandır gösteri dünyasında var olan ve hiçbir zaman kendini devindiği alana ait hissetmemiş bir kadın olarak; yaş almak, sadece beden üzerinden değerlendirilmek hakkında bir yüzleşme yaşamak nasıl olur diye düşündüm ve ortaya Bayan Kontür (Miss Contour) projesi çıktı.

Performansınızı gerçekleştirirken popüler bir figür olarak tanınıyor olmak sizin için nasıl bir görünme alanı açıyor ve beraberinde nasıl bir “görünmezlik” getiriyordu?

Tanınınca ve herkes tarafından bilinince bu bir süre sonra insanda “görülmemek” gibi bir his oluşturuyor. Popüler bir figür değilim artık ama görüldüğünde tanınmak ve bunun getirdiği özgür olamama duygusu içine sıkışıp kalıyorum. Herkes tanıyor ama gerçekte kim olduğumu bilenlerin sayısı çok az. Bu duyguyu Marilyn ve Rita’nın çok daha büyük ölçekte yaşadığını görebiliyorum. Salt ünlü olmakla da alakalı değil aslında, sadece bir figür olarak, bir “kadın bedeni” olarak algılanmak, ruhu hiçe sayan bir hadise. Ve derin bir yalnızlık ve öfke yaratıyor. Bayan Kontür’ün kalbi tam da buralarda atıyor.

Bu işinizi Sakıp Sabancı Müzesi’nde sunarken seyirciyleyaşadığınız etkileşim anlarından sizi en çok etkileyeni hangisiydi?

Yalnızlık, öfke, kızkardeşlik, meta olarak algılanmanın verdiği ıssızlık, ataerkil düzenin yaptırımları, her daim güzel ve genç kalma meselesi performans sırasında iyice derinlere karanlıklara daldığım duygulara götürdü beni. Ve ben oralarda debelenirken ilginç bir olay yaşadım: Bir genç kadın geldi. İçeri girer girmez olabilecek en yakın noktaya kadar gelip, yüzümü incelemeye başladı. Bu incelemenin içinde nasıl yorgun göründüğüm, estetik yaptırıp yaptırmadığım merakları vardı. Performans sırasında acayip bir alan açılıyor. Ziyaretçilerin gözlerine asla bakmadığım halde bir süre sonra akıllarından geçenleri hissetmeye başlıyorsunuz. Ve bu merak dolu soruları duyunca o kadının önüne, burnunun dibine kadar yaklaştım. Bana bunu yaptıran içimden yükselen bir isyan duygusuydu. Çünkü o öyle yapınca benden de şu soru çıktı: Kadın kadının kurdu mudur? Yoksa yurdu mu? Kız yüzümü en ince ayrıntılarına kadar inceledi ve sonra da gitti. Aradan birkaç saat geçti. Artık günün sonuna doğru yaklaşırken birden içeri daldı. Ve bulunduğum alana girip bana sıkıca sarıldı. Döndüğünde benim ona “al bak istediğin kadar inceleyebilirsin” tavrımı içinde döndürmüş ve bir yerlere gelmiş gibi bir hâli vardı.

Akış/Flux sergisinin performans programı kapsamında yer alan sanatçılar olarak aslında hepiniz Marina Abramović’in yaklaşımıyla bir şekilde ilişkilendiniz, sizin için bu ilişki nasıldı?

Her zaman Marina’nın yaklaşımındaki, bedenin sınırlarını araştırmak ve daima kendinle bağlantıda kalarak “an”ın içinde mevcut olmak hadisesi ile derin bağ kurdum. Çünkü kişisel hayatımda da aynı yerlerden yürüyen biriyim.

Onu izlerken kurduğum bu bağ şimdi Akış/Flux kapsamında performans yapan bir sanatçı olarak oldukça hazır olduğum bu alanı yoğun bir şekilde deneyimlememi sağladı. Akıp giden, sürekli değişen duyguların kırılganlığını bırakmadan, bedenin sınırlarını araştırmak ve bedenin kırılganlığını da tekrar tekrar yaşamak.

Devamı için tıklayınız.

Unlimited

Paylaş.

Yanıtla