Her Şey için “Mersilerden Bir Demet” Ferhan Şensoy

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Pınar Erol

Ferhan Şensoy ile ilk kez 16 Haziran 2011’de Erol Günaydın belgeseli için bir araya geldik. Yer elbette Ses Tiyatrosu. Elbette diyorum çünkü “içinden tiyatro geçen bir ev” orası. Onun olduğu kadar tiyatrocuların da olan. Kaybettiğimiz nice tiyatro insanına son kez veda ettiğimiz; özel tiyatroların, dertleşmek, çözüm aramak, birlik olmak için buluştuğu; birçok galanın, prömiyerin ücretsiz yapıldığı ve öğrencilerin kimliğini gösterip bedava oyun izlediği bir ev. “Dayanışma” sözcüğü onda çok doğru tınlıyor. Kimin sahneye ihtiyacı olsa, Ses Tiyatro’sunun kapıları açılıyor. İçtenlikle… O gün de belgesel çekimi için kapılarını bizim için açmış, kendisi de bitişikteki evinden gelmişti. Tiyatronun kulisinden evine giden bir yol var. İnanılmaz değil mi? Kendisine boşuna “Pera’nın hayaleti” demiyor. Gece gündüz orada nöbet tutup yıkıcılara musallat oluyor. Çok da iyi yapıyor! O gün buluşma sebebimiz Erol Günaydın. Onun gençlerle yakaladığı diyaloğu konuşuyoruz ve ben Ferhan Şensoy’a sürekli “sizin gibi gençler, gençlerin dili” gibi şeyler söylüyorum. Bunu, o sene altmış yaşında olan birine, kırk bir yaşımda söylemek garibime gitmiyor. E on sene sonra da kendi diyor zaten: “Ben genç ve yeni bir yazarım” diye. Nereden bilelim!

Hikâye şöyle: Erol Günaydın, balık pazarından alışverişini görmüş evine giderken Papirüs’e uğruyor. Hamit Benli, Metin Deniz, Ferhan Şensoy da bir masanın etrafındalar. Hamit Benli, Fransa’da program dergisinde Ferhan Şensoy’un ismine rastladığını, sorup soruşturduğunda onun Türkiye’ye döndüğünü öğrendiğini anlatıyor. “Magic Circus”tan bahsediyor. Bu konuşma Erol Günaydın’ı heyecanlandırınca hemen masaya ilişiyor ve evi arayıp gecikeceğini haber veriyor. Ferhan Şensoy, Türkiye’de böyle bir şey yapmayı düşündüğünü ve kendisiyle de çalışmak istediğini söylediğinde “yapmak istediğin tiyatro çok güzel ama bunun için 25 deli lazım. Türk tiyatrosunda 25 deli yok ki” cevabını alıyor.

Aradan 10-11 yıl geçiyor, Ferhan Şensoy 1987’de “Nöbetçi Tiyatro”yu kuruyor. Oradan Rasim Öztekin’ler, Levent Ünsal’lar çıkıyor. “Şahları da Vururlar” uzun turneden döndüğünde, yokluğunu fırsat bilen kediler, Ferhan Şensoy’un Ayazpaşa’daki bahçesine yerleşiyor. Hilmi Bakkal’ın önünde, komşusu Zehra İpşiroğlu’nun babası Mazhar Şevket Bey ile karşılaşıyorlar. Sohbet sırasında yine devlet yardımından muaf olduklarını (!) öğrenen Mazhar Şevket Bey, ona Enka’nın oyun yarışmasına katılmasını öneriyor. Ferhan Şensoy, tiyatroyu yarıştırmayı doğru bulmadığından başta bu fikre omuz silkse de, “kazanırsan, bir oyun kazanmış olursun” sözüyle Hilmi Bakkal’dan bir top kâğıt alıyor ve bahçesindeki kedilere “Savulan Lan Kediler, İstanbul’u Satıyorum” diyor. Oyunu yazdıktan sonra Erol Günaydın’ı arıyor ve 24 delinin hazır olduğunu, 1 eksiklerinin kaldığını bildiriyor. Münir Özkul da uzun yıllardan sonra evden çıkmaya ikna edilince provalar başlıyor. Kız Kulesi’ne yol yapılacak, orası turistik tesis olacak diye yazarken bilim kurguyu hedefliyor. Bir de bakıyor ki daha kaleminin mürekkebi kurumadan dedikleri gerçek oluyor. Dönemin belediye başkanı Bedrettin Dalan, Tarlabaşı’na kepçeyle giriyor. Bunu duyunca Erol Günaydın, Münir Özkul, Baykal Kent, Rasim Öztekin’le birlikte provadan çıkıp greyderin önünde fotoğraf çektiriyorlar. Oldu mu size en belgeselinden oyun afişi!

Ateş gibi biri… Öyle üretken, öyle donanımlı, öyle cevherli ki ölümü onunla yan yana düşünemiyor insan. Şeytan tüylü bir haylaz, başkaldıran bir kalem, isabetli bir taşlama ustası, hazırcevap bir dil cambazı… Meddahlığın filozofluk olduğunu biliyor. Onun o çağcıl meddahlığında eskiyle yeninin sarılışı var. O kıvrak zekâsıyla ezberinizi bozuyor. Karşısında afallıyorsunuz. Şoku atlatıp bu yüksek kavrayışa ayak uydurabilirseniz, hayranlık duyuyorsunuz. Seslerden, sözlerden, ahenkten, argodan türettiği kelimelerden ve ardı ardına eklenen soluksuz cümlelerden Ferhan’ca bir dil yaratıyor. O kimselere benzemeyen diliyle bir çığır açıyor.

Şimdi filmi daha da başa saralım. Bir gün, Çarşamba Belediye Başkanı olan babasının makam odasında oynarken içeriye bir adam giriyor. Babası gelen kişiye ilgi gösteriyor, eski bir dostu karşılar gibi karşılıyor: “Çarşamba’ya hoş geldiniz Kemal Bey!” Çarşamba’ya hoş gelen Kemal Bey, babasının odasından maroken koltuk, sehpa, sandalye ve benzeri eşyayı beğeniyor. Bir de halı bulunursa, yeter, diyor. “O akşam ırmak kıyısındaki sinemada, bizim evin bir halısı üstüne, babamın odasının değişik yerleştirilmiş bir biçimi olan dekor içinde, iki perde komedi oynuyor Kemal Bey ve Arkadaşlar Topluluğu.” Tiyatroya destek veren ve sanatseverliği tescillenen bir ailede büyüyor Şensoy. Samsun’daki iki büyük sinemadan birisi babasına ait ve adı: Ferhan Sineması! 1961’de Galatasaray Lisesi’ni kazanıyor. 10. sınıf öğrencisiyken Nedim Gürsel’in yazısının, Vedat Günyol’un “Yeni Ufuklar” dergisinde yayınlanması kadar, ödenen para da onu harekete geçiriyor ve “Dalgındır Hüsam, Kusura Kalmayın”ı yazıyor. Cevap gecikmiyor: “Sayın Ferhan Şensoy, hikâyelerinizi, özellikle “Dalgındır Hüsam Kusura Kalmayın” adlısını çok beğendim. Yer yer Sait Faik ve Orhan Duru’yu yansıtan anlatımınızla yepyeni bir çeşni getirmişsiniz. Belki hikâyeciliğimize bir yenilik aşısı yaparsınız. Başka hikâyelerinizi de okumak isterim. Saygılarımla.” İmza Vedat Günyol. Bir de Boris Vian’dan etkilendiği söyleniyor. O güne kadar adını bile duymadığı Boris Vian’ın kitabını edinip -etkilendiği söylenen- yazarı tanımaya çalışıyor. Böylece 1969’da ilk öyküsü yayınlanıyor. Öyküleri şiirler, “Yeni Ufuklar”ı “Soyut” dergisi izliyor. Çarşamba’da Tiyatro kulübü kuruyor. O hep kuran, başlatan biri oluyor. Türkçe ve Fransızcayı karıştırarak yazdığı ve Deniz Gezmiş’i anlattığı “Je M’en Fous Bilader” oyunu, Galatasaray Oyunculuları olarak okulun “Şamata Geceleri”nde ve 12 Mart’tan hemen sonra kilitli kapılar ardında ustalardan oluşan bir davetli grubuna oynanıyor. 1968’te babam dediği Haldun Taner ile tanışması hayatında bir dönüm oluyor. Haldun Taner, bir gün yanına genç Ferhan’ı alıp “Devekuşu Kabare” ekibinin yanına getiriyor. “Bu çok kabiliyetli genç, provaları izleyecek” diyor. Yazdığı ilk skeçler orada oynanıyor. “Haneler” bunların ilki oluyor.

