Sıfırnoktaiki'den Korku Tüneli

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Habertürk gazete yazarı Ece Saruhan, Philip Ridley’in yazdığı ve Özlem Karadağ’ın Türkçeye kazandırdığı “Korku Tüneli” oyununu ikincikat’ta izledi. Ece Saruhan’ın Habertürk’te yayınlanan izlenimlerini aktarıyoruz.]

Hasret nihayet sona erdi, tiyatro sezonunu önceki akşam ikincikat’ta, Sıfırnoktaiki’nin ‘Korku Tüneli’ adlı oyunuyla açtım. İkincikat’ın açılış oyunu olan ‘Korku Tüneli’, internet üzerinden yapılan anket sonucunda, seyirciden gelen yoğun talep üzerine iki yıl sonra yeniden sahnedeydi. Zamanında izleyememiş biri olarak bu fırsatı güle oynaya değerlendirdim. Salondaki yerimi almak için diğer seyircilerle birlikte beklerken etrafımdan yükselen seslere kulak verdim de; bendeki merak ve heyecan herkesi sarmıştı. Kapı açıldı ve oyunun adını çağrıştıran beyaz bir sis bulutunun içinden geçerek koltuklarımıza kurulduk.
BU HİKÂYE SİZE ÇOK TANIDIK GELECEK

Oyunun İngiliz yazarı Philip Ridley, çağın ve hayatın gerçeklerini toplumun yüzüne vura vura anlatma konusunda çok yetenekli biri. Yazdığı her oyun seyirci için sıkı bir yüzleşme niteliği taşıyor. Özlem Karadağ’ın Türkçe’ye çevirdiği metin eşliğinde girdiğim ‘Korku Tüneli’, Doğu Londra’da dış dünyadaki tehdit unsurlarından korunmak için kendilerini evlerine kapatarak yaşayan Presley ve Haley adlı ikiz kardeşlerin hikâyesi üzerinden, nasıl bir korku hegemonyasında yaşadığımızı gözler önüne seriyor. Tüm çabaları bir muamma sonucunda kaybettikleri anne ve babalarının arzu ettiği gibi ‘uslu çocuklar’ olarak hayatlarını sürdürmek olan ikizlerin, bilinçaltlarındaki korkular onlar gibi uslu durmayı başaramıyor. Korkuları onlardan cesur çıkıyor ve eve giren Cosmo Disney ile Pitchfork Cavalier adlarında iki aslında çok tanıdık yabancının etkisiyle, bilinçaltlarındaki tüm korkular ortaya dökülüyor.

‘Aslında çok tanıdık’ nitelendirmesi elbette ki seyirci için de geçerli… Cosmo’nun üzerinde parlak payetli kırmızı bir ceketle kusarak ikizlerin evine girdiği sahne, kapitalizmin çikolata paketleri gibi yaldızlı ambalajlara sararak insanlara sunduğu hatta dayattığı tüm mide bulandırıcı tatların insan bünyesinde yarattığı durumun açık özeti. Cosmo Disney, “Yaşam ne biliyor musun? Kanalizasyonda camdan bir kayık içinde yüzmek. Bokları sevmeyi öğrenmek zorundasın” derken, bu duruma alışamayan ama korkudan kusmayı bile başaramayanlara yani geçmek bilmeyen bir mide bulantısıyla yaşayanlara tokadı patlatıyor. Sonra “Görmeyi, koklamayı, duymayı reddettiğimde bütün bunlar yok olacak” repliği yükseliyor sahneden. Bu da çok tanıdık öyle değil mi? Acaba hikâyenin geçtiği yer gerçekten Londra mı yoksa Türkiye mi? “Sen görmemek için çok derin uyumak istiyorsun” diyor kardeşine Haley. Bu derin yaşamaktan korktuğu için çok derin uyuma hali, size bir yerlerden tanıdık geldi mi? Tepki vermemek, içine atmak, haksızlığa ve şiddete susarak çanak tutmak, balık hafızalı olmayı seçip sadece içine geleni hatırlamak… Kısacası gerçekten yaşamak yerine yaşarmış gibi yapmak..

USHAN’IN PERFORMANSI SU GİBİ

Oyunun yönetmeni Sami Berat Marçalı, tiyatromuzun en yetenekli gençlerinden. Bir koltuk ve iki sandalyelik dekorun içine görme işlevini hâlâ sürdüren gözler için pek çok ayrıntı saklamış. Ben özellikle Presley’nin siyah yırtık bir perdenin ardından dışarıya bakarak, üzerinde siyah pis bir örtüyle yatan kız kardeşi Haley’ye gökyüzünde siyah ve her şeyin üzerini örten bir bulut kümesi olduğunu anlatmasına bayıldım. Haley’nin üzerindeki o siyah leş içindeki örtü, oyunun en güçlü metaforlarından biri.

Banu Çiçek Barutçugil, Haley’nin saplantılı ruh halini hiç abartıya kaçmadan seyirciye yansıtmayı başarıyor. Geçirdiği korku nöbetleri iç sızlatacak kadar sahici. Presley rolündeki Murat Mahmutyazıcıoğlu, oyunun lokomotifi. Korkutmak için hiç çaba sarf etmeden korkutuyor seyirciyi. Aramızdan biri hatta çoğu zaman ta kendimiz gibi… Murat, doğallığıyla her zamanki gibi yine içime işledi. Oyunun Pitchfork Cavelier’si Eyüp Emre Uçaray, maskeli yüzü ve insanın kanını çekecek derecede ağır hareketleriyle sahnedeki gerilimi yükseltiyor. Cüssesine aldırmadan amuda kalktığı sahne, insanlığın tepetaklak olmuş haline güzel bir örnek teşkil ediyor. Ve Cosmo Disney rolündeki Ushan Çakır, sahnede yine harikalar yaratıyor. Ushan oynamıyor, yaşıyor! O hep sahnede olmalı, seyirci onun gibi bir yeteneği kanlı canlı izlemenin tadını çıkarmalı. Pislik içindeki hayatları tertemiz bir performansla seyircinin yüzüne vuruyor. Su gibi bir performansla…

YARAMAZLIK MI İŞE YARAMAZLIK MI?

Oyundaki “Senden alındıktan sonra kim başka kollar, bacaklar ve kalpler ister ki? Sana dokunmak istemedikten sonra kim dokunacak parmaklar ister? Seni görmek istemedikten sonra kim görecek gözler ve doğru şeyler söylemek istemedikten sonra kim konuşacak başka sesler ister ki?” cümlesi, salondan ayrıldıktan sonra da çınladı durdu kulaklarımda. Uslu çocuk rolüne öyle kaptırdık ki kendimizi; özümüze, usumuza, insanlığımıza yabancılaştık. Yaramazlık yapmamak yani düzene karşı koymamak uğruna işe yaramaz et yığınlarına dönüştük, kendi gölgesinden korkan uyurgezerler haline geldik. Başrolü korkuya ve ondan yükselen pis kokuya bıraktık. Çikolata gibi kokmuyorsa dünya; suç düzende değil düzene “Düzel artık diye” haykıramayan uslu ussuz çocuklarda… ‘Korku Tüneli’ 18 ve 25 Eylül’de ikincikat’ta! Tünelin ucundaki ışığın yerini bulmak için izleyin!

Habertürk

Paylaş.

Yanıtla