Sahne Büyüsü

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Erdoğan Mitrani

İkincikat Gösteri Sanatları & Cıvıl Production

‘Koleksiyoncu’

İngiliz yazar John Fowles’un 1963’te yayınlanan romanından, Mark Healy’nin sahneye uyarladığı, Eyüp Emre Uçaray’ın yönettiği, İlyas Özçakır ile Ayfer Tokatlı’nın rol aldığı ‘Koleksiyoncu’, ilk kez 25. İstanbul Tiyatro Festivali’nde sahnelendi.

Tutkulu bir kelebek koleksiyoncusunun, sahip olma güdüsünü saplantılı ve tek taraflı bir ilişkiye taşımasının bu gerilim yüklü öyküsü, 20’li yaşlarının sonundaki Frederick Clegg’in genç ve güzel öğrenci Miranda’yı zorla alıkoyarak adım adım ilerleyen psikolojik ve fiziksel şiddete maruz bırakışını anlatır.

Silik kişilikli, toplumdan uzak yaşayan Freddie’yi hayata bağlayan tek şey, gücü ve kontrolü kendi elinde hissettiği kelebek koleksiyonculuğudur. Güzel sanatlar öğrencisi Miranda’ya uzaktan uzağa hayranlık duyan Clegg, piyangodan yüklü bir ikramiye kazandığında şehir dışında büyük bir ev satın alır ve Miranda’yı kaçırarak, evin her türlü konforla donatmış olduğu mahzenine hapseder. Niyeti ona tecavüz etmek veya fidye istemek değil, ona bir koleksiyon parçası gibi sahip olmaktır. Miranda’nın bedenini ve zihnini aynen koleksiyonuna kattığı bir kelebek gibi kontrol altına aldıkça, Miranda kurtulmak için verdiği direnişte yalnız kalır.

Eyüp Emre Uçaray bu kadına yönelik şiddet öyküsünün tüm ayrıntılarını erkeğin ağzından dinletmeyi yeğleyerek, şiddet olayını izlettiği seyirciyi, şiddeti gösteren kişiyle birebir muhatap eder. Freddie yaptıklarını seyirciyle paylaşarak onu oynadığı bu ürkünç oyuna bir bakıma ortak ederken, izleyici / dinleyici, farkına bile varmadan kendisini onun suç ortağı konumunda bulur. Anlatının en rahatsız eden tarafı, Miranda’nın giderek umudunun tükenmesi kadar, eylemlerini doğal ve haklı bulan Clegg’in seyirciyi bir müttefik olarak görmesidir.

Çok parlak bir metne getirilmiş bu ilginç bakış açısı, ustalıklı bir sahneleme ve başarılı oyunculuklarla etkileyici bir seyirliğe dönüşmüş. Tiyatrolarda sahnelendiğinde mutlaka izleyin derim.

‘Birazdan Gideriz Şimdi Yağmur Yağıyor’

Aslı Ceren Bozatlı’nın yazdığı, Özge Erdem’in yönettiği, dekor tasarımını Cihan Aşar’ın,

hareket tasarımını Gizem Erdem’in, ışık tasarımını Ayşe Sedef Ayter’in üstlendiği, Gizem Erdem’le Tanıl Yöntem’in oynadığı Kadıköy Emek Tiyatrosu yapımı ‘Birazdan Gideriz Şimdi Yağmur Yağıyor’, ilk kez 25. Festivali’in bu yıl programına aldığı ‘Bu İşte Bir Kadın Var’ başlıklı tema kapsamında sahnelendi. Kostüm tasarımı Sıla Karakaya’nın, müziklerini Dengin Ceyhan yaptı.

Oyun bir evin içinde adeta birbirlerine mahkûm edilmiş gibi yaşayan bir kadın, bir erkek ve hasta bir babanın hikâyesi… Kendi varoluş buhranlarına sıkışıp kalmış iki kişi, zamanın sürekli aktığı, rutin içinde birbirlerini suçladıkları bir döngüye girerler. Bir sarmalın içinde dönüp duran bu günümüz insanlarının çıkışsız ve eylemsiz gündelik dünyası, ikiyüzlülüğümüzü kakafonik bir varoluş buhranı içinde; aile ve ikili ilişkiler bağlamında sorgulamamıza yol açar.

Bu İşte Bir Kadın Var başlığı bir kadın öyküsü olacağı izlenimi bıraka da, ekibin büyük çoğunluğunun kadın olmasına karşın, bir kadın ile bir erkeğin rol aldığı oyun, ikisinin aracılığıyla her iki tarafın da dünyasını, aydınlığını veya karanlığını göstermeye çalışır.

‘Birazdan Gideriz Şimdi Yağmur Yağıyor’, aslında Kadıköy Emek Teras Projesi için yazılmış, pandemi öncesi sahnelenmesi düşünülen ‘Ayın Dünyaya Bugünkü Uzaklığı’ adlı kısa oyunun yeniden ele alınmış şekli. Bir söyleşide Aslı Ceren Bozatlı, hem kapanmalar, hem yağmurlar sebebiyle sürekli ertelenen oyunu biraz uzattığını, bazı bölümleri değiştirdiğini, izlerken içimizi sıkıştıran, tekinsiz alanları beslediğini ve adını, bu yeni yapıya daha uygun bir isimle değiştirdiğini belirtmiş.