İlk kez Grup Oyuncuları ile 1971’de “Müfettiş” oyunuyla profesyonel oluyor. Yazar, oyuncu olarak başladığı tiyatro hayatına, aynı yıl yönetmen olarak da devam ediyor. Sonra ver elini yurtdışı. 1972-1975 yılları arasında Fransa ve Kanada’da tiyatro eğitimi alıyor. “Magic Circus”ta Jerome Savary’nin asistanı oluyor. Andre-Louis Perinetti ile çalışıyor. Paris’te L’Avant Scéne dergisinde “Musa’dan Mao”ya oyununa asistanlık yapıyor. Montreal’de “Ce Fou De Gogol” oyunuyla En İyi Yabancı Yazar Ödülü’nü kazanıyor. Orada Theatre De Quatre-Sous’da yönetmenliğini de yaptığı müzikalde oynuyor. Ve ülkeye dönüyor.

Ali Poyrazoğlu, Türk Yazarları, Nisa Serezli-Tolga Aşkıner, Ayfer Feray Tiyatroları’nda çalışıyor. Mete İnselel ile “Anya Manya Kumpanya Tiyatrosu”nu kuruyor, bozuyor derken 1980’de “Ortaoyuncular”ı kuruyor. 14 Mart 1980’de Harbiye’deki Yapı Endüstri Merkezi’nde ilk oyunları “Şahları da Vururlar”ı oynuyorlar. 10 Kasım 1980’de, Beyoğlu’ndaki ilk evleri Küçük Sahne’ye taşınıyorlar. Kültür jandarması olarak Muhsin Ertuğrul’un Küçük Sahne’sini her ay zarar ederek korumaya o yıllarda ant içiyor. Kültür Bakanlığı ile davalık oluyor. Onların yokluğunu fırsat bilen Bakanlık, tiyatrolarının kapısını mühürlüyor. Haberi Bodrum’da alan Ferhan Şensoy, apar topar İstanbul’a geliyor. Arkadaşlarıyla Kulis Bar’da buluşup çözüm ararlarken, buna çok içerleyen Erol Günaydın elinde mühürle yanlarına çıkageliyor. Çözümü (!) o buluyor.

Türkiye Tiyatro Tarihi’nin en dikkat çeken yapıtları, “Ortaoyuncular”ın mutfağından çıkıyor. Bu tiyatronun içinde, Türkiye ve dünya tiyatrosundan beslenen çağdaş bir Ortaoyunu harmanlanıyor. Biz buna bütüncül tiyatro diyelim. İşte bu bütüncül tiyatronun içinde Kel Hasan, Naşit, İsmail Dümbüllü, Haldun Taner, Nasreddin Hoca, Kavuklu ve Pişekâr kadar Brecht, Almanya’nın Chaplin’i olarak bilinen kabare oyuncusu Karl Valentin, Fransa’daki ustası Jarome Savary ve muhalefetin önde gideni Aristofanes uyarlamaları da vardır. Politika, akrobasi, meddahlık, sazlı-sözlü söylemler ile esnettiği kalıplardan Ferhan’ca bir tiyatro üslubu oluşturuyor. Seyircisini yetiştiren bir tiyatro denir “Ortaoyuncular”a ama bu, Ferhan Şensoy’un inadıyla ve yaptığı çok sesli seçkiyle mümkün olur. “Bizi “Şahları da Vururlar Tiyatrosu” olarak isimlendirmeyi, yaftalamayı yeğleyen kimi izleyici, bu çeşnilerden pek hoşlanmadı. İzleyiciye kalsa, sadece “Şahları da Vururlar”ı oynamalıydık. Bu bizi, izleyicinin istediği, benim hep kaçındığım, sittin sene değişik isimlerle aynı oyunu oynayan basmakalıp bir firma tiyatrosuna dönüştürürdü ister istemez. Sizinle bu inatlaşmamız sürecek sayın izlemeciler, sizi düşündüğümüz için!” dediği için yani…

