Nâzım’ın Şiiri Tiyatro Olur Mu? Demek Oluyormuş!: “Kerem Gibi”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

Şiirindeki semantik (anlamsal) düzey, estetik bütünlüğe damgasını vurmuşken, diğer şiirsel öğelerin yanında ritim ve müzikalite şiirsel anlamın kurgusunda yepyeni tanımlar edinmişken, Nâzım Hikmet şiirinden beste yapılır mı diye “vakti zamanında” bir avaza çığırmıştım. İmge kurgusu ve yaratılan zihinsellik (yani fotoğrafik tasarım) önemli bir ritim olanağıydı Nâzım Baba’da. Sonra pek bilinen örneği yinelemiştim: “Çıkıyor kayık/iniyor kayık/devrilen/bir atın/sırtından inip/şahlanan/bir ata /biniyor kayık.” Burada, yinelenen “kayık” ve “iniyor-biniyor” uyağı ritmi güçlendirmiyor da, sen bestenle ona ritim mi katacaksın, diye çıkışmıştım “O, Mavi Gözlü Bir Devdi”yi iğdiş ederek besteleyene. Nâzım şiirinde ritmik yapılanma ve iç müzik, esas olarak şiirdeki imgesel kurgudan, fotoğrafik tasarımdan okura ulaşır, kim ona tını katmaya kalkışabilir ki, diye bağırıp çağırmıştım. Öyle ya, Nâzım şiirinde ses, vurgu, devinim, tonlama dâhil bütün iç ses öğeleri, imgenin ritmine hizmet ettiğine göre, bir o mu kalmıştı Nâzım Hikmet’in müziğine müzik katacak? Çok efkârlanmıştım!

Ne zaman ki (yanılmıyorsam) 2002 yılında Piyanist-Besteci Fazıl Say’ın “Nâzım”ını dinledim, ne zaman ki karma koronun ve senfonik orkestranın ifade olanaklarını bu denli cömertçe kullanarak yeri geldiğinde Nâzım lirizmine, yeri geldiğinde Nâzım şiirinin gür sesine, yeri geldiğinde Nâzım Hikmet’in o ünlü toksözlülüğüne, yeri geldiğinde Nâzım’ın duygusal trendine katkı sağladığına tanık oldum, inanın bana tüm söylediklerimden, düşündüklerimden üzüntü duydum.

Oysa aynı hatanın 1975 yılında da kurbanı olmuştum. Edebiyat sosyolojisi bağlamında ukalalık etmiş, düz yazı kurmaca türlerinin, özellikle de romanın anlatıyı tekeline almasıyla, anlatının şiirin alanından dışlanmaya başlandığını ve şiirin daha önceleri ancak bir tür olan “liriğin gettosuna itildiğini” savlamış, “şiirden tiyatro olmaz” deyip zannım o ki adam olmuştum. Sen misin böyle diyen! O tarihte Genco Erkal sahneye çıkmış, çıkmakla da kalmamış bütünüyle şiirlerden oluşmuş ilk oyun olan “Kerem Gibi”yi sahneye taşımıştı. Ne yaptığını bilen, omuzlarına aldığı ağır mı ağır görevin ağır mı ağır sorumluluğunu yüreğinin en derininde duyumsayan duayenin gözkülhanları altında izleyici koltuğunda ezim ezim ezilirken ukalalığın zulmünden kurtulmanın rahatlığını, gerçeği öğrenmenin tadını damağımda bulmuştum.

