Pınar Göktaş BirGün’e Konuştu: Birimizin Değil Hepimizin Hikâyesi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Sanatın farklı dallarını bir arada sürdüren Multidisiplinel Artist Pınar Göktaş “Farklı karakterler üzerinden, hepimizin başına gelen hikâyeleri anlatarak kadınlar için tabu denilenleri yıkmaya çalışıyorum” diyor.

Sinemada da tiyatroda da kadın karakterlerin tek başına ana karakter olduğu hikâyelere çok az rastlıyoruz. Kadın karakterler hep ‘birinin âşık olduğu kadın, birinin sevgilisi, birinin bir şeyi…’ Bu birileri ise hep erkek. Bu alanda üretilen kadın hikâyelerini izlemek, gündelik dertlerimizi kolektif hale getirebilmek o kadar güç veren bir şey ki…

Bu erkek egemen sektöre karşı artist Pınar Göktaş bu işi ustalıkla yapanlardan biri. Birçok yapımda rol alan Göktaş’ın son olarak ‘Bayrak’ adlı kısa filmi MUBİ’de gösterimde. Tek kişilik oyunu ‘Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur’ ise sahnelenmeye devam ediyor.  Ürettiği her işi izlerken dayanışma duygusunu hissettiğimiz; farklı disiplinleri ustalıkla bir araya getiren tiyatrocu, dansçı, yazar ve müzisyen, Multidisiplinel artist Pınar Göktaş ile konuştuk.

İstanbul Teknik Üniversitesi’nde mühendislik okumuşsunuz ardından tiyatroya yönelmişsiniz. Bu süreç nasıl oldu? Tiyatroya nasıl yöneldiniz?

Aslında biraz klasik bir hikâye. Orta sınıf bir ailenin kızıydım, derslerim iyiydi. Sayısal seçmek dışında bir ihtimalim yoktu. Ama ben oyunculuk yapmak istiyordum. Eğer İstanbul’a, gidersem tiyatro yapmanın bir yolunu bulurum diye düşündüm. Öyle de oldu. Mühendislik okumaya başladım. Bölüm güzeldi ama bana göre değildi. Ben de ikinci sınıfta profesyonel olarak oyunculuk yapmaya başladım.

Multidisiplinel çalışan birisiniz. Bunun hayattaki getirileri neler oldu? Olumlu, olumsuz yaşamınızı dönüştürdü mü?

Multidisiplinel artist tanımı yeni yeni üzerime giydiğim ve fena olmadı galiba dediğim bir şey. Ben bir yandan oyunculuk yapıyorum, televizyonda ya da sinema filminde oynuyorum. Bir yandan dans ediyorum, bir yandan yazıyorum. Bir de bir müzik grubum var. Şimdi bunları düşününce aslında çok ayrı ayrı şeyler gibi görünse de, aslında hepsi benzer. Zorluklarından biri zaman yönetimi. Çok disiplinli olmak gerekiyor. Hayatını iyi programlayabiliyor olmak gerekiyor. Bir de bazı şeyleri iyi ayırt edebiliyor olmak gerek. İnsan bir sürü şey yapmak istiyor ama gerçekten ne yapmak istediğine dair soğukkanlı bir yerde durup düşünmek, kendine ne istiyorum ben diye sormak lazım. Bazen başka şeyler de yapmak istiyorum ama hayır diyorum, tamam. Dürüstçe söylemek gerekirse, gözüm korkuyor. Bu işler biraz da deli işi. Gözü kara olmak gerekiyor.

Bu sektörde kadın olmak da başlı başına muhtemelen bir mücadele alanı gibi. Siz en çok ne konuda zorlanıyorsunuz? Sadece kadın olduğunuzdan maruz bırakıldığınız şeyler oluyor mu?

Bu sektörde de mücadele edecek çok şey var ve mücadele sürüyor. Benim ilk yıllarımda her şey çok daha kötüydü. Cinsiyetçi söylemler bir mizah aracıydı. Setlerde kadın çalışanlar azdı. Ama şimdi biraz daha iyiye gittiğini söyleyebilirim. Kadınların dayanışması, bir arada olması, “Susma Bitsin” gibi oluşumlarla kadınların bir arada durması… Bunlar işleri ufak da olsa değiştirdi. Şu an setlerde daha fazla kadın var. O kadınlar o günlere nispeten biraz daha rahat çalışabiliyorlar. Problemler hep var. Ama bebek adımlarıyla da olsa değişimi görmek umut veriyor.

Sinemada da tiyatroda da kadın karakterlerin ana karakter olduğu hikâye az. Sizin işlerinizde tersine kadın karakterlerin merkezde olduğunu ve kadın hikâyelerinin işlendiğini görüyoruz. Aynı zamanda bu hikâyeler çok gündelik ve ‘küçük hikâyeler.’ Bu bir tercih mi?

Burada mesele anlatmaya değer bulunmak. Benim anlatmaya değer bulduğum şeyler genelde kişisel şeyler oluyor. Ben hikâye anlatmaya çalışırken aslında bir yandan hep kendimi anlatıyorum. Bunu tabii ki farklı karakterler, farklı kadınlar üzerinden yapabiliyorum. Ama hepimizin başına gelen şeylerden bahsetmeye çalışıyorum. Özellikle kadınlar için tabu denilenleri yıkmak adına da yapıyorum bunu. Oyunculuk yapmaya başladığım ilk zamanlarda da dizi ya da filmlerde kadın karakterlerin hep birileriyle olan ilişkilerinde ya da kariyerlerinde hep bir erkeğin arkasına gizlendiğini gördüm. Bunun üzerine çok düşündüm. ‘Bayrak’ filmimde de bir kadının alt komşusunun balkonuna düşen sütyeninin özel alandan kamusal alana geçişini görüyoruz. O sütyen tehlikeli bir obje olarak algılanıyor. Gerçek hayatta da ne kadar mücadele etsek de kadınların erkeklerin arkasında anılıyor. O yüzden bunun hep onun üstüne gittim. Bir şey anlatırken, bir konuyu işlerken onun kadınlar için daha görünür olması için işliyorum.

Küçük hikâyeler beni hep daha çok çekiyor kendine. İzlediğim aşırı coşkulu aşk hikâyesini belki hiç yaşayamayacağım ama sütyenim alt komşunun balkonuna düşebilir…

Sektörde bir ana akım var. Daha büyük prodüksiyonlu büyük hikâyeler falan… Ama günün sonunda küçük hikâyeler bana daha heyecan verici geliyor.

‘Öyle Şeyler Yalnızca Filmlerde Olur’ diye tek kişilik bir oyunuz var. Oyunu bize biraz anlatsanız…

Oyunu Şule Ateş yönetti. Ben yazdım ve oynuyorum. Oyun tek kişilik performans hikâye anlatıcılığına dair bir araştırma atölyesinden çıktı. Dekor yok. Çıkayım, anlatayım, selam verip gideyim… Bu yalınlıkta olsun istedik. Bir kızın büyüme hikâyesini anlatıyor, Benim gibi Samsun’da büyüyen orta sınıftan bir çocuk var. Romantik filmleri çok seviyor ama biraz daha büyüdüğünde ve artık aklı başına geldiğinde böyle filmlerde yaşananları gerçek hayatta yakalayamayan bir kızın hikâyesi. Komedi türünde, biraz stand-up’a da yakın ama tam da değil. Çok fazla büyüme hikâyesi görüyoruz ama bir kadının özellikle 90’lardan 2000’lere geçişteki değişen şartlara bağlı hikâyesini izlemek ve anlatmak iyi bir fikir gibi geldi. Bütün bunları olurken de aslında popüler figürlerin hayatımızda bıraktığı etkileri p aralel kurguyla anlatıyorum. 4. sezonu bitirdik artık bu yaz sezonuyla birlikte 5. sezon olacak ama hâlâ güzel bir seyirci var. Oyunun çıkışında Z kuşağından genç kadınlarla da, altmışlarında kadınlarla da konuşunca benzer deneyimlerden geçtiğimizi görüyorum. Bu iyi hissettiriyor, yalnız olmadığımızı hissettiriyor, Bir yandan da biraz şaşırtıyor. Çünkü bazı şeyler değişmeli fakat ama değişmemiş.

Peki ya büyük prodüksiyonların yanında bağımsız sinema yapmanın zorlukları nedir?

Ben mesela Game of Thrones’u çok seviyorum açar açar izlerim hâlâ. Keşke biz de böyle şeyler yapabilsek. Büyük prodüksiyonlarla hikâyeler yazsak da izlesek. Ama mümkün değil. 10 yıl öncesine göre dahi bağımsız sinema yapmak çok daha zor. ‘Bayrak’ iyi ki yapmışım dediğim bir iş oldu ama bir daha cesaret edemem gibi mesela… Alan çok daraldı.

BİRGÜN

Paylaş.

Yanıtla