17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin Ardından

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Değişik yazılarımda değindiğim konuları bir araya getirerek 17. Uluslararası İstanbul Tiyatro Festivali’nin ardından bir değerlendirme yapmak için notlarımı topluyordum ki, Mimesis’ten Ayşan Sönmez ve Fırat Güllü’nün, Prof. Dr. Dikmen Gürün ve Leman Yılmaz ile yaptıkları bir söyleşi yayımlandı. (http://mimesis-dergi.org/?p=8584)

Festival hakkında “acı sözler” söylemiş biri olarak merakla beklediğim bir söyleşi idi, yöneticilerinin dilinden festivalin arka yüzünü görme fırsatı verecekti bana.

Gittiğim her gösteride, fuayede, salonda Prof. Dr. Gürün’ün yorgun ama saygı duyduğum “duruş”unu gördüm.

Geçen sene, “2010 Avrupa Kültür Başkenti: İstanbul” kapsamındaki tiyatrolar buluşması üzerine yazdığım bir yazıyla ilgili bir mesaj göndermiş ve onun “yalnızlığını” dile getirmem karşısında “yalnız olmadığını, ekibine olan inancını ve güvenini” belirtmişti.

“2010 Avrupa Kültür Başkenti: İstanbul”daki görevinden ayrılışının toplumca bu kadar kolaylıkla kabullenilişini hâlâ anlamış değilim.

Bu ayrılış, onun yardımcılarının desteğinin değil asıl olması gereken “kurumsal desteğin” eksikliğini gösteriyordu ve beni de haklı çıkarıyordu galiba. Tiyatro Festivali ile ilgili olarak da “yalnızlığı” konusunda aynı düşüncede olduğumu yinelemek istiyorum.

İKSV’nin Prof. Dr. Gürün’e gereken desteği vermediğini ama verirmiş gibi yaparak Prof. Dr. Gürün’ün durumunu daha da güçleştirdiğini düşünüyorum.

İKSV, Tiyatro Festivali’nin yükünü çekecek ve günahlarını taşıyacak Prof. Dr. Gürün gibi “edepli bir gönüllü”yü zor bulur. “Resme” bakınca gördüğüm şu: İKSV, Prof. Dr. Gürün’ü kendine siper etmektedir; Prof. Dr. Gürün de, her şeye rağmen, “kan kusup kızılcık şerbeti içmiş” gibi yapmakta.

Bu yazıda, söyleşinin satır aralarını “okuma”ya çalışacağım. Eminim ki o, gene bana itiraz edecek. Olsun! Hiç değilse tarihe not düşülür.

Prof. Dr. Gürün’ün tek hatası, tevazu sınırlarını çok zorlamasıdır. Tevazuun başkalarınca yanlış algılanması, İKSV’nin faaliyetleri içinde tiyatronun hak ettiği yeri alamamış olmasından bellidir. Müzik, caz ve film festivallerinin medyaca “şişirilmesi” yanında tiyatronun, Malkovich gösterisi dışında gündem oluşturamaması bu düşüncemi desteklemektedir.

Suzuki gibi bir “dev”i sahnesine çıkartabilmenin hak ettiği anlamın yeterince algılanamamasının temelinde Türkiye’nin cehaleti kadar Prof. Dr. Gürün’ün (ve de Suzuki’nin) tevazuunun da rolü vardır.

Tiyatronun, sanki “rica minnet” programa alınıyormuş gibi olan görüntüsünün değiştirilmesi gerekir. İKSV’nin caz, müzik ve filmdeki “saygınlığının” temelinde Tiyatro Festivali’nin katkısı vardır. Bu gerçeğin algılanarak tiyatronun “üvey evlat” rolünden çıkarılması gerekir.

Öte yandan “tiyatro sponsor bulmakta zorlanıyor” yaftasının bizzat tiyatrocular tarafından yapıştırılması da yanlıştır. Bazen olmayan bir şey dikkatsiz bir ifade ile “kader” halini alır.

Bu arada ona destek olması gereken tiyatro dünyasının da kendi beklentileri nedeniyle, “susarak” Prof. Dr. Gürün’ü yalnız bıraktıklarını düşünüyorum. Umarım yaptıkları hatayı ve Prof. Dr. Gürün’e destek olmanın aslında tiyatroya destek verilmesi demek olduğunu anlarlar. (Ama onlar Gencay Gürün’ün milletvekilliğinden de yararlanamamışlardı.)

