“İstanbul Mon Amour. Beyoğlu”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Erdoğan Mitrani

Bu yılın ilk yazısı, geçen senenin en önemli tiyatro olaylarından 27 İKSV Tiyatro Festivali ile ilgili izlenimlerimin de son yazısı olacak.

26. ve 27. İKSV Tiyatro Festivallerinin küratörlüğünü üstlenen Işıl Kasapoğlu’nun, yaklaşık 30 yıl önce Orhan Veli Kanık’ın İstanbul’u Dinliyorum şiirinden esinlenerek tasarladığı ‘İstanbul Mon Amour’ projesi geçen yıl festivalde hayata geçirilerek izleyicilere tekrarı olmayan unutulmaz bir deneyim yaşatmıştı. Kasapoğlu, projesinin ismini festivale hediye ederek, her yıl farklı konu ve mekânlar etrafında farklı yönetmen ve topluluklarla tasarlanacak özel bir bölümü de başlatmış oldu.

Festivalin bu yıl süresi sekiz saati bulan kapanış etkinliği ‘İstanbul Mon Amour. Beyoğlu’, yazdığı ve yönettiği oyunlarla çok sayıda ödül alan, mekâna özgü çalışmaları, tarihle kurmacayı harmanladığı özgün metinleri, görsel-işitsel birer şölene dönüştürdüğü farklı sahnelemeleriyle hak edilmiş bir ün kazanan Ahmet Sami Özbudak’ın yönetiminde idi.

Proje Yönetmeni Özbudak, Yönetmen Yardımcısı Kerem Pilavcı ve Dramaturg Münip Melih Korukçu, izleyicileri Beyoğlu’nun görkemli tarihinde benzersiz bir yolculuğa çıkarmış, bizim kuşakların anılarında kalmış, çok farklı kültürlerin zenginleştirdiği, çok dilli, dinli, kozmopolit Beyoğlu’na sekiz saatliğine geri götürmüşlerdi.

Özbudak’ın araştırmaları, hayalleri, birbirinden değerli yazar, yönetmen ve oyuncularla yaratıcı işbirlikleri sonucu kurguladığı, tekrarı olmayacak bu teatral deneyim, tiyatronun büyüsüyle sarmalanarak Beyoğlu’na bırakılmış bir aşk mektubuydu.

Osmanlı’dan günümüze sayısız yaşanmışlığın tanığı, on yıllar boyunca, Levantenlerin, İstanbul’un Yahudi, Rum, Ermeni azınlıklarının ve elit Müslümanlarının çocuklarına eğitim vermiş üç Fransız Lisesi, salonları, sınıfları, koridorlarıyla birer sahneye dönüştürülmüş; gerçek hikâyelerden esinlenerek yazılan oyunlarla şehrin geçmişine dair düşler, heyecanlar ve aşklar izleyicilere yaşatılmıştı.

Bu benzersiz gösteriyi izleyenler tiyatro maratonunda gün boyunca Notre Dame de Sion’dan Galatasaray Lisesine, oradan da Saint Benoit’ya yürüyerek ulaşırken, hikâyelerin geçtiği mekânları da görüp yaşamış oldular.

Ahmet Sami Özbudak’ın, yaratıcısı olduğu monologlar müzesi olayını kat kat aşan müthiş etkileyici çalışma, Notre Dame de Sion Lisesinde başladı.

1- Notre Dame De Sion İstanbul Fransız Lisesi

Olay, hep birlikte alınmış olduğumuz lise avlusunda, Münip Melih Korukçu’nun yazdığı, Ahmet Sami Özbudak’ın yönettiği, Burak Üzen’in kusursuz Fransızcası ve nefis Türkçesiyle bizi karşıladığı son derece sevimli monologla başladı.