Özellikle ilişkiler ve iletişimsizlik üzerine kurulu metin, tüm sözü geçen iç sıkışmışlığına ve tekinsiz alanlarına karşın, iyi yazılmış, iyi yönetilmiş, çok da iyi oynanmış bir oyuna dönüşmüş. 29 Ocak ve sezon boyunca Kadıköy Emek Tiyatrosu’nda. Kaçırmayın derim.

 Bir İstanbul Tiyatro Festivali ortak yapımı

  ‘Beni Sakın Yumruklardan’

Türkiye tiyatrosuna yeni eserler kazandırma misyonuyla 2020 yılında BKMDasDasENKA SanatİKSV ve Zorlu PSM‘nin hayata geçirdiği ortak yapım projesi kapsamında sipariş edilmiş olan, yapımcılığını İstanbul Tiyatro Festivali’nin üstlendiği ‘Beni Sakın Yumruklardan’, dünya prömiyerini 25.İstanbul Tiyatro Festivalinde yaptı.

Ceren Ercan’ın yazıp dramaturgisini yaptığı, Yelda Baskın’ın yönettiği oyunda Yiğit Sertdemir’le Ecem Uzun rol alıyor, dış ses Alican Yücesoy’un. Sahne ve ışık tasarımını Kerem Çetinel, ses ve müzik tasarımını Barlas Tan Özemek, koreografiyi Melih Kıraç üstlenmiş.

Ceren Ercan, genç oyun yazarı ve dramaturg kuşağının en önde gelenlerinden biri. 2006’da GalataPerform bünyesinde Yeşim Özsoy, Mark Levitas ve Dilek Altuntaş’l birlikte başlattıkları ve o günden beri Türk Tiyatrosuna çok önemli yazarlar vermeyi sürdüren

Yeni Metin Yeni Tiyatro projesi kapsamında yıllarca oyun yazarlığı eğitimi vermiş ve oyun yazım süreçlerinde danışmanlık yapmış.

Madame Bovary’den serbest bir esinlenme olan ilk oyunu ‘Köpeklerin İsyan Günü’nün ardından Ercan, ‘Türkiye Üçlemesi’ olarak bilinen bir oyun dizisine girişti. Türkiye’nin 2015 sonrası siyasi ve toplumsal sorunlarına odaklanan üçlemenin, yazdığı ve dramaturgisini yaptığı ilk oyunu ‘Seni Seviyorum Türkiye’ İstanbul’un göbeğinde bir çamaşırhanede yolları kesişen beş kişi üzerinden Türkiye’nin puslu politik iklimini ve karamsar ruh hâlini hem gerçekçi hem ironik bir tonlamayla yansıtır. Türkiye’den Avrupa’ya, özellikle Berlin’e göçlere odaklanan ‘Berlin Zamanı’, Berlin ve İstanbul sokaklarında kendilerinin Türkiye’nin Avrupalı yüzü olarak tanımlayan üç genç insanın izini sürer. ‘Tahran Rüyası’ ise, uzun süredir uyudukları derin uykudan ayılmaya çalışan Türkiyeli bir çiftin, kendilerini Tahran’da bir evde buldukları bir yanılsama oyunu üzerinedir.

‘Beni Sakın Yumruklardan’, bu üç oyunda kurduğu benzersiz tarzını bugünün Türkiye’sine yansıtan yapısıyla sanki üçlemeyi sürdüren, ‘Türkiye Dörtlemesi’ne dönüştüren çok sağlam bir metin.

Farklı kuşaktan iki kişi, orta yaşa yakın Egemen (Y. Sertdemir) ile gencecik Hilâl (E. Uzun), bir ‘açık mikrofon’ akşamında son yıllarda yeni medya üzerinden yaratılan iptal kültürüne mizahçı bir gözle bakarak kişisel öykülerini hikâyeleştirirler.

Sonrasında, birbirini tanımayan bu iki yalnız insan, biraz da rastlantısal olarak kendilerini, duvarlarında dualardan modern pop star posterine ve Atatürk portresine, Türkiye’nin bir ileri iki geri hâlini simgeleyen bir çorbacıda buluyorlar. Durumlar ve mekânlar durmaksızın değişirken, giderek linç kültürünün sosyal medya yoluyla var olmayı sürdürdüğü bugünlerde, tedirgin edici durumlar da yaşanır…

Ceren Ercan’ın yeni medyanın adalet ve değişim üzerinden vaat ettiklerini tartışmaya açarak mizahın sınırları üzerine düşünen müthiş metnini çok az insanın uğradığı bir mekândan tüm ülkeye taşırarak sorar: “Özgürlük ne ve özgürlük kimin için?”

Oyunun metni kadar sahnelenmesi de çok başarılı. Yelda Baskın ve Kerem Çetinel metnin yalın başlangıcını ve giderek karmaşıklaşmasını görselleştiren bir mekân oluşturmuşlar. Yiğit Sertdemir ve Ecem Uzun ise, kimyaları beklenmedik derecede uyumlu olağanüstü bir ikili olmuş. Yıllardır tanıdığım, “oynayamayacağı rol, canlandıramayacağı karakter yok” diye düşündüğüm Sertdemir aklımın kenarından bile geçiremeyeceğim bir kişiliğe bürünmüş. Sadece onu “dört kol çengi” olarak izlemek için bile oyunu bir kez daha seyredebilirim.

22 Ocak Alan Kadıköy ve sezon boyunca İstanbul sahnelerinde. Kaçırmayın derim.

Hepinize sağlıklı ve keyifli seyirler dilerim.

Şalom

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Erdoğan Mitrani

Yanıtla