Değiştirmek Ortak Maksadımız: ‘Tiyatronun Sınıfın Yardımına İhtiyacı Var!’

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Tuluğ Ünlütürk’ün SOL’da yayımlanan söyleşisinin bir kısmını okurlarımızla paylaşıyoruz.]

Asgari dergisi Aralık’ta üçüncü sayısıyla sahaya iniyor. Kapakta “Neye yarar bu meclis?” diyerek 2023 TBMM’sini hicveden dergi, “Tiyatroya gidiyoruz” başlığıyla duyurduğu dayanışma kampanyasıyla da hizmet işçilerinin tiyatro izlemesi ve tartışmasına odaklanıyor.

Patronların Ensesindeyiz, Kadıköy İşçi Evi, Beyoğlu İşçi Evi, Moda Sahnesi ve Cihangir Atölye Sahnesi’nin (CAS) işbirliğiyle ortaya çıkan dayanışma kampanyası vesilesiyle CAS yönetmeni Muhammet Uzuner’le tiyatro ve işçi sınıfının güncel ilişkisi üzerine Asgari dergisi ve soL için söyleştik.

CAS kimi kime anlatıyor? Maksadı ne?

Kafamız çalışsın, aklımız açılsın, uyanalım istiyoruz, seyircimizle beraber. Bir araştırma zemini burası, hepimiz için. Kendimizi, birbirimizi, düşünceyi, ilişkileri, davranış ve tavırları, onların kökenlerini… İnsanı araştırıyoruz en nihayetinde. Tarihi ve toplumu araştırıyoruz. Kendimizi de onun bir parçası olarak anlamaya ve anlatmaya çalışıyoruz. Çelişkileri görüp eşitlik kurmaya çalışıyoruz. Seyirci ile kurduğumuz ilişki de öyle. Üstenci bir tavırla bakmıyoruz seyircimize. Sahnemiz hemzemin, biz de öyleyiz. Hocalarla öğrenciler de öyle, sahnedekilerle seyirci de… Bu bir rahatlık sağlıyor bize. Değdiğimizi, işe yaradığımızı hissettiriyor. “Karşı tarafa” kendini anlatmak değil, aşağıdakine, yukarıdakine anlatmak değil. İspat etmek, hesap sormak, intikam almak değil. Eşitinle kurduğun ilişkide değiştirme olanağın var. Kendimizi kendimize anlatıyoruz diyebiliriz o yüzden.

Düzeni değiştirmek hepimizin derdi ama tiyatroda neye tekabül ediyor?

Değiştiremeyeceksek, uğraşılacak iş değil zaten tiyatro. Ama bunun için sorular üretiyoruz. Belki cevaptan çok soru üretiyoruz diyebilirim. Soru sorunca neyi değiştireceğimizi de bulmak kolaylaşıyor, kendimizde de, dünyada da. Bir insanın yaşam eylemi içerisinde nerede olduğu, neye maruz kaldığı, içinde varolduğu kültür içerisinde nasıl bir yol yürüdüğü… Nereden gelip nereye gittiği ekonomik ve politik açıdan.

Derste reel politika konuşmuyoruz pek ama sınıf çatışmasını konuşmadan tiyatro yapamazsınız. O bu şu partiyi konuşup taşımıyoruz derse ama Brecht çalışıp “siyaset dışarı” diyemezsiniz zaten. Bu koca dünyanın hangi parçası olduğunu bilecek insan kiminle ilişkisi ne, kendiyle ne, başına neler geliyor?

Dünyaya eleştirel bir gözle, piyasaya karşı, sınıf çatışması ekseninden bakıyoruz. Elbette her oyunda aynı dozda ve aynı uçlardan tutarak değil, hayat da öyle değil zaten, sömürünün, sınıflar mücadelesinin binbir yüzü var yaşamın içinde. Onları arayıp bulmaya teşhis etmeye çalışıyoruz en nihayetinde. Soru bir kere sorulunca cevabın peşine düşüyor insan. Değiştirmek böyle mümkün.

Seyirciniz bu işe ne diyor?

Kendini sahnede hissettiğini söylüyor çoğu seyircimiz. Kolektif bir yapı var burada, seyirci de bunun parçası. Oyunlarımız da bunu kuruyor. Seyircinin özlediği, haz aldığı tarafımız da bu sanırım. İçerik kadar, yapma biçimi de kastettiğim. Her yer tek kişilik, iki kişilik varoluşsal oyunlar yahut “prodüksiyon”larla dolu. Bizim istediğimiz, yaptığımız başka bir şey. Kolektif bir üretim ve eyleme biçimi. “AST’ye benzediniz iyice”, “DTCF Tiyatro gibi oldunuz” falan diyorlar bazen sohbetlerde, ben bundan modası geçmiş işler yaptığımızı değil, piyasanın rüzgarıyla sürüklenilen bir zamanda, emeği dert edinip kolektif işler yapmanın özlendiğini anlıyorum.

Çok sayıda kapalı, kendi seyircisi, kendi ekonomisi içinde olmayı seven ekip var bu piyasa rüzgarına kapılan değil mi? Anlatılar da öyle, dar, kendinden menkul, mistik… Bizi “bir saat boyunca içine alıp gerçekten koparan” akışlar…  Bir de pahalı bir şey bunu “deneyimlemek” tabi! 

Prestijli etkinlik yapmak nihayetinde mesele, tiyatrodan ziyade, gelip buraya dayanıyor… Birbirlerine etkinlik yapan klanlar ortaya çıkıyor. İcatlar, denemeler… Küçükler de var, büyükler de ama birbirine oynuyor, yazı yazıyor, alkışlıyor, döne döne… Bu “değiştirecek bir şey yok” demek zaten. kapalı devre, değişmeyen, devinmeyen bir aralıkta gerçekleşiyor her şey. Bir meselesi, rahatsızlığı da yok aslında, sorusu da yok o yüzden. “Körler sağırlar birbirini ağırlar” diyoruz biz burada öğrencilerimize, birbirlerine oynayıp birbirlerini beğeniyorlar bazen, esprisini yapıyoruz. Dışarıda böyle ilerliyor ama gerçekten. Zaptedilebilir bir seyirci arıyor, sürpriz istemiyor. Sonunda ayağa kalk alkışla. Skorlar, layklar. Arada telefonlar çıkıyor, oyunda, selamda foto çekiliyor… Bazen burada da oluyor, her şey metalaşıyor, sen bunu anlatan oyun oynuyorsun ve aynı esnada metalaşmaktasın, acı verici. Ama sadece tiyatronun sorunu değil, bu çürüme. Mücadele, sosyalizm bunlar sanata uzaklaştırıldı, telaffuz edilemez hale geldi, yavan dendi ama diğer yandan hayattan da uzaklaştırıldı zaten.

devamı için tıklayın: SOL

Paylaş.

Yanıtla