Peşinden gruplara ayrılarak her grup için birkaç kez tekrarlanacak kısa oyunları izlemeye başladık. İlk durağımız Galeride Burcu Salihoğlu’nun yönettiği, Ahhan Şener’in büyük doğallıkla yorumladığı, Münip Melih Korukçu’nun on dakikalık monoloğu ‘Aynı Anda İki Yerde’, son 44 yılın en sıcak kışında tiyatroya giden bir adamın, oyunun başlamasına beş dakika kala gelen mesajla aynı anda iki yerde olmaya zorlanmasının öyküsüydü.

Ardından oturtulduğumuz 121 no.lu dersliğin sıralarında, 7 Eylül 1955 sabahı Madam Argıri’nin vereceği son dersin öğrencileri olduk. Kerem Pilavcı’nın usta iş yönettiği, Burcu Halaçoğlu‘nun her bir gözyaşının damla damla yüreğimizi dağladığı, dozunda Rum aksanıyla hoca hanımı müthiş yorumladığı ‘1955’ olağanüstü etkileyiciydi. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Türk toplumunun zengin dokusunu oluşturan azınlıkların ötekileştirilmesine, ayrıştırılmasına, yok sayılmasına karşı Sema Elçim’in yazdığı iki çok sağlam uzun oyunun ardından yazdığı, ekalliyetin dükkânlarıyla meskenlerinin yağmalandığı, mutfaklarından kadınların, kundaklarından bebeklerin, mezarlarından ölülerin çıkartıldığı meşum 6-7 Eylül trajedisini 10 dakikaya sığdıran ‘1955’, pırlanta misali, boyu küçük değeri çok büyük bir mücevherdi.

Sıra, çok amaçlı salonda Ahmet Sami Özbudak’ın yönettiği, Tuğçe Tanış’la Duygu Pelit’in oynadığı, Ozan Ömer Akgül’ün yarı fantastik şiirsel oyunu ‘Regine’deydi. Gerçek olaydan yola çıkarak yazılan metin, İstanbul açıklarında batan Salvador gemisinden kurtulan Regine’in bir albatrosl çıktığı yolculuğun hikâyesiydi.

Kafeteryadaki, Kerem Pilavcı’nın yazdığı, Ahmet Sami Özbudak’ın yönettiği, ‘Müessif Bir Hadise’de Nurcan Şirin’in canlandırdığı dik başlı İro, bize Notre Dame De Sion 1960 mezunları yıllığı için düzenledikleri etkinlikten, sürpriz olarak bir süre manejde çalıştığı atı Madeleine’le yapacağı gösteriden söz etti. Ertesi gün çok dikkatli olacağını, müessif bir hadise olmaması için azami çaba göstereceğini ekledi. Ertesi gün, 27 Mayıs 1960’tı…

Finalde bütün gruplar, Sami Özbudak’ın yazıp yönettiği 40 dakikalık nefis aşk ihanet ve ölüm öyküsü ‘Ateşbazlar’ için, okulun gösteri salonunda toplandı. Sene 1914; ajanlık yaptığı şüphesiyle polis tarafından aranan Notre Dame de Sion’da görevli eski sirk cambazı Fransız rahibe Zoe, okulun gizli yerlerinde saklanmaktadır. Afyon bağımlısı olduğundan ordudan tart edilen eski subay Sinan, âşık olduğu Zoe’yi İstanbul’dan kaçırmak bahanesiyle oyalamaktadır… Fehmi Karaarslan’ın Sinan’ı tabii ki müthiş etkileyiciydi ama, asıl mucize, bir genç kız enerjisiyle Zoe’yi canlandıran olağanüstü Meral Çetinkaya idi.

Okuldan çıkıp, koştura koştura bir sonraki durağımıza, Galatasaray Lisesine yetiştik.

2- Galatasaray Lisesi

“Ah dolapçı, keşke böyle başımız dönse de şuraya yığılsak, daha fazla yol almamız gerekmese…” Gösteriler, Tevfik Fikret Salonunda Fatma Onat’ın yazdığı, Barış Gönenen’in yönettiği, Deniz Türkali’nin oynadığı, hayatının akışını bozmamak için tanıklığını bir süreliğine çantasının içine bırakan bir kadına odaklanan ‘Ah!’la başladı. Peşinden, salon no.2’de, Yazig Mahmud Sıfatsız’ın metnini bir dans gösterisi olarak ele alan, Dicle Doğan’ın yönettiği ‘Terk-i Dünyam’ izlendi.

Tekrar Tevfik Fikret Salonuna döndüğümüzde, bizleri karşılayan eski Galatasaraylı Okan Bayülgen, okuldan abisi Ferhan Şensoy anısına ‘Kalemimin Sapını Gülle Donattım’ kitabından bölümler okudu. Kendini yönettiği, sahnelenmiş okuma tiyatrosunu da aşan olağanüstü performansında Bayülgen, Şensoy’un ruhun şad eden bir gösteri sundu. Tabii ki, Ferhan Şensoy’un olmazsa olmazı ‘İbne De Gaulle’ öyküsünü de unutmadan.

3- Saint Benoît Fransız Lisesi

Uzun günün son durağı Saint Benoît’nın bahçesinde karşılanan seyirciler izlemeye, Kerem Pilavcı’nın yazdığı, Ahmet Sami Özbudak’ın yönettiği, bitkilerin tat ve kokularına sevdalı Mehveş’in hikâyesi, ‘Bir Nebatın Gölgesi’ ile başladılar. Topkapı Sarayına Çeşnigir olarak gönderilen, dertlere deva, sadırlara şifa Mehveş, en büyük sınavını 1870 büyük Pera yangınında verecektir. Oyun okulun iki farklı salonunda, iki faklı oyuncunun Canan Atalay ve Ayfer Dönmez’in iki faklı yorumuyla izlendi.

Peşinden, Silüet Gösteri Salonunda, Ahmet Sami Özbudak’ın yazıp yönettiği, Bülent Emin Yarar’ın büyük başarıyla yorumladığı, gösterinin ve festivalin kapanış oyunu, on kuşaktır cellat, lanetli adamın öyküsü ‘Bab’ izlendi.

Festival, insanın ömründe ancak bir kez katılabileceği bir tiyatro olayıyla sona erdi. Seyircilerden hem geçen yıl hem bu yıl gelmiş olan, bu özel bölümde sahnelenen kimi çok güzel oyunun daha geniş bir izleyici kitlesine ulaştırılması talepleri karşılanma sürecine girildi: Geçen yılın en beğenilen oyunu ‘Güzel Son’ bu sezon Semaver Kumpanya’nın repertuarına alındı; sahnelenmeyi sürdürüyor.

Ahmet Sami Özbudak’ın Galata’da sürdürdüğü projesi Monologlar Müzesi, bu sezon tarihi Yuvakimyon Rum Kız Lisesinin büyüleyici atmosferinde, festivalin İstanbul hikâyeleriyle seyircileri gizemli ve etkileyici bir yolculuğa davet ediyor. Festivaldeki ‘1955’‘Regine’‘Aynı Anda İki Yerde’, ‘Müessif Bir Hadise’‘Ah!’ ve ‘Bir Nebatın Gölgesi’ şehrin ortak hafızasında, geçmişin izlerini sürmeye devam edecekler. 14 Ocak 15.00 ve sezon boyunca Yuvakimyon Rum Kız Lisesinde. Kaçmaz tabii ki!

Özbudak’ın benzersiz lanet öyküsü ‘Bab’ ve karanlık hikâyesi ‘Ateşbazlar’, ayrı ayrı profesyonel oyuncularca sahnelenmeyi hak eden çok başarılı metinler. Umarım yakın gelecekte onları da sahnelerimizde izleriz.

Hepinize sağlıklı, huzurlu bol tiyatrolu yıllar dileğiyle…

Şalom

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Erdoğan Mitrani

Yanıtla