“Bir Kocam VardiYa” Maske, Lecoq, Dank ve Daha Bir Sürü…

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Ferhan Petek

Adını ilk duyduğum anda beni heyecanlandıran ve izlemeden önce hakkında aldığım bilgileri duydukça bir an önce izlemek için sabırsızlandığım “Bir Kocam VardiYa” nihayet seyircisiyle buluştu. İstanbul, Bursa, Eskişehir derken diyar diyar gezeceğine ve çok talep göreceğine inandığım bu oyun daha ismiyle o tatlı kelime oyunuyla beni can evimden vurdu.

14 Nisan’da prömiyer yapan oyun aslında bir bitirme projesi. Okulu sırf okumuş olmak için okumayan, bitirme projesini sırf yapmış olmak için yapmayan bir anlayış ve özenle hazırlandığını zaten oyunu izleyince anlayacaksınız. Oyun ve ekip hakkında doya doya konuşmak istiyorum elbette ama bu kez oyuna gelene kadar birden fazla durağa uğramamız, birkaç isme selam çakmamız gerekiyor. Çünkü “Bir Kocam VardiYa”yı Dank’tan, maskelerden, Lecoq’tan bahsetmeden anlatmak içime sinmeyecek. Ekip bu anlamda da öyle bir cesaret örneği göstermiş ki… Neyse bunu, sıra oyuna gelince anlatacağım. Hangisinden başlayacağımı bilemediğim için en eski, en yaşlı olandan bugüne gelmeye ve bir zaman yolculuğu gibi ilerlemeye karar verdim. Öncelikle ilk durağımız maske ve Lecoq:

Çevirmenliğini bir dönem benim de çalışma fırsatı bulduğum için hala kaderime minnettarlık duyduğum Mine Çerçi’nin yaptığı “Şiirsel Beden – Yaratıcı Tiyatro Eğitimi” kitabının yazarı Jacques Lecoq (1921 – 1999), insanlık tarihi kadar eski olan ve tiyatronun her döneminde kendini göstermeyi başarmış maskeye, bu yolculuğunda bir dönem rehberlik etmiş önemli bir isim. Çağdaş tiyatronun maskecisi Lecoq, hareketlerin matematiği üzerine gitmiş ve her bir hareketin saf, soyut özelliklere sahip olduğu tespitinin peşinden gitmiştir.  Kendi adına bir okul kurmuş (Ecole Jacques Lecoq) ve burada amacına yönelik olarak oyuncunun fiziksel güdülerini açığa çıkartmak için oyuncunun yaratma eylemini, maske ve doğaçlama yöntemleri ile geliştirmeye yönelik çalışmalar yapmış, eğitimler vermiştir. Maske kullanarak oyuncuyu daha da geliştirmeyi hedeflemiş olan Lecoq, verdiği eğitimlerde oyuncuyu boş bir sayfa olarak değerlendirmesine yönelik olarak “Nötr Mask”a ağırlık vermiştir. Oyuncu ona göre kendini bu maskeye teslim etmeli ve onun mimiklerini engelleyen, yüzünü ve de sesini örten maskeye karşılık olarak bedeniyle hareketleriyle kendini var etmelidir. Oyuncuyu kısıtlıyor gibi görünse de aslında ona sınırsız ve sonsuz bir alan sunan bu yöntem belki uygulaması zor ama oyuncunun “enstrümanı” kabul edilen bedenini kullanması için geçerli ve değerli bir imkândır. Neyse çok fazla uzatmadan diğer durağa ilerleyelim:

Da-Dank!

Aslında kısaca bir “tiyatro laboratuvarı…” Hani derler ya her işi mutfağında tanırsın, öğrenirsin diye. Hah işte bu ekip, baş laborant Ali Bircan Teke ile birlikte mutfağı da aşmış daha da derine inmiş. Oblomov’un tembelliğindeki felsefeyi daha da derinine inip deşmiş, çöplerden değerli şeyler çıkar mı diye sahnede iki kadına diller döktürmüş, Medea’nın parmak izlerini almış olabildiğine özgür, özgün ve sınır tanımayan bir ekip bu ekip. Her oyun için seyirci anketleri de online olarak sitelerinde var. Çünkü gelişmeye, geliştirmeye, dönüşüme ve değişime açık, öğrenmeye her an aç bir ekip bu ekip. Tam adı ile Dank Laoratuvar Tiyatrosu; 2019 yılından bu yana Oblomovlaşma, İçinde Değerli Bir Şey Olabilir, Medea’nın Parmak İzleri isimli projeleri hayata geçirdi. Oyun diyemiyorum çünkü sadece oyun değil, çok fazla “şey” içeriyor. Kendilerini kendi ifadeleri ile anlatmışlar aslında. En iyisi ben burada debelenip durmayayım çok uzatmayayım da sözü onlara bırakayım:

“Bir araştırma tiyatrosu olarak kurulan Dank Laboratuvar Tiyatrosu, farklı disiplinleri bir araya getirerek, çağın ihtiyaç duyduğu sahneleme biçimleri üzerine çalışmalar yapmaktadır. Tiyatronun teorik ve uygulamalı tüm birimleriyle uygun disiplinler arası zemini oluşturmayı ve sonucunu gözlemleyebileceği projeler yapmayı hedeflemektedir. Elde ettiği somut verileri dünyaya açarak sahnelemede yeni uygulama alanları doğurmayı planlamaktadır. Bu verileri elde etme yöntemi her projenin kimliğine göre farklılık göstermektedir. Tiyatronun tasarımla ve içgüdüsel aksiyonla ortaya çıkardığı performans kültürünü, sosyoloji, psikoloji, felsefe, edebiyat, tarih, matematik, mimarlık vb. daha birçok farklı disiplinle yeniden ele almayı, bu sayede de günümüz postmodern yaşantısının içindeki konumuna etkisini ortaya çıkarmayı kendine vazife saymıştır. Dank Laboratuvar Tiyatrosu, bünyesindeki çalışmaları performansa dönüştürmeden önce bu çalışmaların araştırma konularını belirleyerek doğru soruların sorulduğu bir projeye dönüştürür. Bu sorular doğrultusunda gerekli disiplinlerle araştırmaya başlanan proje seyirci karşısına çıkacak bir performansa dönüşür. Bu performansın araştırmaya etkisi, sonuçları ve tüm analizleri dışarı aktarılarak nesnel hale gelen geri bildirimler eşliğinde sentezlenir ve bundan sonraki çalışmalar için referans olur. Tiyatronun yeni biçimleri, işlevleri ve etkileşim alanları, anın doğurduğu ihtiyaca göre ele alınır. Dank Laboratuvar Tiyatrosu performatif olanın diğer sanat dallarıyla ve çağımızdaki bilimsel, teknolojik, kültürel dönüşümleriyle ilişkisini inceleyerek, geleceğin tiyatro anlayışına dair önemli fikirlerin ortaya çıkmasını kendine amaç edinmektedir.”

Kimin kocası bu?

Önce oyunun kendi kendini nasıl tanıttığına bakalım. Diyorlar ki:

“Bir Kocam VardiYa aslında günlük hayatın çarklarının bize sunduğu yalnızlığı ve emek sömürüsünü konu olarak belirliyor. Oyun; bu kanıksanmış monoton hayatın içine kendi renkli dünyasını ekliyor ve ev içi yaşamla yalnızlığa bırakılan kadına, Lecoq penceresinden, eğlenceli bir açıyla bakıyor.”

Deniz Keyikci, Enes Turan, Selen Seval’in oynadığı oyunu Burak Çağatay Serinbaş yönetmiş. Dekorundan müziğine, afiş tasarımından maskelerine her şeyi ile hem devasa hem de rengârenk bir emek verilmiş. (Cümleye gizli kelimelerle göndermeler yaptım ama ancak izleyince anlarsınız. Tabi artık hangi şehirde yakalarsanız.) Sonunda “İyi de biz şimdi ne izledik?” dedirtmeyen nadir oyunlardan. Nadirliği de daha çok cesaret ettiği teknikten geliyor aslında. Sazlı sözlü oyunların bile bir telefon bildirimi ile harcandığı günümüzde dakikalar boyunca seyirciyi hipnotize eder gibi kendine bağlamak kolay iş değil. Bu noktada izninizle sahnede istediği zaman istediği boyutlarda olabilen, seyircisini oynadığı role göre etkisi altına almayı başaran Selen Seval’i birazcık öveceğim:

Oyunun çıkış noktası olan bitirme projesinin üreticisi, metnin yazanı ve oyuncusu Selen Seval’in, çocukken “Ay ne güzel taklit yapıyor bu, oyuncu olacak oyuncu!” ya da benzeri pohpohlamalar sonucunda kendini sahnede bulan biri olmadığı her halinden belli. Cesaretiyle, mimiklerinin engellenmesine rağmen beden hareketleri ile yüzünü hayal etmemizi sağlayan, hem hevesi boyundan büyük hem de yeteneği oyun boyunca taktığı maskeye sığamayan bir “tiyatro insanı.” Sadece oyun arkadaşları olarak hâlihazırda okulu devam eden iki gence güvenmesi bile ayrı bir cesaret işi. Ha o gençler de hakkını alasıyla vermiş o da ayrı konu. Oyuncu değilim ama bu Lecoq meselesini az buçuk ucundan bilirim. Zaten oyuncu olmama kararımın kesinliğini belirleyen durumlardan biri de bu tekniktir. Çünkü zor. En azından biz sıradan insanlar için. Maskenin ardında bir yüz, mimik yok, ifade yok. Oyunculuğun er meydanı! Duyguları bedeninle verdin verdin veremedi, geçmiş olsun. İşte bunu başarmış ekip. Lecoq’un yıllarca çırpındığı ve kendinden sonraki zamanlara taşımayı başardığı tüm öğretilerini uygulamış. Oyunun yolu açık olduğu belli, illa ki bir şehirde denk gelip izleyebilirsiniz. Bu yüzden çok da bahsetmemeye çalışarak kendimi tam da burada zor da olsa durduruyorum.

Tabi ki hiçbir şey olmadığı gibi bu çalışma da kusursuz değil. Örnek olarak müziklerin seçiminin ve yükseklik seviyesinin gözden geçirilmesine dair birkaç eleştiri duydum. Duydum diyorum çünkü bunu ben fark etmedim. Artık izlerken ekibin yarattığı dünyanın içine nasıl girdiysem duymadım bile. Beni sadece “mutfaktaki kargaşa” adını verdiğim sahne oyundan sadece birkaç saniyeliğine uzaklaştırdı. Ağır çekim kullanıldığı ve ağır çekim kullanıldığı sahneye bir nesne de dâhil edildiği için aradaki uyum sorunu azıcık rahatsız edici gibiydi. Elbette bir bildikleri vardır ama nasıl derler hah: “Bana geçmedi.”

Sonuç olarak; gidin izleyin.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Ferhan Petek

Yanıtla