Geçen Mevsimin En İyi Oyunları – 10 ´Bir Terennüm´

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Erdoğan Mitrani

Firuze Engin’in yazdığı, Gülhan Kadim’in yönettiği ‘Bir Terennüm’, İstanbul’un farklı iki zamanında, 1971’de İsrail İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom’um kaçırılması ile 2020’de pandemide yaşanan iki ayrı sokağa çıkma yasağı günlerinde, Çamlıca’da köprüyü gören bir evin salonunda geçer.

İçinde ruhların, kalplerin durmadan yer değiştirdiği mekânda, elden ele dolaşan bir avuç fındığın dem tuttuğu, hafızanın zamanı parçaladığı, her parçanın tekrar tekrar çağırıldığı, her ihtimalin mümkün olduğu buluşmalar ve bu buluşmalara eşlik eden terennüm, bir ailenin, aynı salonda geçen birkaç nesillik hikâyesine eşlik eder.

Firuze Engin’in şarkı tadında ve uçuculuğunda müthiş metni, küçük ayrıntılarla 1890 doğumlu büyük büyükanne Seniha’dan, torununun torunu Sevgi’ye (d.1987), kocası Tahsin’den (d.1885), oğlu Refik’e (d.1911), torunu Ali İhsan’a (d.1935) aile fertlerinin komik ve içli yaşamlarını, zaman ve belleklerde gidiş gelişlerle aktarır.

Kendisi de müthiş usta bir oyuncu olan yönetmen Gülhan Kadim, oyunun başından sonuna giysi değiştirmeyen iki oyuncunun aynı mekândaki zaman yolculuğunu iki aksesuarla (sabit telefon ve cep telefonu) ve İsmail Sağır’ın usta işi ışık geçişleriyle hissettirirken, asıl farklılaşmayı oyunculuklarla yansıtır. İpek Türktan ile Tolga İskit’in müthiş çarpıcı ikili yorumu, kimi zaman aynı tümcenin içinde büyükanneden büyük toruna ve dededen toruna geçerek, izleyicinin kaybolmasına izin verir, ancak hemen ardından, beden dili, yüz ve ses ifadesi değişimleriyle ona anında yol gösterir.

Burçak Çöllü’nün nefis özgün müziği eşliğinde yolunu kaybedip yeniden bulmak müthiş keyifli bir yolculuğa dönüşür.

‘Eve Dönüşler’ 

Fredrik Brattberg’in trajedi gibi başlayıp absürt bir kara komediye dönüşen ‘Eve Dönüşler’i, ebeveynlik olgusunu, alışıldık konforlu burjuva yaşamı düşkünlüğünü, bireylerin bilinçaltı bencilliğini yerden yere vuran müthiş hınzır ve sert bir burjuvazi eleştirisi.

Ölüm – dönüş, ölüm – dönüş döngüsü sürdükçe duygular ve heyecanlar değişime uğramaya, alışmışlık ve kanıksamışlık öne çıkmaya, acılar kızgınlığa, mutluluklar düş kırıklığına evrilmeye başlar… Brattberg, ölü-canlı, yaşayan-yaşamasını bilmeyen kavramlarını ustalıkla tersyüz eder. Asıl ölüler, acılı ya da mutlu, durmaksızın hep aynı rutini ritüel gibi tekrarlayan anne ve babadır. Gustav’sa her öldüğünde daha fazla yaşamaya başlayan, her dirildiğinde daha da var olan tek canlıdır…

Kemal Aydoğan oyunu büyük başarıyla absürtle anlamsızı ayıran sırat köprüsü gibi incecik çizgide yönetirken ekibinden harika bir performans elde eder. Nalan Kuruçim ile Caner Cindoruk muhteşem bir ikili oluşturur; deneyimli ikilinin arasında yeni mezun genç oyuncu Alper Şimşek, oyun boyunca ikisinden de rol çalarak Gustav’a olağanüstü bir yorum getirir.

Tiyatrocularımızın genelde çekinerek yaklaştığı absürt tiyatronun saygın ve etkileyici bir örneği. Tüm iyi absürt yapımlar gibi de son derece politik ve eleştirel.

Arsız Kumpanya

Birlikte tiyatro yapmak, sahnede olmak amacıyla, Mimar Sinan Tiyatro Anasanat Dalı mezunu sekiz arkadaşın 2019’da kurduğu Arsız Kumpanya sezonda karşımıza birbirinden ilginç üç oyunla çıktı.

‘Barazek’

İbrahim Arıcı’nın yazdığı, tek başına, bir sandalye ve eski bir bavul dışında dekorsuz ve aksesuarsız oynadığı ‘Barazek’, iç savaşın normal yaşamları ölüm kalım mücadelesine dönüştürmesini, yakınlarını en beklenmedik anda kaybetmeyi, ülkesini terk etmek zorunda bırakılmayı, sevdiklerinden yıllarca haber alamamayı konu edinen, sayısız göçmen / mülteci öyküsünden biri. Onu benzersiz ve müthiş etkileyici kılan müthiş sağlam metniyle, Arıcı’nın izleyiciyi anında öykünün içine çeken samimi yorumu, kanamaya devam eden yaraların o hiç dinmeyen acısını baskılayan bir maske olduğunu her dem hissettiren naifliği.

‘HooP Gitti Kafa’

Berkun Oya’nın ‘Hoop Gitti Kafa’ oyununu Arsız Kumpanya, Tuğra Can Bıçak‘ın yönettiği farklı bir yorumla sahneliyor. Travmatik bir gerçeğin, babanın ölümünün iki genç insanı (kanka /kuzen /kardeş?) nasıl etkilediği üzerine ilginç metinde, biri (Mekin Sezer) gerçeği tamamen reddetmeyi, uyuşturucuların aracılığıyla, düşsel bir dünyaya kaçmayı yeğliyor. Onu gerçeğe geri getirmeye çalışan diğeriyse (Cihan Durmaz), kafası tamamen gitmiş olanı bir de cenazeye yetiştirmeye çaba gösteriyor.

Oyun alanının tamamı, bir evin, mutfağıyla, banyosuyla bağlantılı salonuna dönüştürülmüş. Mekân dokusunun ustalıklı kullanımı, olayı karakterlerle iç içe yaşayan seyirci için, interaktif bir deneyime dönüştürüyor. Durmaz ile Sezer, kimyaları uyuşan, birbirini tamamlayan müthiş bir ikili. Bitmez tükenmez enerjiyle dans eden Mekin Sezer, kafası gitmiş, iyice uçmuş karakterini fiilen uçuruyor. Oyunculuk ve beden dili açısından yılın en üst düzey yorumlarından biri.

‘Fobos’  

İbrahim Arıcı’nın yazıp yönettiği ‘Fobos’ta, yaşananlardan çok satır aralarında duyumsatılanlar, oyunun adından da korkutucu. Zırva ‘iyi verim almak için elemana kötü davranmak’ prensibiyle yürüyen iş dünyasında, it gibi çalışan, terbiyesiz müşterilerden, maruz kaldığı mobbingden kendini kötü gibi hisseden genç adamla, ayılmaya başlar başlamaz birkaç çizgi kokainden medet uman, ayrılıp, sevişip barıştığı, yeniden ayrıldığı Öykü’ünün aracılığıyla, günümüzün umutlarını yitirmiş, boşlukta kalmış gençliğinin ürkünç bir resmi çiziliyor. Her yeri saran korkunç boşluk öylesine yoğun ki, birbirlerine ne kadar yaklaşsalar boşluk bir türlü kapanmıyor.

‘Yüreğim Dağlardadır’

Modern Amerikan edebiyatının en önemli öykü, roman, oyun yazarlarından William Saroyan’ın ilk oyunu ‘My Heart’s in the Highlands / Yüreğim Dağlardadır’ (1938), gerçeküstücü, deneysel, zamanının çok ötesinde absürt tiyatronun öncülü bir yapıttır. 1914’ün Fresno’sunda, büyükanne, oğlu ve torunundan oluşan, memleketine uzak düşmüş bir Ermeni aileyle, dünyadan kopmuş, yolunu kaybetmiş, yüreği İskoçya dağlarında kalmış yaşlı eski Shakespeare aktörünün dostluğu üzerinden gurbet, yabancılık, özlem, kök, toprak, hafıza, aidiyet, hasret gibi konular, zorlu varoluş mücadelesi, naif, samimi ve sımsıcak bir dille anlatılır.

Garine Maral ÇizmeciyanLara NarinTara Demircioğlu ve Yeğya Akgün’ün yıllardır var olan Ermeni kültür-sanat yaşamı hakkında uluslararası farkındalık oluşturmak ve Sefarad Yahudilerinin Ladino’su gibi, yok olma tehlikesi altındaki Batı Ermenicesini canlı tutmak amacıyla kurdukları hangardz, oyunu Demircioğlu ve Akgün’ün yönetiminde, Saroyan’ın yalın, dolaysız, süslemesiz anlatımına şiirsellik de katarak sahneliyor.

Haldun TanerTomas Fasulyacıyan’ın ağzından “Teatro nedir ki, iki kalas bir heves” der…

Hangardz’ın yorumu, ülkemizde az sahnelenen önemli bir yazarın oyununa, birkaç kalas ve müthiş bir hevesle çok başarılı ve etkileyici bir bakış getiriyor.

Sezonun en ilginç keşiflerinden.

‘Uysal Bir Kadın’

Atlas Tiyatro Araştırmalarının yeni yapımı ‘Uysal Kadın’, sadece yaşadığı yüzyılı değil, günümüz roman ve düşünce yaşamını derinden etkileyen Fyodor Mihailoviç Dostoyevski’nin fantastik olarak nitelediği öyküsünden uyarlanmış. Genç yaşta evlendiği eşinin intiharının sonrasında, karısının cansız bedeniyle baş başa kalan bir rehincinin çaresizce olayın nedenini sorguladığı metni Sercan Özinan uyarlayıp yönetmiş.

Dramaturgisini, uysal kadını yorumlayan eşi Ece Çelikçapa Özinan’ın yaptığı oyun, metnin benzersiz edebi tadını korurken dört dörtlük bir tiyatro eserine dönüşmüş.

Adam’ın Kadın’la geçmişinde anımsadıkları hemzaman olarak Görüntü Yönetmeni Emre Pekçakır’ın video görüntülerinde fon perdesine yansıtılıyor. Sahnede olanlarla, ekranda izlenenler aynıymış gibi dursa da aralarındaki ayrıntı farkları, izleyiciye Adam’ın anlattıklarının mı, yoksa gerçekte yaşananların mı doğru olduğunu sorgulatıyor. Böylece gerçeğin çok katmanlılığı, eğilip bükülebilirliği ustalıkla öne çıkarılıyor.

Oyuncu yönetimi çok başarılı. Melih EfeçınarEce Çelikçapa Özinan ve Burcu Tokuç’un yorumları müthiş etkileyici.

Şalom

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Erdoğan Mitrani

Yanıtla