Şimdiii… Dostlar Tiyatrosu 2010–2011 sezonunda Genco Erkal’ın Nâzım’ın şiirlerinden uyarladığı, yönettiği ve oynadığı “Kerem Gibi-Nâzım Hikmet’le 35 Yıl” başlıklı oyunu; belgesel tiyatro olanaklarının aynı kavşakta buluştuğu bir ortamda yepyeni bir tiyatro dili kullanarak sahnelemekte. Oyun: “hava kurşun gibi ağır/bağır bağır bağır bağırıyorum/koşun kurşun eritmeğe çağırıyorum” dizeleriyle açılıyor. Sahnenin arkasını kaplayan perdede alevler görülüyor… Perdeye yansıyan filmler oyunun sonuna kadar Genco Erkal’a eşlik ediyor. Görüntüler kimi zaman dekor oluyor, somut bir mekânı gösteriyor; kimi zaman da tamamen soyut bir fon oluşturuyor. Gördüğümüz ya da ilk kez izlediğimiz fotoğraflar, film parçaları bunlar… Kurtuluş Savaşı, Küba Devrimi, Hiroşima, Nagazaki, 1977 yılındaki 1 Mayıs yürüyüşü, Nâzım’ın cenaze töreni, günümüzdeki Tekel işçilerinin direnişi… Balaban’ın, Celile Hanım’ın, Nâzım’ın, Gündüz Gölönü’nün tabloları, kolajları, gravürleri… Fazıl Say’ın portreler çizdiği mükemmel üstü müziği…

Ve Genco Erkal’ın uyarlaması… Nâzım gibi bilinç düzleminde çalışan ve sürekli gelecek günlere ilişkin umut aşılayan bir şairin psikodinamiğini değerlendirmek bu kadar mı başarılı olabilir? Yıllarca hapishanede tutulmuş, ardından isteği dışında yurdundan, çocuğundan uzakta kalmış, daha sonra da tümüyle ideolojik ölçülerle değerlendirilerek ya yersizce kötülenmiş ya da mitleştirilmiş bir şaire psikodinamik açıdan bu kadar mı yansız bakılır? İşin aslına, insan ruhunun derinine inmek için Nâzım Hikmet’in çocukluğuna, ilk gençlik yıllarına bu kadar mı zekice yaklaşılır?

Genco Erkal uyarlama işine, Nâzım’ın çocukluğundan yaşamının sonuna kadar girişimci bir kişilik yapısına sahip olduğunun altını çizerek başlıyor. Nâzım, haksızlıklara başkaldırır; yoksuldan, ezilenden yana tavır alır. Bu tür özellikleriyle, Nâzım’ın bütün psikoseksüel dönemleri olağan biçimde yaşadığını, ego savunma düzeneklerinden “yüceltme”yi kullanma kapasitesinin ve ego işlevlerinin üst düzeyde olduğunu anlatıyor. Sonra yaptığı işe bir bütün olarak bakıyor. Nâzım’ın şair kimliğini belirleyen asıl önemli öğelerin emperyalizm, ezilen insanlar, yoksul halk(lar), savaş ve benzeri dış sorunlar olduğunu kalın çizgilerle vurguluyor.

Genco Erkal, “Kerem Gibi-Nâzım Hikmet’le 35 Yıl” başlıklı oyunda Nâzım Hikmet’in şiir üzerine görüşlerini değerlendirirken biçim, ses öğeleri, öz ya da anlamı birbirinden ayırmadan bir bütün olarak düşünmemiz gerektiğini söylüyor. Seçtiği şiirlerde toplumsal yararı amaç gütmekle beraber, ideolojik kaygılarını da oyuna yansıtıyor ve bunu ilgili şiirlerdeki bazı sözcükleri seçip, ses unsurlarıyla birleştirerek sıklıkla yineliyor. Nâzım Hikmet şiirinin biçimlenmesinin asla rastlantılardan oluşmadığını ve Nâzım Hikmet şiirindeki biçimin nasıl özle birleştiğini gösteriyor. Nâzım’ın şiirini, iç ve dış unsurlardan birbirleriyle anlamlı ilgilere sokarak estetik bir kompozisyona kavuşturmak olduğunun bilinci içinde tonlamalarını anlamlandırıyor. Nâzım şiirinde ahengi sağlayan tüm unsurları öne çekiyor. Hacim bakımından biçim ya da görüntüye dayalı şekil denemelerini şiirde biçimi çeşitlendiren ve oluşturan alt başlıklar olarak kullanıyor. Şiirde kullanılan biçim ve anlam bütünlüğünü ses tonu değişimleriyle birbirine tamamlatıyor. Şiirin biçimini anlamın biçimi olarak kabulleniyor, şiirin bu iki öğesini birbirinden ayırmıyor, birbirinin karşısına çıkarmıyor, birbirleriyle çarpıştırmıyor. Biçimin biçimini değil, anlamın biçimini yeğliyor. Genco Erkal bu tutumuyla, bize Nâzım şiirinde biçimin özden ayrılmaz bir parça olduğunu, biçimin ritmi ve ahengi yakalatan en büyük öğelerden biri olduğunu edebiyat erbaplarından daha iyi anlatıyor.

