Selam Sana Shakespeare ve Tiyatro Boğaziçi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Melih Anık

26 Nisan 1564’de vaftiz edilmiş, 1582’de evlenmiş, evlilikten altı ay sonra en büyük kızı vaftiz olmuş, büyük kızının doğumundan iki sene sonra ikizleri dünyaya gelmiş. Vasiyetnamesini 1616 Mart’ında hazırlamış aynı yıl, 1616’da (52 yaşında) ölmüş.

39 oyunu var, daha çok olabilir; 154 sonesini biliyoruz ama daha çok olabilir.

Ölümünün üstünden 394 sene geçmiş olmasına rağmen dünyanın her tarafında bir “tanışı”nın olduğu Shakespeare hakkında bildiklerimizin en güvenilir tanığı “To be or not to be”. Geri kalan her şey “ayna”nın içindeki gibi buğulu.

60’lı yıllarda, babasını kasap bilirdik, yenilerde eldivenci olduğu ortaya çıktı. Oysa “bir danayı nutuk vererek kesmesi” daha sevimli gelmez mi insana! 23 Nisan’da doğup 52 yıl sonra 23 Nisan’da ölmesine inansak kötü mü olur? Karısına sadece “second best bed”i miras bırakması, bir buçuk İngiliz lirası alacağı için dava açmasını ciddiye alsak/almasak ne kaybederiz? Hangi resim odur ne önemi var, siz hangi resmini beğenirseniz ona bakın! Katolik, Protestan, agnostik, ateist (her ne hal ise) “bizden” sayılmasının nedeni midir yoksa?

Milano’yu deniz kenarında sanır, putperest Ephesos’ta “rahibe”ye rol verir, eski Roma’ya çalar saat koyar, pek az Latince daha da az Yunanca bilir, Londra’da tiyatro kapısında seyircilerin atlarını beklermiş. Tüm bunlara “tevatür” deseniz bile 1592’de oyun yazarı Robert Greene’in “Evet onlara güvenmeyin, çünkü bizim tüylerimizle kendini güzelleştiren sonradan görme bir karga vardır. Bir oyuncu postuna bürünen kaplan kalbiyle sizler kadar tantanalı mısralar söyleyebileceğini zanneder ve her işe burnunu soktuğu için kendini memleketin biricik sahne-sarsanı (Shake-scene) saymağa kalkar” dediği “sonradan görme karga”, “Shake-scene”, Shakespeare’dir.

Earl of Southampton, Lord Rutland, Sir Walter Raleigh, Earl of Derby, Earl of Oxford, Marlowe, Francis Bacon olduğu iddia edilen Shakespeare yaşadığı sürece malının mülkünün gelirini toplayıp ama eserlerini toplamamasının bedelini mi ödemektedir ?

O krallar, soytarılar, komediler, trajediler üreten/yaratan bir fabrikatördür.

Onun ruhu duysun ya da duymasın, eserleri üzerinde her gün yeni keşifler yapılan, söylediklerinin benzeri hatta taklidi bile söylenememiş, her ağızda birkaç kelimelik de olsa yeri olan bir büyük yazar için bir borcun ödenmesi olarak 400 yıl sonradan gönderilecek bir selam ile kendi ruhlarımızdaki ferahlığı duymamaya imkân var mı? O halde, Selam Sana Shakespeare!

Selam Sana Shakespeare

Tiyatro Boğaziçi, Ömer Faruk Kurhan’ın önerisi ve özellikle genç seyircilere yönelik büyük tiyatro adamlarını anlatma hedefiyle hazırlanan serinin ikinci oyunu (birincisi Molière Efendi) olarak Selam Sana Shakespeare’i sunuyor.

Uluç Esen’in danışmanlığında Aysel Yıldırım, İlker Yasin Keskin, Özgür Eren tarafından reji, kurgu ve metin yazımı yapılan oyunda yukarıdaki üç isme ilave olarak Burak Akyunak, Duygu Dalyanoğlu ve Eser Dilsöz oyuncu olarak görev almışlar. Dekor Uluç Esen’e, kostüm Nilgün Ilgıcıoğlu, Özlem Pehlivaner, Sezin Gündoğan’a; ışık ve efekt Uluç Esen-Volkan Mantu’ya; afiş Aydan Çelik’e ait.

Oyunun “gençlere yönelik olması” ifadesi Tiyatro Boğaziçi’nin. Seyrettiğinizde oyunun her yaştan seyirci için eğlenceli, öğretici bir deney olacağını anlıyorsunuz. Hatta tiyatrocularımıza özellikle öneririm. Bilgilerini tazelemek onlara iyi gelecektir. Bir “Shakespeare” izlemek, hem insanı değiştirir, hem Shakespeare’in yeni bir sırrını keşfetmenize yarar. Gençlerin, velilerin, öğretmenlerin görmesi gereken bir oyundur. Bundan daha iyi “çiğnenmiş ve ağza verilmiş lokma” bulamazsınız. Size nerdeyse yutmak kalıyor, eğlencesi de cabası!

Tiyatro Boğaziçi, oyunu “Shakespeare’in sırları” üzerine kurmuş. Eminim ki kendileri de “maden” bulduklarının farkındadır. Shakespeare’in sırrı bitmez ki! Her oyundan kaç sır kaç konu çıkar! 39 oyun 154 soneden ince ince kuyumcu işçiliği ile nerdeyse her gece yeni bir oyun yazılır.

Kurnaz, cesur, acımasız, gaddar, korkak, katil… Soytarı, kral, filozof, “halk”… Oğulun ardından ağlayan ana, hayal kırıklığı içindeki kral, yuvarlanmak için tepeye çıkmış erkek… Tarih, iktidar, din ile devletin mücadelesi… Cinayet, intikam, hile, savaş, kıskançlık, kararsızlık… Erdem, şefkat, korku, aşk, hüzün… Ne av, mahkeme sahneleri, ne mitolojik kahramanlar var geride. Karakterlerin oyundan oyuna süren hikâyelerinden söz etmedim daha. