“Şirreti Evcilleştirmek” ya da “Evlenince Upuslu Olursun”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Tiyatro Tiyatro Dergisi’nde 06 Ocak günü yayımlanan Mustafa Kara’nın yazını okuyucularımızla paylaşıyoruz]“…çocuk dediğin yer gelir adam olur. Yeri gelir  düğünü de olur. Sen öyle olmadın mı? Zamanında çocuktun, şımarıktın, sonra büyüdün biraz daha akıllandın. Sonra büyüdün daha da akıllandın, sonra büyüdün nişanlandın daha da akıllandın. Sonra evlendin upuslu oldun. Zaman böyle ilerler.”

Birkaç gün içinde milyonlarca izlenen bir buçuk dakikalık bir videodan bu sözler. Küçük bir çocuk, muhtemelen babasının övgüsüne mazhar olmak için konuşuyor. İlk anda aklı başında gelebilecek” bir takım sözler sarf ederek annesini fırçalıyor.

Doğrudur, bir “ehlileştirme”“evcilleştirme” sürecini saniyeler içinde özetleme becerisi var bu videoda. “Hırçın Kız”ın büyüdükçe “upuslu” hale getirilmesinin hikâyesi. Emine Ayhan çevirisiyle “Şirretin Evcilleştirilmesi”Çünkü “zaman böyle ilerler”; çünkü zamanla “evcilleşmeyen, ehlileşmeyen”, “beklenen, standart, aynı davranış kalıbının sınırları içinde kalmayan”ları kimse sevmez! Annesi bile! Evladı bile! Yeniden döneceğiz bu bahse.

Çocuk ve genç psikiyatristi, hatta aktivist Veysi Çeri, bu videoyu paylaşırken şöyle yazıyor: “Ev ve okullarda dört duvar arasına hapsettiğimiz günümüz çocuklarına tercüman olan aslan yürekli çocuk.” Aslan yürekli, öyle mi? Tersten izleyelim videoyu; “çocuk isyanında haklı” kısmı şöyle dursun hele. “Zaman böyle ilerler”e minnacık da olsa bir itirazımız yok mu? Büyüdükçe “akıllanma”ya, nişanlanınca “daha da akıllanmaya”, evlenince “upuslu” olmaya… Hiç mi yok? Bu bahse de döneceğiz, yeniden!

Video 3 Ocak 2023’te Twitter’a düştüğüne göre, bu küçük çocuk Moda Sahnesi’nde 5 Ocak’ta prömiyer yapan “Şirreti Evcilleştirmek” oyununu izlemiş olamaz. “Hırçın Kız”ın farklı versiyonlarından birine gittiğini de sanmıyorum. Hatta William Shakespeare’in eserlerinin birlikte basıldığı 1623 tarihli Birinci Folyo edisyonunun herhangi bir çevirisini de okumamıştır.

Peki nasıl oluyor da Shakespeare’in 400 yıl önce yazdığı oyunun orta yerinden, “Evlenince upuslu olursun” fikrini bu kadar arı-duru biçimde savunabiliyor? Nasıl?! Oyunun anlattığı evcilleştirme hikâyesini hem yaş, hem cinsiyet odaklı olarak üç beş saniye içinde tekrarlayabiliyor. Bilinç mi bu? Bilinçaltı mı? Masal mı; kuşaktan kuşağa, nesilden nesile geçen bir öğreti mi?

Bakın, Moda Sahnesi “Şirreti Evcilleştirmek” oyununun “Başlık Seçimi Üstüne” ne diyor: “Evcilleştirme, ifadesine gelince, dönem Avrupa’sında şirret addedilen kadınları ve hayvan evcilleştirilmesi tekniklerinden mülhem evcilleştirilme tekniklerini konu alan, Shakespeare’in de oyunda bolca atıfta bulunduğu sayısız masal, halk şarkısı, risale, kitap ve hikâye dolaşımdadır. Hatta oyunda ‘insan’ın hayvanlıktan insanlığa dönüşüm yolculuğu da bir nevi evcilleş(tiril)me olarak ele alındığından, evcilleştirilen şirretin içgüdüleri bastırılarak toplumsal mekanizmaya dahil olan (modern) ‘insan’ın ta kendisi olduğu bile düşünülebilir. Bu anlamda Shakespeare evcilleştirme retoriğini hayvanların ve doğanın evcilleştirilip sömürgeleştirilmesinden başlayarak, dayatılan cinsiyet rollerine uygun davranmayan kadınların aile kurumuna yerleştirilecek şekilde evcilleştirilmesine ve nihayet toplumsal ve politik hayvan olarak ‘insan’ın süregiden evcilleştirilmesine kadar uzanan geniş bir eleştirel planda kullanmaktadır.”

Alıntı biraz uzun, azıcık da “ağır”, affola. Ama çok açık. Anlamayan olursa da çocuğun anlattığı videoyu tekrar izlesin. Moda Sahnesi’nde “Şirreti Evcilleştirmek” oyununu izlese de olur.

Sorular çeşitleniyor, çetrefilleşiyor; “toplumsal ve politik hayvan olarak” insanın nasıl insan olduğuna kadar geldik. Soru sordukça, üzerine gittikçe, meselelerin daha da çetrefilleşmesi ne kafa karıştırıcı değil mi? Halbuki sormazsan, hazır yanıtlar var, seç birini işte, misler gibi!

Çünkü “zaman böyle ilerler”. İlerlemezse sıkıntı. Neresi bilinç, neresi bilinçaltı; iyice karışır. Bu bir “tiyatro yazısı” olmuyor farkındayım; tiyatronun ortasından oluyor ama, oraya da geleceğiz, yeniden!

Timur Acar’ın, Uluç Esen’in oyunculuğu şöyle dursun; Kemal Aydoğan’ın rejisi de, mor bir zemin üzerine konulmuş yeni nesil yuvarlak bir yatak odasından müteşekkil dekorun asıl savaş sahasını göstermesi de… Daha prömiyer akşamı Timur Acar’ın “şaka olsun” diye dokunduğu ampulün sönmesinin eşsiz sembolizmini bile es geçelim. Tuhaf, şaşırtıcı, gülünç ve zekice kostüm tasarımlarının “zamansızlığı”na da boş verelim. Müziği, hareketi, dinamizmi, orta sahne kullanımını, sağdan soldan koşuşturan oyuncuları ve dahi Karagöz ile Hacivat’ı çağrıştıran atışmaları bir kenara bırakalım. Gaslighting, lovebombing, toksik ilişki ve dahi anlamını bildiğimiz, bilmediğimiz bir sürü kavramı yeni zannederken, Shakespeare’in “Şirreti Evcilleştirmek”te gözümüze sokarcasına 400 yıl öncesinden işaret fişeği çakmasını hiç konuşamadık bile. Hepi topu, 2,5 saatlik oyunu izlerken hangi eksende kalmalı akıl; nereden nereye varmalı sorular? Dedim ya, “tiyatro yazısı” gibi olmuyor bu yazı; hem zaten kimin umurunda allasen tiyatro yazıları!

Büyük, ciddi dertlerimiz var bizim. Hatta bazen kedinin mabadı kadar!

Beklenen davranış kalıplarına sığmadıkları” için sevilmeyenler var; döneceğiz bu bahse dedik. “Büyüdükçe akıllanmayı, evlenince upuslu olmayı” meziyet sanan kahrolası ataerkimiz var, bu bahse de döneceğiz dedik.

Tiyatro sanatının bizzat kendisi yüzyıllardır, ama ille de son üç beş yıldır eşi benzeri görülmedik bir “evcilleştirilme tezgahına tabii tutuluyor, bilirsiniz zaten, hiç çıkamadık ki bu bahisten! Üstelik camianın hepsi de “Hırçın Kız”ı iyi bilir aslında, ilginç.(Haberin devamı için buraya tıklayınız…)

Paylaş.

Yanıtla