Kişilerle özdeşleştirdiğimiz bir olayda aslında kurumsal yapıya bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Kişilerin iyi niyeti yeterli olmuyor. O nedenle onların sözlerinin gerisindeki kurumsal yapıyı anlamamız gerek. Söyleşideki dikkatimi çeken ifadeleri bu bakış açısıyla gruplayarak bu yazıyı oluşturdum.

Organizasyonel ve Kurumsal

“…bu sene müzikle çakıştık…prodüksiyon olsun, medya olsun, sponsorluk olsun, kurumsal departmanlarımız ortak..”

“ (her festivalde) Elimizdeki olanaklar farklı”

“Uluslararası medyada zayıf kaldık”

“Yurt dışı ilişkilerimizin giderek güçlenmesi”

Anlaşılan o ki, İKSV içinde tiyatro ile ilgili bağımsız bir departman yok. Tanıtım, ilişkiler, sponsorluk, medya vb konularda, genel bütçeye ve organizasyona bağlı.

Şirket yönetimlerinde bulunanlar, “torba” bütçelerin nasıl olduğunu bilirler. Önce “acil” olan gelir ve “davulu taşıyan” tokmağı vuramaz. Hele de iki yılda bir sıranız geliyor, “hatırlanıyorsanız”!

Bu gibi işlerde hep “yangın” durumu geçerli olduğundan her hortum taşıyan, uzman ve kurtarıcı sanılır. Hep “en acil” çözüldüğü için kendini “en acil tanıtan” kazanır.(“Ağlayan çocuğa meme verilir”) Sponsorunuzu bile “çalarlar”.

Bu yılın Tiyatro Festivali’ndeki sponsorluklar ağırlıklı olarak her ülkenin kendi tiyatrosunu desteklemek anlamında bulunan desteklerdir. Diğerleri, “ismi var ama bedava” sponsorluklardır. (Medya vb gibi.)

Bu resme bakınca tiyatroya doğrudan maddi destek akışı görünmemektedir. Bu bizi başka bir tartışmaya götürür: Sponsorun ne kadarı “benim paramı özellikle müzik, caz, film için harcayın” diye tutturuyor acaba? Sponsor bir fon ayırmıştır, muhasebeleşmesine bakar ve belki kısık sesle bir şeyler mırıldanır, o kadar. Tercihin yönlendirilmesi sponsorun kapısını çalanların ikna ediciliğine ve de ilişkideki becerisine kalmıştır. Muhtemelen, Tiyatro Festivali sorumluları sponsorlarla doğrudan temas etmemektedir.

“Tiyatro sponsor bulamıyor”, sağlam bir temele dayanmamaktadır. Bu iddiayı doğru kabul edersek, ülkedeki “sanatsal fukaralığa” rağmen, (halkın ve) sponsorların bilinçli tercih yaptığını düşünmemiz gerekir. Her bir faaliyetin ayrı örgütlenmesi, her faaliyet için ayrı bir “hesap merkezi” olmadan buna inanmak da zordur.

Torba bütçeli organizasyonlarda, kasaya giren para, en acil olana gider. Muhasebe de bölünmüştür zaten. Kim yanağını okşarsa o, tahsisatı kullanmada öncelik (ve haber) alır.

Program ve bütçe yapılamamasının nedeni, bu tür belirsizliklerdir. Bu yüzden “(her festivalde) elinizdeki olanaklar farklı” olur. Başkasına bağlı organizasyonlar, medyada zayıf kalır, yurt dışı ilişkilerdeki görece iyileşmelerle avunur.

İKSV içinde tiyatro için bağımsız bir organizasyon kurulmalıdır.

Operasyonel

“Toplulukların turne programları uygun düştü.”

“Elimizde metrelerle aklınıza gelebilecek her türlü mekana gidip ölçü aldık”

“Bazı oyunları sokacak sahne bulamadık”

“Muhsin Ertuğrul Sahnesi’nin ışık ve ses listesini Mart ayına kadar alamadık. Nasıl bir sahne olacağını bilemiyorduk”

“İşin operasyonel kısmı o denli ağır basıyor ki”

“Salonun sahibi ruhsat almak için paralıyor kendini iki yıldır”

Yakınmaların geneli şaşırtıcı değil ve ülkemize özgü. Ama organizasyonda sorun olduğu açık.

Ülkemiz, sanata ayrılan kaynağın yetersizliğinden dolayı başkalarının programının parçası (kuyruğu) olmak durumunda. Bu nedenle turne arasında bulunan bir boşluktan yararlanma; yılın özelliğine bağlı olarak sponsor bulma(Japon yılı); kişisel dostluklar (Suzuki) üzerinden yardımlar; Türkiye’deki yabancıların (Goethe Institute, Henkel, İtalyan Kültür Merkezi vb) o yıla özgü fonlarını kullanabilme yeteneği ve ilişkiler çerçevesinde destek bulabilme olanakları doğar.

Ayrıca kendi işleriniz dışında “üstünüze vazife olmayan” başka konularla da ilgilenmek zorundasınız. (Ruhsatsız salonun gösteriye açılmasını takip etmek gibi.)

Ama asıl konu, içine düşünülen durumun kişisel fedakârlıklarla kurtarılacağını sanmak; “elde metre”, salon ölçmek, dekorun taşımasını düşünmek, başka bir inşaatı takip etmektir.

Sanırım Tiyatro Festivali sorumluları, ihtiyaçlarını karşılayabilecek olanları, organizasyonun parçası yapamamış, yardımları organize edememişlerdir.

Örneğin ışık ile ilgili sorunlarınız varsa elektrik şirketi, sponsorunuz olmalıdır. Yani sponsorlukları ihtiyacınız olan hizmetlere göre planlamanız, seçmeniz gerekir. (Bu anlamda iki örnek, Aksa ve İnter Limousine var.) Öncelikle geniş katılımlı masa başı çalışması yapmak gerek. Bunun için de tiyatrocuya değil, işadamına ihtiyaç var. Sanat yönetmenliği ile iş (business) ayrı olmalıdır. Tiyatro festivali bu haliyle “business” değildir ve “business” gibi yönetilmemektedir.

Devletin organlarını (“nezaketen”) ismen kullanmak yetmez, işin içine sokmak, “sahiplendirmek” gerekir.

İki sayfa dolusu medya sponsorları aracılığıyla Tiyatro Festivali medyada ne kadar yer aldı? “Bedava” sponsorlar, onların reklâmını yaptığınız kadar sizin tanıtımınızı yaptı mı acaba?

Oyunları seçip sahne bulamamak mı, sahneyi bulup da oyun seçmek mi? Yukarıdaki nedenlerden dolayı siz seçemediğiniz, size önerileni seçmek zorunda kaldığınız için böyle durumlar yaşanır. Siz de oyuna göre sahne bulmaya çalışırsınız.

Teklif edilen oyunları seçtiğinizde sorumluluk sizin omuzlarınıza biner. Ruhsatsız bir binada yangın çıksa ne olacak? Sigorta kimde? Size öneri getiren bu sorumluluğu alıyor mu? (Almak zorunda mı?) Salt oyun seçtiğinizi mi düşünüyorsunuz? (Kaldı ki sözü edilen tiyatroda sahnelenen oyunda, ilân ettiğiniz kadroya bile sadık kalamıyorsunuz.) Uluslararası bir festivalde sandalyeler üzerinden atlayarak salondan çıkılır mı? Kapı önündeki selin içinden geçerek sırılsıklam salona girilir mi? Mekânı, “ayak alıştırarak” resmileştirmek midir amaç? (Kim kime hizmet ediyor?)

On yedincisi idrak edilen festivalde bir kurum, şehirdeki tüm sahnelerin planlarını ve olanaklarını biriktirememiş midir? Kurumsal olamamak öyle bir şey olsa gerek.

İstanbul’da Kartal’dan Büyükçekmece’ye kadar salon var. Festival oralara uzandı mı? Oralarda yerel tiyatro sevdalıları var. Onlarla iş birliği yapıldı mı?

Satış noktaları, oyun dokümanları, kitapçıklar vb hepsi “amatör” düzeyde. Her şeyi illa kendiniz yapacaksınız diye bir zorunluluk yok ki. Uzmanını bulun. Bu konularda yardım almak “atla deve” de değil. (İKSV hep çalıştığı yerlerle çalışmak istememişse tabii.)

Finansal

“Sponsorlardan alınan meblağlar bütçenin büyük bir kısmını karşılamak anlamında yeterli olamayabiliyor. Bu nedenle festivalin her sene yapılması biraz zor.”

“Olamayabiliyor” sözü çok ikircikli. Böyle bir durum, ya “olmaz” ya “olur”. Proje bazında mı konuşuyoruz genel festival bütçesi anlamında mı?

Elbette ki her oyun artıda bitmez. Artıda olanlar ekside olanları finanse etmiş olur. Stratejiniz de o zaman ortaya çıkar. Kimden nereye aktarılacak, yani.

Yeni kaynak yaratıldı mı? Örneğin “Tıpkı basım” (kitap, afiş, cd vb) gibi yollar denenerek yeni kaynaklar yaratıldı mı?

