Kürt Cemali'nin Adını Anmaktan Bugün Hala Kaçınmak Ahde Vefa mıdır?

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Editörün Notu: Son dönemde bir televizyon dizisi nedeniyle yeniden gündem olan Haldun Taner’in Keşanlı Ali Destanı adlı oyunu üzerine bir süre önce Mimesis Portal sayfalarında çeşitli yazarların katılımıyla bir tartışma başlamıştı. Özellikle Yaşam Kaya’nın oyunun yazılmasına ilham veren Altındağlı Kürt Cemali efsanesine atıfla kaleme aldığı Keşanlı Ali Ne zaman Kürt Cemali Olacak? başlıklı yazının ardından başlayan tartışmalar bir yazarın gerçek hayattan alınma bir olay üzerine çalışırken, bu olayın orijinal ayrıntılarına kendi yapıtında ne oranda sadık kalacağı ve bunları ne oranda değiştirebileceği yolunda çok farklı yaklaşımların ortaya çıkmasına neden olmuştu. Daha sonra tartışma belli bir noktanın ötesine geçmedi ve aşamalı olarak sönümlendi. Ancak geçtiğimiz günlerde, Yaşam Kaya’nın söz konusu yazısına eklenen bir yorumun konuya çok farklı bir boyut kazandırabilecek olduğunu düşünüyoruz. Mustafa Nuri Günder’e ait olan bu yorum şöyledir:

“Gazeteci Mehmet Kemal’in Mayıs 1982 de Cumhuriyet Gazetesinde sözünü ettiği, yani Haldun Taner ile tanıştırdığını bildirdiği Altındağ’lı Av. Şefik Günder’in oğlu ve tek mirasçısıyım. Rahmetli Babam’ın emek verdiği, derlediği ve aktardığı bu güzel hikayenin isminin değiştirilmiş olmasından ben de rahatsızlık duyuyorum. Ama bu yanlış gelişmeye müdahil olup olamayacağımı bilemiyorum. Altındağ’ın, Atıfbey’in ve nihayet babamın kahramanı… Kürt Cemali…”

Mimesis olarak olaya farklı bir katkı sunması söz konusu olan Sayın Mustafa  Nuri Günder ile iletişime geçerek aşağıdaki söyleşiyi yaptık. Söyleşinin benzer yeni sözlü tanıklıklara da vesile olabileceğini düşünerek okuyucularımızla paylaşıyoruz.


Çocukluğunuzun ve gençliğinizin Altındağ’ı nasıl bir yerdi? Bize anlatabilir misiniz? Orada yaşayan insanların sosyolojisi, ekonomik durumları, kültürel yapıları hakkında bilgi verebilir misiniz?

Ailemizin Ankara’daki hikayesi, Hüseyin Dedemin çocuklarını okutabilmek amacıyla Yozgat’dan Ankara’ya göç etmesiyle başlar. Küçükken büyüklerimden, dedemin Ankara’daki içkili lokantalarda garsonluk yaparak hayatını kazandığını dinledim. Babam Şefik Günder dört kardeşin en büyüğü idi. Gazi Lisesi’nden sonra Ankara Hukuk Fakültesini bitirmiş. Üç kız kardeşi vardı ve üçü de iyi eğitim almıştı. En küçük halam da üniversite mezunuydu. Dedem çalışarak biriktirdiği para ile Altındağ’da bir ev almayı da başarmış. Dedemin vefatından sonra ailenin sorumluluğu babamın omuzlarına yüklenmiş. 1951 yılında annemde bu eve gelin gelmiş. Annem  bir “mübadil” kızı idi, Selanik yakınlarından, Hurpişta’dan göçmüşler Altındağ’a.

Altındağ’daki evimiz; semtin “Kürt Mahallesi” diye adlandırılabilen bir bölümündeydi. Kapı komşularımız ve babamın arkadaşları çoğunlukla Kürt kökenliydi. Halalarımın hürmetle andığı Tahsin Yaman, Feridun Tümer, Kürt Celal bunlardan bazılarıdır. Kuşkusuz Kürt Cemali’de

Tablo bu… rengarenk bir Altındağ… Kimi Yozgat’dan, kimi Doğu’dan, kimi Mübadil. Hani diyor ya oyunda: “Kürdü, Lazı, Pomağı…” Çokkültürlü, çok hareketli, ama her zaman hararetli… Ortak payda geçim derdi. Sokakta dört kişiden en az ikisi Kürt, biri Alevi. Karakteristik bir varoş… İnsanlar geçinebilmek için çalışmak zorunda. Yerel ve genel seçimlerde oylar açık farkla CHP’ye gidiyor.

Ama ben Altındağ’da hiç bulunmadım… Yukarıda anlattıklarım, aile büyüklerimden aktarılanlar. Doğum yılım 1954. O tarihte ailem Ankara’nın Bahçelievler Semtine yaşıyorlardı. Ben ilk ve orta öğrenimimi Bahçelievler’de tamamladım.

Babanız bu çevrelerde nasıl bir kişi olarak tanınırdı? Kendisini nasıl konumlandırmayı tercih ederdi?

Çevrede eğitimli insan parmakla sayılacak kadar azmış o dönemde! Bu yüzden babam, “hele Hukuk tahsili nedeniyle” çevresinde büyük ilgi ve destek görmüş. Sanıyorum çevremizdeki Kürt dostlarımızın etkisi ile… Halalarım okula gidip gelirlerken Bentderesi ve malum çevresine rağmen “Şefik’in Bacıları” fısıltısı duyulur, asla sataşan olmaz ve herkes kenara çekilip ceketlerini düğmelermiş. Annem, Atıfbey ve Altındağ’ın en güzel kızlarından biri ve onların sözlülük ve nişanlılık dönemlerinde etraflarında bir koruma kalkanı oluşmuş. Annemin göz alıcı güzelliğine rağmen, onların dalgalarına kimse taş atamazmış.

Kürt Cemali’nin ününün yayıldığı dönemde, Altındağ’daki işsiz-güçsüz takımı bu erdemli kabadayının yanına kapılanmaya çalışırken, babam anlaşılan “birileri”nin talimatı ile hep uzaktan korunmuş. Yani, belki de çevresi babamı konumlandırmış, “bu çocuk okusun” diye.

Halalarımın ifadesine göre, babamın alçakgönüllü ve yardımsever bir yaradılışı varmış. Eğitim ve öğretimi sonucu oluşan kültürel mesafe dostluklara yansımamış, çevresindeki dostlarının sorunlarına her zaman duyarlı olmuş.

Babanızın Haldun Taner’le ve Ankara’da yaşayan diğer aydınlarla ilişkileri nasıldı? Haldun Taner ile tanışıklığı nasıl başlamıştı ve nasıl devam etti?

Babam 07.03.1966 tarihinde kalp rahatsızlığı sonucu vefat etti… Ben o tarihte henüz 11 yaşımda bir çocuktum. Babamı sorduğunuz anlamda tanıma fırsatım olmadı. Eğitimimizle yakından ilgilenmiş ağabeyim (rahmetli) Sahir’i Galatasaray Lisesi’ne yatılı göndermişlerdi. Annemden, annemin babası ve halalarımdan öğrendiğim kadarıyla, Av. Şefik Günder okuyan ve yazan bir insan. Tüm klasikleri okumuş. Evimizde başta Rus Klasikleri olmak üzere bir yığın kitabı olduğunu biliyorum. Annem, babamın bazen sabahlara kadar yazılar yazdığını anlatırdı. Babamın şiirlerinden ve kimi yazılarından oluşan Güldeste adlı bir şiir kitabı olduğunu küçük halamdan öğrendim. “Normalden büyük sayfaları olan, açık yeşil kapaklı, kalınca bir kitaptı” diyor ve muhafaza edemediği için mahcup olduğunu söylüyor. Yayıncılık çalışmaları olduğunu da biliyoruz. Ancak bu çalışmalarından elimizde sadece, 1963’te Günder Yayınları’ndan çıkan ve Cavit Yamaç’ın Curzio Malaparte’den çevirdiği Darbe-i Hükümet Sanatı adlı kitap var.

Bir süre GİMA’nın Avukatlığını üstlenmiş. Ancak mesleğine uzun süre devam etmemiş, Hastalanana kadar serbest ticaret, şişe ve cam atelyesi işletmeciliği, deterjan üretim ve pazarlaması gibi işler yapmış. Başta İtalya olmak üzere Avrupa’ya seyahat etmiş. İyi kazanmış, çok da harcamış… Hızlı yaşamış…

O zamanlar Ankara Ulus’ta bir Rus’un işlettiği ve işletmecisinin ismiyle anılan Karpiç isimli bir meyhane varmış. Ben de son zamanlarını hatırlıyorum. Ankara’nın yazar-çizer, gazeteci ve aydınları buraya takılırmış. O tarihlerde kalem ürünleri pek para getirmediği için pek çoğu –yenisini isteyemeyecekleri için- bardaklarını bir türlü bitirmezlermiş.

Babamın Karpiç’de masası her zaman ayrılır, oraya kimse oturmazmış! Para bol ya…annem şikayet ederdi…bir mesen tavrıyla kimilerine gizliden içki-meyve falan göndertirmiş. Çetin Altan’ın birkaç yazısında adı, benzer şekilde geçmişti. Fikret Otyam ve ailesi ile ailemiz birlikte Marmara Adası’na tatile gitmiştik. Annem ve halam Turan Güneş’le olan arkadaşlıklarından ve birlikte “Ortanın Solu” kavramına nasıl kafa yorduklarından bahsetmişti.

Babamın yayıncılıkla olan ilgisi ve Karpiç geceleri sayesinde pek çok gazeteci, yazar ve aydınla tanışıklığı vardı ve dostluklar, arkadaşlıklar başlamıştı. Cumhuriyet yazarlarından Sayın Mehmet Kemal ile de Karpiç’de çok kadeh kaldırmışlıkları vardı… Ve Haldun Taner’le tanışma Mehmet Kemal aracılığı ile oluyor. Devamında, herkesin bildiği gibi Haldun Taner Kürt Cemali konusunu soruyor. Kürt Cemali’yi en iyi bilenler babam ve aile dostumuz Tahsin Yaman. Ama o güne kadar Kürt Cemali’nin yaşam öyküsü konusunda Babam çok mesafe katetmiş. Haldun Taner’le görüşmeye giderken elinde günlerce sabahlara kadar hazırladığı dosyalar ve klasörler varmış.

Haldun Taner Keşanlı Ali Destanı adlı oyununu yazmak için ön araştırma yaparken Altındağ’da yaptığı gözlemlerin öneminden bahsetmişti. Bu konuda siz neler söyleyebilirsiniz?

Bu konudaki tartışma süreci izlendiğinde, Haldun Taner’in, Ankara’da Kürt Cemali’nin öyküsü ile ilgilendiğini, Sayın Mehmet Kemal’in Türkiye’nin Kalbi Ankara adlı yazı dizisinden açıkça anlıyoruz. Kürt Cemali’nin yaşam öyküsü o tarihte çok ilgi çekiyordu. Adına ağıtlar-türküler yakılması, binlerce Kürd’ün toplanması, intikam süreci vs. Yani Haldun Taner’in Altındağ’a gelişi açıkça Kürt Cemali içindi.

Babanız ve siz oyundan ilk ne zaman haberdar oldunuz? Oyunu okuduğunuzda nasıl değerlendirdiniz?

Babam’ın, kendi yaşamında çok değerli bir yer tutan Kürt Cemali’nin öldürülmesine duyarsız kalması düşünülemezdi. Kürt Cemali’nin öyküsünü yazacak bilgi ve birikime sahipti. Bizler, eskiden beri, “Kürt Cemali’nin Yaşamı”nın -ya da adı herneyse- babam Şefik Günder tarafından kaleme alındığını, bu konudaki çalışmasından Karpiç’de Mehmet Kemal’e ve diğer dostlarına sözettiğini düşünüyoruz. Sanırım Haldun Taner, babamdan öyküyü tiyatro eseri haline getirmek üzere istemiş olmalı…Öykünün tiyatro eseri olması konusunda, babamın çok saygı duyduğu (rahmetli) Tahsin Yaman’ın da racon kesmiş olması muhakkak. Ancak annemin sözünü ettiği, sabahlara kadar hazırlanan dosya ve klasörler geri gelmediği için, çalışmanın orijinalleri elimizde yok… Şu ana kadar başka somut kanıt da yok.

Bu süreç sonunda Haldun Taner öyküyü, “Keşanlı Ali Destanı” adıyla oyunlaştırdı. Babamın oyundan ne zaman ve nasıl haberi olduğunu bilemiyorum. Kahramanın adının değiştirilmesi konusu babama sorulsaydı herhalde razı olmazdı. Öyle görünüyor ki babam ve Tahsin Yaman derleme veya yazıları Haldun Taner’e verirken, Kürt Cemali’nin hatırasını yaşatmak istemişlerdi. Gençlik yıllarımda evimizde Keşanlı Ali Destanı’nın iki ayrı baskısı vardı. Beğenerek okuduk… Hele Rahmetli  annem tekrar tekrar okur, her seferinde kendi yaşamlarından bir şeyler bulur, bazen güler, bazen ağlardı. Oyunu izlemedim… Genco Erkal ve Gülriz Sururi’yi kaçırdığım için üzgünüm.

Altındağ’ın Kürt Cemali’sinin bu denli ünlü, hatta bir halk destanı kahramanı olmasını sağlayan şey neydi? Bugün Kürt Cemali’nin hayatı ve savunduğu fikirler unutulmuş durumda. O zaman babalarınız ve sizler için bu tarihsel figür ne anlam ifade ediyordu? Bugün hatırlanmıyor olmasını neye bağlıyorsunuz?

Halk, içinden çıkan birinin destansı yaşantısında, kendi yaşantısından parçalar bulduğu için onu benimsiyor ve “baş tacı” yapıyor. Kürt Cemali’nin babam ve ailem için önemini yukarıdaki bölümlerde anlatmaya çalışmıştım. Ahde vefa insanın en güzel duygularından değil mi?

Haldun Taner’in oyunundaki Keşanlı Ali karakterinin Cemali ile ne gibi ortak noktaları olduğunu düşünüyorsunuz? Yazar neden bu paralellikleri yok sayma eğiliminde olmuştur sizce?

Aynı kişiler olduğu malumumuzdur. Kitap ve oyunda Keşanlı Ali’nin Trakya şivesi kullanmadığı, aksine açıkca doğulu olduğunu anlatan replikleri bunu göstermiyor mu? İsim Trakya’dan, konuşmalar ve racon Doğu’dan… hani altı davul-üstü şişhane mi derler, neyse… bu acemice değilse, acelecedir… Yani mevcut bir metinden, isimleri farklı olarak bir oyun metni oluştururken gözden kaçmış gibi görünüyor. Diziyi izleyenler farkına varmışlardır… Aradan bunca yıl geçmiş, bunca edebi ve siyasi tartışmaya konu olmuş, Keşanlı Ali Trakya şivesini yeni yeni öğreniyor. Pes yani…  Haldun Taner’in, oyunu yazarken kahramanın ismini değiştirmesinin, o günün koşulları ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Hani “Kürt Cemali deseydim oynamazlardı” demiş ya… Yazarın tercihi. Yoksa babamla pazarlıkta anlaşamadılar da ondan mı aceleyle isim değişti? Bilmiyorum, bu da bir olasılık…

Özellikle son yayına giren dizi nedeniyle Keşanlı Ali yeniden Türkiye toplumunun gündemine girdi ve muhtemelen kısa sürede tekrar popülerleşecek. Bu konudaki görüşleriniz nelerdir?

Asimilasyon politikaları iflas etti. TRT’de Kürtçe yayın yapılıyor. Ulusal kanallarda Güneydoğu dizileri yapıldı ve reyting aldı. Yani köprünün altından çok sular geçti. Günümüzde Keşanlı Ali dizisinin,  kahramanının hatırasına hürmeten “Kürt Cemali Destanı” adıyla yayına sokulması çok da büyük bir risk içermiyordu ve biz şahsen böyle olsun isterdik. Bir de hiç olmazsa derleyen sıfatı ile Şefik Günder isminin zikredilmesini… Tahsin Yaman’a da bir teşekkür gerekmez miydi?  Ahde Vefa yani!

 

Paylaş.

2 yorum

Yanıtla