Genco Erkal, Nâzım Hikmet şiirlerini teatral bir düzen içinde yorumlarken ses öğelerini özele indirgiyor. Başta ritim olmak üzere, uyak, ölçü, cinas, ses yinelemeleri gibi ses öğeleriyle şiirin tiyatro dilini oluşturuyor. Ses öğelerini anlam ile bütünleştirip Nâzım şiirini daha da etkili kılıyor. Vurgu ve tonlamalarıyla ses-anlam ilişkisini ön planda tutuyor. Sözcükleri genel anlamda heceleyerek, istediği sözcüklere istediği vurguyu yaparak okuyor. Bu da şairin anlatmak istediğini seyirciye geçmesine kolaylık sağlıyor. Örneğin “Kerem Gibi” şiirinde: “Ben diyorum ki ona:/– Kül olayım/Kerem/gibi/yana/yana//Ben yanmasam/sen yanmasan/biz yanmasak, /nasıl/çıkar/karan-/-lıklar/aydın-/-lığa/Hava toprak gibi gebe./…/ dizelerinde şairin kesme işaretleriyle ayırmış olduğu yerleri yavaş ve vurgulayarak okuyor. Ayrıca yinelenen sözcüklerde vurguyu kendine özgü ses tonuyla güçlendiriyor. Bu durum bize, şiirdeki iletiyi çok daha kolay ve daha rahat anlamamız olanağını sağlıyor. “Yana/yana” sözcüklerini bilerek ve isteyerek “yanayana” olarak söylüyor. Sözcüklere yüklenen anlamların farklılığını açıyor, belirginleştiriyor.

Kısacası Nâzım Hikmet, yoluna baş koyduğu davasının adamı olarak; duyguları, coşkuları, tutkuları, sevdalarıyla Dostlar Tiyatrosu yapımı “Kerem Gibi-Nâzım Hikmet’le 35 Yıl” oyununda Genco Erkal’ın sesi ve mükemmel vücut dili estetiğiyle yaşıyor, yaşatılıyor.

Genco Erkal, geçmiş yıllarının önünde daha bir yükselir ve uçsuz bucaksız yücelirken, Nâzım’ı anlamayanlara anlatıyor, anlayanlara tanıtıyor. Ve diyor ki: “– Kül olayım/Nâzım/gibi/yana/yana//Ben Nâzım’ı anlatmazsam/sen anlamazsan/biz Nâzım’ı tanımazsak,/nasıl/çıkacak/bu karan-/-lıklar/aydın-/-lığa…”

Karanlıkların aydınlığa çıkacağı gün, hâlâ bekleniyor!

“GÖZLEMEVİ”NİN GÖZLEME NOKTASI

FAZIL SAY GENE DÖKTÜRDÜ

11. Uluslararası Antalya Piyano Festivali başladı ve Fazıl Say birinci gün “Nirvana Yanıyor-Nirvana Burning” başlıklı bestesini Türkiye’de ilk kez seslendirdi. Eserini Şef Howard Griffiths yönetimindeki Antalya Devlet Senfoni Orkestrası eşliğinde icra eden Say, dinleyenleri içlerindeki cennete götürdü, huzuru tattırdı. Sonra yeri geldiğinde acılarımızı anımsatırken bizleri korkularımızla tanıştırdı. Eski Anadolu modlarından oluşan Nirvana teması konukları büyülerken, orkestra mutlu ve antik ebemkuşağı renkleri yaratarak müthiş bir tını güzelliğine dinleyicileri ortak etti. Konserin son bölümünde Patricia Kopatchinskaja ile birlikte gene kendi bestesi olan Piyano ve Keman için Sonat’ı çalarken, ruhsal derinlikler içeren geleneksel müziğimiz esintilerini de salona yaydı. Saklı tuttuğu anıları notaların arasından çekti çıkardı. Fazıl Say, bu kez de ayakta alkışlandı.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla