Bir İnfazın Portresi: Boşuna Ölüyoruz!

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Sefa Babutçu

Yazan: Howard Barker
Çeviren: Ani Haddeler Pekman-Yavuz Pekman
Yönetmen: Zeynep Su Kasapoğlu
Yönetmen Yardımcısı: Ani Haddeler Pekman
Müzik: Alper Maral
Dramaturji: Yavuz Pekman
Işık ve Dekor Tasarımı: Cem Yılmazer
Kostüm Tasarımı: Hande Tomris Kuzu
Oyuncular: Serkan Keskin, Sarp Aydınoğlu, Yavuz Pekman, Sibel Altan, Sezin Bozacı, Hakan Atalay, Merve Dağlı, Merve Dizdar, Mustafa Kırantepe, Volkan Sarıöz, Serkan Tınmaz, Elif Ürse, Sabahattin Yakut

Çevre Tiyatrosu’nda Semaver Kumpanya tiyatro topluluğu tarafından sahnelenen “Bir İnfazın Portresi” adlı oyunu için salona alındığımızda ilk olarak gözümüze loş ışıklar eşliğinde sahnedeki dekor çarpıyor. Dekorun oyunun tamamında kullanıldığını çok sağlam bir şekilde sahnenin her tarafına dolanan iplerden ve büyük yatay tahta bir düzlem oluşturulmasından anlıyoruz. Sahneler arası geçişlerde bu iplerden yararlanarak değişik bir dekor oluşturacaklarını ve hızlı hareket edeceklerini oyun sırasında görebiliyoruz. Dekorun ipler yardımıyla açılır kapanır kapaklara, bir kapıya ya da pencereye dönüşüyor. Böylece gerçekçi tiyatrodan simgesel anlatıma geçiyoruz ki bu da bizim oyunda anlatılmak istenen katmanlara ulaşmamızı sağlıyor.

Oyun başladığında iç gıcıklayıcı kısa bir müzik duyuyoruz. Hemen sonrasında yerde yarı çıplak yatan bir adam ve onun resmini yapmaya çalışan bir kadın görüyoruz. Bu giriş oyunun bütünü hakkında bize bilgi veriyordu. Onların sevgili olduğunu öğrenmemiz ve kadının adama karşı ağır eleştirilerde bulunmasıyla ortam yavaş yavaş gerilirken adamın kadına karşı arzusu düşüyor ve sonrasında kadının adama karşı arzusu artıyordu. Git-gel yaşanan bu sahne insanın çelişkilerine dair düşüncelere dalmamıza neden oluyor, arzunun ve insan egosunun nasıl çatıştığı resmediliyordu. Kadın ressam Galactia ve sevgilisi Karpate arasında sanatsal bir çekişmenin de olduğunu gözlemliyorduk. Böylece sanatın yüce bir duygu olduğuna dair ön bilgi veriliyordu ki bu da bize sonradan olacakları anlatıyordu.

Galactia bu sahneden sonra savaşta kafasına ok saplanmış biriyle görüşür. Kafasına ok saplanan adam dünyada eşi benzerinin olmadığını hem bilimsel olarak hem de mucizevi bir dille açıklamaya başlar. Açıklamasındaki ilginç ayrıntılar seyircinin gülmesine neden olurken Galactia onun resmini çizmek ister ama bir yandan da bu insana, savaşı ve düştüğü durumu sorgulaması için diyalektik kurar. O anı hatırlatır. Adam resmini çizdirdiği için parasını alıp gitmek ister ama sorgulattığı bu acılar onun yüreğindekilerin uyanmasına neden olmuştur. Adamın kafasındaki ok ve vücudunun derisinin soyulup iç organlarının görülmesini Galactia dehşetle karşılar ve kendi acısını bir kez daha kanatır. Adam sahneden acı dolu bir halde çıkar. Ardından Venedik Cumhuriyeti Başkanı İnebahtı deniz savaşında elde ettikleri “başarıları”nı Galactia’nın çizmesini ister. Başkan görevi Galactia’ya verir. Ancak Galactia’nın bakış açısı İnebahtı deniz savaşında bir zafer kazanılması değildir. Savaşta bir kazananın olmadığını düşünmektedir. Bu düşünce Galactia için giderek ızdıraba dönüşmektedir. Artık kafasına ok saplanan adamın ne kafasındaki okun ne de vücudundaki organların açıkça görülmesi Galactia’yı rahatsız eder. Çünkü başta başkan olmak üzere herkesin vücudu kana bulanmış, iç organları dışarıdadır. Artık alışırız ve bunun adı bile geçmez.

Fakat Galactia’nın ilk başta ok saplanan adamdaki hayreti bir sonraki sahnede başkanın kanlı halini gördüğünde neden göremiyoruz? Bu seyirciye çok keskin bir geçiş olduğunu düşündürtüyor. Buranın biraz daha ilerleyen sahnelerde normalleşmesi daha gerçekçi duracaktı. Suni bir tavırla hayretinin bitmiş olduğunu görüyoruz. Olaya tersinden bakacak olursak, yani başkanın ve ok saplanan adamın vücutlarının açılmış olması sadece kadının bakış açısıysa, böyle olduğunu da seyircilere net bir şekilde vurgulamıyor. Böylece biz birkaç açıdan düşünme fırsatı buluyoruz. Ama bu düşünceler muğlak kaldığı için anlam karmaşasına da neden olabiliyor.

