‘Genco’: Bir Sihirbazın Öyküsü

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Zehra İpşiroğlu

Sevgili Genco

Pandemi günlerinde geceni gündüzüne katarak senaryosunu yazdığın, Genco, Tiyatroya Adanmış Bir Yaşam belgeselini (yönetmen: Selçuk Metin) dün hüzün, sevinç, mutluluk, umut gibi karmakarışık duygularla izledim. Evet  umudu anlatıyordu bu belgesel, sevgiyi, direnmeyi  anlatıyordu.  En güzeli de bizi bu belgeselde  gezdirdiğin her tiyatro mekânı,  bize anlattığın her öykü, tasarladığın, sahnelediğin, oynadığın her oyun  bir ışık şeridi gibi gözümün önünden geçerken yıkıntılar, beton yığınları, çirkinlikler yavaş yavaş  hiçliğe karışıyordu. Geçmişe uzun, yok hayır  çok ama çok  kısa bir yolculuk…İzlerken zaman duygumu yitirdim sanki, zaman durdu mu, yoksa tersine, bir anda geçip gitti mi bilemiyorum. Rüya gibiydi. Ama güzel bir rüya umut ve ışık dolu.

Bu belgeseli uzun uzun yazmak, daha görmemiş olanlara anlatmak istedim ama içim öylesine geçmişe yaptığımız yolculukla doluydu ki, seninle konuşmayı öyle istiyordum ki birden sana mektup yazdığımı fark ettim. Oysa bu satırları kaleme almadan az önce  bu belgesel üzerine  seninle uzun uzun konuşmamış mıydık? Doğuşunu, gelişimini biliyordum, bana yabancı olan hiçbir  şey yoktu, öyle değil mi?  Hayır öyle değil , çünkü her şey  hem çok yeni hem de heyecan vericiydi.

Seninle tiyatronun büyüsünden çok söz etmişizdir, o an orada olmanın yarattığı yoğun  enerjiden, sahneden izleyici salonuna, izleyiciden sahneye akan enerjiden… Bir gün sinemada da benzer bir şey yaşayacağımı hayal bile edemezdim. İşte tıpkı tiyatroda olduğu gibi sen karşımızdasın ve anlatıyorsun. Ve tıpkı bir sihirbaz gibi sinemanın sınırlarını kırarak  belgeseli  tam bir  tiyatro şölenine dönüştürüyorsun.

TIPKI BİR YAP BOZ OYUNU GİBİ

Farklı zaman ve mekânlara bir yolculuk: Karaca Tiyatrosu, Ali Paşa Hanı, Taksim Gezi, Arena Tiyatrosu, Küçük Sahne, Ses Tiyatrosu… Yeni projeler,  yeni heyecanlar,  çalkantılar, darbeler, korkular, baskılar, umutlar… Baro  Han’da sandalyelere kazılmış  devrimci sloganları silme telaşı, tiyatronun basılması, evinde arama yapılması, soruşturmalar, yasaklar, saldırılar… Hiçbir şey değişmiyor ki duygusunun yarattığı çaresizliği kıran yepyeni oyunlar ve umutlar. Tıpkı bir yap boz  oyunu gibi bir araya gelen  küçük mozaik parçaları… Anlattıklarınla bizim deneyimlerimizin, yaşantılarımızın iç içe girmesi, çoğalması…

Galile’nin Yaşamı,  Aslan Asker Şvayk, Güneşin Sofrasındayız,  Arturo Ui, Soruşturma, Havana Duruşması,  Aymazoğlu ve Kundakçılar, Kerem Gibi, Sivas 93, Kafkas Tebeşir Dairesi   ve şu an adını anmadığım her oyunun yaşadığımız döneme dair bir şeyler söylemesi, bize dokunması, bizi heyecanlandırması, düşünme, sorgulama ve eleştirme yetilerimizi geliştirmesi. İzlediğimiz  her oyunun toplumsal belleğin unutulmaz bir parçasına dönüşmesi. Tiyatroyla örülmüş dopdolu bir yaşamın izleyicinin yaşamıyla kaynaşması, bütünleşmesi.

Tiyatro büyüleyici bir mekânsa, biz de şu an bu belgeselde bu anın tam içindeyiz.

Bugün herkesin soluğunu yurt dışında almaya çalıştığı bir dönemde bu belgeseli izleyen günümüz genç  sanatçısı belki de kendine soracaktır “Değer miydi bu  kadar mücadeleye?”

Bence değer. Çünkü ödülü büyük.  Bu satırları okuyanlar belki inanmayacaklardır ama ödülü para değil, dahası ün ve alkış bile değil.  Ama aşk ve sevgi… Aşk anlık bir enerji patlamasıdır, insanı kanatlandırır, uçurur, sevgi ise  bilirsin çok içten, çok özgün ve kırılgan bir duygudur,  yeşermesi ise zordur, büyük bir  emek  ve özen ister. Tiyatro aşkı ve tiyatro sevgisi ise bir insana duyduğumuz sevgi kadar yoğun bir duygu olarak belki de ödüllerin en büyüğüdür. Bunun değerini de ancak tatmış olan bilir, değil mi? Ün ve alkış ise bir tiyatrocu için kaçınılmaz olsa bile başlangıç değil sonuçtur sadece.

‘BİZ NE ŞANSLIYIZ Kİ’

Belgesel bittiğinde bir arkadaşım derin bir rüyadan uyanır gibi “Biz ne şanslıyız ki bütün bunları yaşamışız” diyordu…

Evet şanslıyız, bense özellikle çok şanslıyım, neredeyse kırk yıla yakın bir dostluğumuz olduğu için, bazı  projelerinde üretime katıldığım için, her yeni projenle benim de tiyatro yaşamıma zenginlik kattığın için  ve tabii ki benim kuşağımdan olan herkes gibi seninle hiç de kısa olmayan bir zaman dilimini paylaştığım için.  Biliyor musun yaş almanın hiç de  kolay olmadığını hissettiğim anlarda  bu yaşadıklarımı düşündüğümde kendimi gerçekten çok şanslı hissediyorum.

Peki ama bu belgeseli izleyen gençler acaba ne düşünmüşler ve  hissetmişlerdir?  Bunu çok merak ediyorum. Merak ettiğim bir şey daha var, bu belgesel yurt dışında, özellikle de Avrupa ülkelerinde  gösterildiğinde acaba ne tür tepkiler uyandıracak?  Tiyatronun  bizde  batı ülkelerinden farklı bir değeri ve anlamı olması insanları şaşırtacak mı, tuhaf mı gelecek? Ya da bizim gibi çalkantılı olan ülkelerde acaba nasıl alımlanacak?  Dileğim Genco belgeselinin yolunun açık olması ve farklı kuşaklardan ve kültürlerden olabildiğince çok izleyiciyle buluşması.

Bol tiyatrolu ışıklı günlere sevgili Genco

Her zaman dostlukla 

Zehra

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Zehra İpşiroğlu

Yanıtla