Geçmiş oyunların dvd hakları düzenlenmiş mi?

İKSV’nin Lale satışını, bugünkü yapısıyla gösteri cinsine göre bölmek zor. Ama bir formül bularak tiyatro fonunu yaratmak da zor olmasa gerek.

Lale satışlarından gelen gelirin tiyatroya ait kısmını kullanabiliyor musunuz? Yoksa “torba bütçe”de mi o da?

Festivalin yapıldığı yıllarda bütçe denk midir yani? 3 yılda bir yapılsa artıya mı geçeceksiniz? Sponsorlardan her yıl toplayıp biriktiriyor ve 2 yılda bir mi harcıyorsunuz?

Muhtemelen bu soruların cevapları aynı: “Hayır”.

Ne diyorsunuz!?

Stratejik

“Festivalin algılanış biçimi de değişecek “

“Festivalin yapıldığı yılın en iyisini, farklısını sunmaya çalışıyoruz”

“Davet edilen yapımın …bizim seyircimizle iletişim kurabilmesi, seyirciyi zenginleştirmesi..”

Merak ettim. Algılanış biçimi ne idi, ne olacak? 17. yaşta algılanıştan memnun değil misiniz? Çocuk reşit olmuş ama kendini tanıtamamış (mı?)

“Yıllık bazda en iyisini, en farklısını sunmak”, kulağa güzel geliyor ama pratik değil. O zaman “Bu yıl hangi atraksiyonu bulalım”a kadar gider bu iş. Amaç festivali “marka” yapmaktır. 17. yaşını tamamlayan bir festival “marka” olamamış ve hala algılanış sorunu varsa, “sorun” vardır.

“Seyirci ile iletişim kurmak” hususu, soruları beraberinde getirir. Hangi seyirci? Seyirciniz kim? (Malkovich’e gelenler mi, Bayrampaşa cezaevine gidenler mi?) Kim olsun istersiniz? Aslında “yapım, seyirci ile iletişim kurmaz”, seyirci, yapım ile iletişim kurar.

Dünya tiyatrosunu örneklemek istiyorsanız yapımın illaki seyirciyle iletişim kurması beklenebilir mi? O, “kendisi”dir, seyirci “O”nu tanır.

“Zenginleşme” ise “iletişim kurabilme” ile birlikte düşünüldüğünde dikkatle kullanılması gereken bir ifadedir.

Siz önce “algılama sorununuzu” çözün sonra bu ayrıntıyı düşünün.

Kavramsal

“tiyatro nedir?”

“sokak tiyatrosu yok gelişemedi. Bizde pantomim veya modern sirke giden bir çizgi oluşamadı.”

“gösterilerin …Prodüksiyon öncesi bir aşamada sergilenmesine alışık değiliz. “

“profesyonel topluluk olması gerekiyor”

“sanatsal kriterlere uygun olmamak”

Bu ifadelerde geçen “profesyonellik”, “sanatsal kriter” gibi kavramlar üzerine saatlerce tartışılabilir. “Sokak tiyatrosu yok”a kim karar veriyor? Sizin kriterinize göre yok olabilir ama var olana neden destek vermiyorsunuz? Destek vermezseniz sizin kriterinize ulaşılabilir mi? Dünyadan sokak tiyatrosu getirin de kriterinizi görelim!

Pantomim, modern sirk yok mu diyorsunuz? Sizin programlarınızda “örnek” olsun diye var mı?

Seçtiklerinizin hepsi profesyonel mi? Sahi “Profesyonel” ne? Kim?

Örneğin siz “profesyonel” misiniz? Tilbe Saran ve Cem Mansur’lu kadroyu ilan edip, bilet satıp onları sahneye çıkaramamak ne kadar “profesyonel”ce? Hadi çıkaramadınız, bilgilendirme yaptınız mı? Ruhsatsız salonu gösteriye açmak, “profesyonelce” mi? “Amatörce” hazırlanmış festival belgelerine ne demeli! Katılan toplulukların hepsi “profesyonel” mi? “Salon”, profesyonel bir mekân mı?

Kimse “Tiyatro nedir” diye sormuyor. Zaten ne verirseniz “ayakta alkışlayan” bir seyirciniz var. Daha ne istiyorsunuz!

Oyun sonrası seyirci ile buluşmak istemeyenleri çağırmayın ki sizin “patron” olduğunuzu öğrensinler. Ya da ikna edin, rica edin… Yani bir “duruş” gösterin.

Geçtim yabancılardan, sizin yerli topluluklardan da bu konuda bir talebiniz var mı?

“Dokunulmayana” Dokunmak

Söyleşide “dokunulmayana”, dokunayım:

İstanbul Tiyatro Festivali “Uluslararası” mı? (Şaşırdınız değil mi? Düşünün bakalım!)

Data bankanız var mı? Üniversitelerde festival üzerine yapılmış bir araştırma var mı?

Kaç kişi seyretti: biletli, biletsiz, öğrenci, davetiye ile, kapıdan sızan? Biletlerdeki öğrenci kontenjanı ne kadardı? (yüzde kaç?) Neden onlara en kötü yerler “rastladı”? Lale’lerin payı ne? Gelir gideriniz nasıl?

Tilbe Saran, Cem Mansur neden “yok”tu?

Elinizde metre, ölçüp biçtiniz de Damıtılmış Kırmızı’da neden son 5 sırayı öne kaydırdınız?

“Cinecitta Aperta” neden “kuşa döndü”?

Suzuki’ye neden ayıp ettiniz?

Bu festival ilişkileri çerçevesinde yurt dışına gönderilen (staj, eğitim vb) öğrenci var mı?

Oyun kitapçıklarınızda neden oyun kadroları yoktu? Tanıtım dokümanları bu kadar zayıftı?

Neden portalinizde oyunlar hakkında yeterince tanıtım bulamadık?

Neden son ana kadar atölyelerin yerleri belli olmadı?

Neden yerli bir tiyatrocu yazar, çevirmen “onurlandırılmadı”?

Tiyatro kütüphanesine yeni bir oyun girdi mi?

Örneğin tiyatro afişleri sergisi düzenlemek çok mu zordu?

Her yeri tarih olan bir kentte yeni bir tarihi mekân, tiyatro aracılığı ile tanıtıldı mı?

Tiyatro eğitimi veren fakülteler nerede?

Bu yılın teması neydi? Nasıl algılanıyorsunuz? Ne isterdiniz?

Festivalde sokak tiyatrosu yoktu ama festival neden “sokaklara taşmadı”? Örneğin Ağrı’ya, Diyarbakır’a, Trabzon’a, İzmir’e, Edirne’ye yani Türkiye’ye ulaşmadı? Oralardan 5-10 genci ağırladınız mı?

Yaptığınız anketten ne çıktı? Paylaşır mısınız?

Takvimsel programı yaparken stratejiniz ne? Yoksa “rastlantılar” mı şekillendiriyor onu?

Medyada görünme payınız ve bahsedilme süreniz ne kadar?

Festivalin “sonuç bildirgesi”nde ne diyorsunuz? (Var mı?)

30000 koltuk sayısı ve en çok 10000 seyirci ile “biz bize” “eğlendik” mi diyelim?

“Buna da şükür ” deyip “ehven-i şer” ile kendimizi mi avutalım?

…………………….

Yığınlarca soru var…

Sorularım İKSV’yedir, Prof. Dr. Gürün’e değil.

Esas olan şu: İçiniz, dışarıya yansıttığınız kadar müsterih mi? Yapılabilecek olan yapıldı mı?

Bu yazıyı oluştururken Prof. Dr. Gürün’ün “duruş”unu gözlerimin önünden geçirdiğimde onun şahsında “empati” yapmamın kolay olduğunu gördüm. Ama İKSV ile ilgili olarak aynı şeyleri hissetmiyorum. Tiyatro Festivali nedeniyle benim içimden İKSV’ye teşekkür etmek gelmiyor.

Prof. Dr. Dikmen Gürün’e teşekkür ederim.

Not:

Daha fazlası için:

http://melihanik.blogspot.com/2010/07/tatil-uclemesinden-elestiri-uclemesine.html

http://melihanik.blogspot.com/2010/06/sutra-ve-yeni-oryantalizm.html

http://melihanik.blogspot.com/2010/06/talimhane-tiyatrosu-akbank-sanat.html

http://melihanik.blogspot.com/2010/06/hamamda-frtna-shakespeare-tiyatro-grup.html

http://melihanik.blogspot.com/2010/06/ders-gibi-goldoni-sahnelemesi-tatil.html

http://melihanik.blogspot.com/2010/06/tadashi-suzukinin-elektrasnn-dusun.html

http://melihanik.blogspot.com/2010/05/munchner-kammerspiele-dava-kafka.html

http://melihanik.blogspot.com/2010/05/20-yl-sonra-ortaya-ckan-maganda.html

http://melihanik.blogspot.com/2010/04/17uluslararas-istanbul-tiyatro.html

melihanik.blogspot.com

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Melih Anık

Yanıtla