Galactia ve sevgilisi Karpate arasındaki aşk birbirlerine duyulan nefretle karışık bir ruh haline de bürünmüştür. Birbiri ardınca nefret cümleleri, kızgınlıklar ve hakaretler savrulurken bir anda süt liman olup aşklarının “yüce”liğini görebiliyorduk. Birbirlerine olan saygının ve sevginin bu kadar kaygan bir zeminde durması seyirciyi insanın açmazlarına götürüyordu.

Galactia savaştaki kana duyduğu ızdırapla resmi çizmeye karar verir. Başkanın kardeşi olan amirali çizecektir Galactia. Kendilerinin övülmesini ve kahramanlığını görmeyi bekleyen başkan ve amiral, Galactia’nın sanatı karşısında çıldıracaklarını düşündürtüyor. Galactia’nın ellerini çizmeye karar verdiği amiralin eş cinsel olduğunu da anladıktan sonra bir vahşetin, görünüşte kibar bir insan tarafından yapılmış olmasına dikkat çekilir. Galactia bu konuyla ilgili attığı tiratlarla dikkatimizi çeker.

Galactia’nın yaptığı bu resme başta başkan ve kardinal karşı çıkar. Kendisini savunması için sorular sorarlar. Cezalandırılacağı açıktır. Cellat gelip başında kendisini savunması için ısrar eder ama nafile. Celladın gelip bizzat kendisinin sorular sorması Galactia’nın düştüğü iki yüzlü iktidar savaşını da netleştiriyordu. Galactia kendisini savunmasının anlamsız olacağını bildiği için savunmaz. Kardinalin “yüce Venedik Cumhuriyeti’ne ihanettir” düşüncesiyle, yapılan sanatın anlamının yitirilmesi ve gerçeğin sorgulanmasına dönüşür. Gerçek nedir ve çizilen resim neyi ifade eder? Resimde milli manevi amaçlar uğruna ölen ve öldürülen insanların yansıtılmadığı ve sadece görünenin resimde yer aldığını Galactia’ya söylerler. Oysa başkan ve kardinalin istediği resimde, o ölümlerin amaçlarının da resmedilmesi ve kanın haklı bir boyuta ulaştırılması amacı vardır. Ne için savaşıyoruz ve ölüyoruz diye sorar oyun. Ardından da cevabı gelir kardinal ve Galactia arasındaki muhalefetle birlikte. Cevabımız tabi ki bir hiç uğruna ölmektir. Amaçların ne önemi vardır, önemli olan insanlıksa, neden birbirimizi öldürüyoruz sorusudur.

Hal böyleyken savaştaki “din için ölmenin ve öldürmenin yüceliği” ölümün soğuk yüzüne indirgenir ve ölüyorsak demek ki “yaşanılacak bir şey yok” der.

Oyunda Galactia karanlığa mahkum edilmiş, aynı proje sevgilisi Karpate’ye verilmiştir. Karpate’nin yapmaya çalıştığı resme her seferinde müdahale eden Başkan sonunda dayanamaz çıldırır ve resmin bir “ucube”ye benzediğini söyleyerek Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’na da alenen gönderme de bulunur. Oyunun başında Venedik Cumhuriyeti’nin, Türkiye Cumhuriyeti olduğunu düşünmeyen varsa, artık kendisini bu düşüncenin içerisinde bulur. Akla gazetecilerin ve yazarların hapse mahkum olduğu ülkemizdeki olaylar gelir ve ardı ardına sıralanan replikler bütün ölümlerin ve sanatın ayaklar altına alınma nedeninin “milli manevi değerler” olduğu vurgulanır. Milli manevi duygulara kuru bir saldırıda bulunmaz. İçi koflaşmış ve sürekli dillerinden düşürmeyenlerin “milli manevi değerler”i yerle bir edilir. “Milli manevi değerden daha üstün bir şey varsa o da insanlıktır, sizin söylediğiniz gibi insanlara zulmederek milli manevi duygular yüceltilmez” diyerek bütün iktidarlara bir tokat daha gelir.

Başkan kendisini sorgulamaya başlar ve Galactia’ya yaptığı bu haksızlığın farkına varır. Başkanın kardinalle yolları ayrılmış ve Galactia hakettiği yeri bulmuştur. Resim halka açık bir alanda sergilenmektedir. Uzaktan gelen biri yapılan bu sanat karşısında hayrete düşer ve bu “muhteşem eser”i yaptığı için Galactia’nın ellerini öper.

Toparlayacak olursak oyundaki bütün bu söylenenlerden sonra ortaya çıkan sorular: “Ne için ölüyoruz? İnsanlığımızı neyle sınıyoruz? Bütün bu ölümler karşısında sadece susacak mıyız?

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Sefa Babutcu

Yanıtla