Nöbetçi Tiyatro’da “Çehov’lardan Bir Demet” sahnelenir. “İçinden Tramvay Geçen Şarkı”da oyunun bir parçası olan ve İstiklal Caddesi’nden geçenleri “kimlik bitte” diye durduran Nazi askerleri, sosyolojik açıdan vurucudur. Yine yazıp yönettiği “Muzur Müzikal” ile gerici kesimden ölüm tehditleri alır. Oyuna sarıklılar doluşmaya başlar ve 77. gösteriden sonra Şan Tiyatrosu yakılır. Tehditler bıçak gibi kesilse de tiyatroyu yakanlar nedense bulunmaz ama Ferhan Şensoy müstehcenlik suçundan 21 gün hapis cezası alır. Bunun üzerine yazdığı “Ferhangi Şeyler” 7 Mart 1987’de başlar ve aynı oyuncunun aynı oyunu sahnelenme sayısı olarak dünya rekoru kırar ama Ferhan Şensoy, Guinness’e girmekle ilgilenmez. Gazete haberlerini değerlendirdiği oyunda sataşmadığı lider bırakmaz. Oyun, her seferinde farklılaşan ve ülkenin panoramasına ayna tutan bir devinim içindedir. Dolayısıyla günceli yakalayan her oyun, yeni bir oyundur.

1989’da “Ses-1885 Tiyatrosu”nu onarır. Kültürel mirası devralıp devam ettiren bu kadirşinas genç, o eğri duvardan dimdik bir sahne, bir sığınak, bir kale yaratır. 1961’de Galatasaray Lisesi’ne girdiği günden bugüne altmış yıldır gezindiği Beyoğlu’nun son kalesidir burası. Aynı yıl Münir Özkul, Dümbüllü’nün meşhur kavuğunu ona devreder. “İstanbul’u Satıyorum”da Özal ile ilgili bir espri yapınca alkış kıyamet kopar. Bu tuluat karşısında repliğini unutan Münir Özkul’a kaldığı yeri hatırlatmayı başarır. Ertesi gün, Münir Özkul, elinde kavukla çıkagelir ve “komik, yeri geldiğinde zart diye esprisini yapandır” diyerek Ferhan Şensoy’a verir. “Sahibinden Satılık Ortaoyunu”, “Fişne Pahçesu”, “Kahraman Osman”, “Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı”, “Soyut Padişah”, “Yorgun Matador”, “Aşkımızın Gemisi Fındık Kabuğu”, “Uzun Donlu Kişot”, “Bir Kuruşluk Opera” “Haldun Taner Kabare”, “Beni Ben mi Delirttim”… Liste uzayıp gider. Sahnesinden ne oyunlar geçer. Hayır, hiç repertuvar sorunu olmaz. Hatta oyun fazlası vardır. Daha yapacak çok işi olan Ferhan Şensoy’un hayattan alacağı kalır geriye. Emaneti kalır. Bir de şu sözleri: Kimsenin arayıp sormadıkları, neden dert oluyor bana diye düşünüyor da ancak, geliyorum kendime. Biliyorum aykırı bir adamım ben bu evrene… Oyunculuğum daha vitrinde olduğundan olacak, hep yazarlığımın önüne geçmiştir. Ben yazar olarak başladım, öyle de bitirmek niyetindeyim. Yazarlık ölene kadardır zaten. Hemen bütün yazarların ardında, yarım kalmış dosyaları, notları bulunur”…

                                                                                         

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Pınar Erol

Yanıtla