Sahnedeki Adalet Çığlığı: Antigone

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Eda Köprü Yılmayan’ın BirGün’de yayımlanan ve Engin Alkan’la gerçekleştirdiği söyleşiyi okurlarımızla paylaşıyoruz.]

Ezilen halklar, hak, hukuk, adalet tanımayan bir iktidar… Her ne kadar bu sözcükler bize bizi anlatsa da metin MÖ 442 yılına ait. Sofokles’in kaleme aldığı tarihin bilinen ilk başkaldırısından söz ediyoruz. Üstelik bu başkaldırı eril iktidara bir kadından; Antigone’den. İstanbul Şehir Tiyatroları dünyada pek çok kez sahnelenen Kral Kreon’un acımasız, diktatöryal rejimini anlatan klasik bir eseri tiyatro izleyicisiyle buluşturuyor: Antigone. Engin Alkan’ın uyarlayıp yönettiği oyunda iktidar olma gücünü arkasına alan bir tiran ile inandığı şey uğruna savaşmaktan asla vazgeçmeyen Antigone’nin değerleri karşı karşıya geliyor. Yakın plan video çekimleriyle desteklenen oyunda diyaloglar, dekor, kostümler, müzik faşizmin sahnedeki yansıması. Orijinal metne özellikle kadınların uğradığı şiddete ilişkin ayrıntılar da eklenmiş. Engin Alkan sorularımızı yanıtladı.

Antigone pek çok araştırmaya göre tarihin bilinen ilk direniş oyunu. MÖ. 442’de yazılan Antigone’nin söylemleri bugün hâlâ geçerli. Bu oyunu bugün de güncel kılan nedir?

Antigone tüm dünyada sayısız kere sahnelenmiş oyunlardan biri. Onu çağlar ve coğrafyalar üzeri kılan metnin evrensel sorunsalları hiç kuşkusuz yorumlayanların öznel koşulları ve önceliklerine göre değişiklik gösterebiliyor. Böylelikle her zengin okuma seyirciyi açılmamış yeni kapılara davet edebiliyor. Bizim öne çıkartmaya çalıştığımız ana izlek devletin kendi bekasını sağlamak üzere bedenlere ve düşüncelere uyguladığı sınırlamalar oldu. İnsan aklıyla oluşturulmuş yasaklamaların varoluşun kadim haklarıyla yaşadığı çelişkiler ve giderek despot bir terör devletine dönüşen Kreon iktidarının çöküşü ana eksenimizdi. Bu eksen aynı zamanda bugünün acıtıcı sorunsallarını da içeriyor; anadilini konuşmaktan, tahakküme uğrayan kadınların bedenlerine, cinsel kimliklerin ifasından, etnik ayrımcılığa uzayıp giden sorunlar…

Oyun kitapçığında çok güzel bir ifadeniz var. “Özgürleşebilmenin esası kendimiz hakkında oluşturduğumuz tanımlamalarda değil, bizi kuşatan tanımlamalara başkaldırmadadır” diyorsunuz. Bugün de bu başkaldırı söz konusu. En güçlü isyan da kadınlardan geliyor. Antigone’nin bu anlamda kadınlar için sembolik bir anlamı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Elbette böyle bir anlamı vardır. Antigone yazıldığı dönem itibariyle anaerkil düzenin yerini ataerkil düzene terk ettiği sürecin son eşiğinde yer alır. Çağın modern iktidarını bir erkeğin, gelenekleri ise kadın Antigone’nin temsil etmesi tesadüfi değildir. Antigone en basit tanımıyla en bilinen sivil itaatsizlik figürüdür. Bugün tüm dünyada ve özellikle ait olduğumuz coğrafyada devletlerin ve iktidarların hem dilleri hem icraatları eril bir kökten beslenir. Burada biyolojik bir cinsiyet kimliğinden değil politik bir kimlikten bahsediyorum. Eril bir despotizmin mağduru herkes biyolojik cinsiyeti ne olursa olsun çok geniş bir çerçevede Antigone’nin kadınlığının arkasında saf tutar.

Oyunun sonlarına doğru perdeye aşina olduğumuz, pek çoğumuzun dile getirdiği cümleler yansıyor. “Özgürce yaşamak hakkımız”, “Kadına şiddete hayır!”, “Açlık kader değil, tokların zulmüdür” gibi. Özellikle kadına yönelik şiddete karşı olan sahnelerde seyircinin tepkisi önemliydi. Bu oyunu izleyenler salondan hangi duyguyla çıkıyor? Gözlemleriniz neler?

Antigone gibi antik oyunların konuyla ilgili entelektüellerde olduğu kadar genel seyirci üzerinde anlamlı bir etki yaratması beklenmez çoğu zaman. Bunu defaten izlediğim klasik sahnelenişlerden edindiğim deneyimle söylüyorum. Çok uzak bir estetiğin ürünü bu yapıtlardaki içeriğin yeterince berraklaştırılmaması seyircinin oyunların dünyasına yakınlaşmasına engel olabiliyor. Ben bu döngüyü kırmak ve mümkün mertebe “anlaşılır” bir Antigone yaratarak bugünün seyircisinin karakterlerimizin hikâyelerine, dertlerine, açmazlarına yakınlaşmasını amaçladım. Yanıtını aradığım soru, iki bin beş yüz yıllık bir tragedyanın neden bizi ilgilendirecek olduğuydu. Ürettiklerimizin akil çevrelerce tartışılması sanatsal pusulamız için büyük önem taşır. Ne var ki, gün geçtikçe daha da kalabalıklaşan, kolaya ve hap hızında tüketmeye meyyal köşe yazarcısı, jüricisi, sanat sevicisi bir eleştirici güruhuyla sarmalanmaktayız. Ayrıntılara vakit harcamayı ayrıntı olarak gören, sanatsal gerçekliği “beğendim” ve “beğenmedim” kişisel sığlığına indirgeyen bu sözüm ona kanaat önderleri fuayelerimizde fazlasıyla toksit üretmekte. Kolaycılığın ve ortalama zevklerin çoğalma hızı maalesef evrensel sanat ölçüleriyle aramızdaki makasın giderek daha da açılmasına neden oluyor. Sorunuza dönecek olursak; evet kadınlarla, erkeklerle, hayatı merak eden geniş kitlelerle hiç küçümsenmeyecek bir etkileşim kurabiliyoruz, kibirli lafazanlardan kendimizi sakınarak.

BirGün

Paylaş.

Yanıtla