‘Seyirciye Karşı Açık ve Dürüst Olduk”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

(İsmail Afacan’ın Barış Arman, Didem Germen ve Elif Ürse ile yaptığı ve Birgün’de yayımlanan söyleşisinin bir kısmını okurlarımızla paylaşıyoruz.)

Bakırköy Belediye Tiyatrolarının yeni oyunu Flu Lysistrata’da kimlik, cinsellik, iktidar gibi kavramların sahne üzerindeki temsiliyeti sorgulanıyor.

Flu Lysistrata, Bakırköy Belediye Tiyatrolarının (BBT) yeni oyunu… BBT’deki tiyatrocuların hikayeleriyle Aristofanes’in klasik metninin harmanlandığı oyunda kimlik, cinsellik, iktidar gibi kavramların sahne üzerindeki temsiliyeti sorgulanıyor. Forum bölümünde dördüncü duvar yıkılarak, seyirci de oyuna dahil ediliyor. Barış mücadelesi ve kadınlar birliği üzerine seyirci düşünmeye davet ediliyor.

Prömiyerini İstanbul Tiyatro Festivali’nde yapan oyun Yunus Emre Kültür Merkezi Müşfik Kenter Sahnesinde izleyiciyle buluşmaya devam ediyor. Yönetmenliğini Barış Arman’ın üstlendiği oyunda Bulut Akkale, Damla Karaelmas, Didem Germen, Elif Ürse, Emre Sırımsı, Faruk Üstün, Gözde Ayar, Kadir Hasman ve Nurhayat Atasoy rol alıyor.

Yönetmen Barış Arman, Oyuncular Didem Germen ve Elif Ürse ile Lysistrata’nın flulaşma hikayesini konuştuk. Forum bölümünde seyircinin oyuna dahil edilmesine dair Ürse, “Amacımız kadın birliğine dikkat çekmekti” derken Germen, “Forum bölümü çok demokratik. Bu olasılıklar demokratik bir şekilde ortaya koyuldu” ifadelerini kullanıyor. Arman ise şunları söylüyor: “Dördüncü duvarı şefkatle yıkmaya çalışıyoruz.”

Antik bir eserden yola çıkıyor oyun… Neden klasik metni ona sadık kalarak değil de flulaştırarak sahnelediniz?

Barış Arman: İstanbul Tiyatro Festivali aslında bir talepte bulundu. Metni seçmek gibi bir durum olmadı. Metin bana çok uzak ve çok mesafeliydi.

Neden?

B.A: Çünkü metin ikili bir cinsel kimlik dünyasında geçiyor. Kadın ve erkek üzerine kurulu-ki bu çok olağan. Antik oyunlarda komedya dendiği zaman bu ikilikler hep işlenir. Bu bizim kendi geleneksel tiyatromuzda var. Fakat bu ikilik bugün benim dünya görüşüme uymuyor. Benim dünya görüşüm bu kimlikleri aşıyor. Oyunu öyle bir hale getirmeliyiz ki oyun bu karşıtlıklar dünyasından çıkmalı ve kendine başka bir anlatı yaratmalı diye düşündük. Kadınlık ve erkeklik dışında seçenek yok mu? Dünya sadece biyolojik cinsiyetten mi ibaret? Bu sorulardan yola çıktık. “Neyi seyirciyle paylaşmak istemiyoruz?” sorusuna odaklandık.

‘METİN BİZE BAHANE OLDU’

Peki paylaşmak istediğiniz neydi?

B.A: Sanırım paylaşmak istediğimiz tam tersiydi… İkiliklere vurgu yapmayan bir metin yaratmak istedik. Bilmem kaç yüzyıl önceki bu metin ikilik üzerine kurulu bir dünyanın metniydi. Ama biz şu an orada mıyız? Aslında metin bize bahane oldu. Bize konuşmak için bir alan sundu.

Sadece “bahane” mi? O metinden hareketle bir oyun hazırladınız. O metinde sizi çeken neydi?

B.A: Mesela bir antik oyun olması bana güçlü geliyor. Çünkü antik oyunların tarihsel bir yanı var elbette. Tiyatronun ve medeni yaşamımızın kökenine dair bir söz söylüyor. Nereden nereye gelindiğini gösterebiliyor.

Elif Ürse: Bir de savaş karşıtı bir oyun olması önemliydi. BBT’nin her zaman seçtiği oyunlarda mutlaka güncel bir söylemi olmasına özen gösteriyoruz.

B.A: Metinde içine yerleşilebilecek bir sürü boşluk vardı. Yeniden değerlendirilebilecek bir metindi. Sanırım en çekici kısım da buydu. Yeni bir yapı kurulması gerekiyordu. Dramaturgumuz Ceren Ercan bu noktada devreye girdi. Ceren’in yazarlık pratiğinin de katkısı çok bana kalırsa. Bu oyunda kendisi bir metin yazmamış olabilir ama yazar kası gelişkin bir dramaturg olarak oyuncuların sözlerinden orijinal bir metin üretmemizi sağladı, yapıyı kurdu.

E.Ü: O boşluklar bizim açımızdan çok keyifli bir süreç oldu. Bir macera yaşadık aslında. Kendimize, tiyatroya ve dünyaya dair düşünme şansı verdi.

Oyunu hazırlarken bir tartışma süreci de geçirdiniz. Oyuna nasıl bir yöntemle hazırlandınız?

B.A: Önce malzeme üretiyoruz, sonra ürettiğimiz malzemeye bakıyoruz, ortaya seriyoruz, ne ürettik diye ve bunun üzerine bir yapı kuruluyor. Tamamlanan o yeni halin provası yapılıyor. Malzeme verebilmesi için oyuncuyu yaratıcı hale getirmek gerekiyor. Fikir beyan etmekten çekinceleri olmamaları lazım. Benim en önemli görevlerimden biri nitelikli malzemeyi verecek egzersizleri tasarlamak. Oyunculara sorular soruyoruz, verdikleri cevapları kayıt altına alıyoruz. Ardından kayıtları metne döküp, içinden sahneler üretiyoruz. Zamanla kimlikler ortaya çıkmaya başlıyor. Seçimler yaparak sahne üzerinde personalar yaratıyoruz.

‘BİRBİRİMİZİ YENİDEN KEŞFETTİK’

Oyuncuların kendi hikayelerini oyunun parçası yapma fikri nasıl oluştu?

B.A: Birçok egzersiz yaptık. Sahne üzerindeki bütün oyunculara, “Ayağa kalkıyorsunuz, kimin sandalyesinin yanına giderseniz onunla tanıştığınız anı anlatıyorsunuz” dedik. Bu egzersizin sonunda çok heyecanlandım. Çünkü bir anda ‘bir aradalıklarının’ kaynağı açığa çıktı. Hikayelerin BBT ile kesiştiğini gördük. “O zaman biz bu tiyatroyu merkeze alıyoruz, bu tiyatronun içine doğru giriyoruz” dedik.

E.Ü: Çok kritik toplantılar yaptık. “Bu malzemeleri kullanabilir miyiz?” diye çok sorduk birbirimize. Her şeyi anlatamadık tabi…

İki hikaye eş zamanlı ilerliyor. Biri klasik metin, diğeri oyuncuların kendi hikayesi. Oyunculuk anlamında nasıl bir deneyim oldu? Hem kendinizi hem klasik metindeki karakteri canlandırmak nasıldı?

E.Ü: Benim için ilk değildi aslında. Biz yıllar önce Oyun Deposu olarak bu yöntemle çalışmıştık. Ama BBT’de ilk defa yaptık. Birlikte büyüdüğüm insanlarla bunu gerçekleştirmek çok heyecan vericiydi. Birbirimizi yeniden keşfettik.

‘SEYİRCİYLE PAYLAŞMAK İYİ HİSSETTİRİYOR’

Peki ne kadar kendiniz olabildiniz?

E.Ü: Olamadım canım, olamaz. Zaten söyleyemediğim bir sürü şey de var. Oyunda da bunu dile getiriyoruz. Bence en vurucu yeri bu oldu oyunun. Seyirciye karşı açık ve dürüst olduk.

Söylenmesi gerekenleri mi söylediniz?

E.Ü: Söyleyebileceklerimi söyledim. Daha muzip tarafımı ortaya çıkarmaya çalıştım. Birazcık şımarık.

Didem Germen: Memur olmak, kurumda çalışıyor olmak, dönemsel baskılar… Bunlar benim rahatsız olduğum şeyler. Bunlar hem prova sürecinde hem de sahnede anlatılabilir şeyler değil. Oyunu bir yönetmen arkadaşım izledi ve “Ne kadar cesaretli bir iş olmuş” dedi. Biz öyle olmadığını düşünüyoruz. Bunu seyirciyle de paylaşıyoruz.

B.A: Söyleyememe halini görünür kılma fikrini çok sevdim ben. Şu anki siyasal iklimden kaynaklı “Neyi konuşup, konuşamayacağımızı seçmemiz gerekiyor” hissini.

E.Ü: Bunu itiraf etmek ve seyirciyle bunu paylaşmak iyi hissettiriyor bir yandan.

‘DÖRDÜNCÜ DUVARLA OYNUYORUZ’

Oyunda interaktif bir bölüm var, sona doğru. Forum sahnesine gelmek istiyorum. Seyirciler oyuna dahil ediliyor. Riskli bir bölüm… Nelerle karşılaşıyorsunuz, zorlayıcı olmuyor mu?

B.A: Evet, dördüncü duvarla oynuyoruz.

E.Ü: Seyirci forumda oyunu kucaklıyor. Onlar da bizim gibi gönüllü oluyorlar.

B.A: En başından beri seyirci, kendini kucaklamış hissetmeliydi. O dördüncü duvarı şefkatle yıkmaya çalışıyoruz. Bazen seyirci o duvarı kapatmak istemiyor. Bir risk ama hiç çalışmadığını görmedim şu ana kadar.

Fazla çalışıyor olabilir…

B.A: Fazla çalışıyor. Fazla çalışmasının da sakıncası olmadı. Amacımız, bizim söyleyemediklerimizin seyircinin kendi arasında konuşmasına veya düşünmesine teşvik etmekti.

D.G: O alanı gören seyirci kendini rahat hissettiği için konuşmak istiyor. Biz de onlara alan açıyoruz yani. O yüzden de çok samimi oluyor, çok keyifli oluyor. Bitmesini istemeyenler bile oluyor.

Devamı için tıklayın.

Paylaş.

Yanıtla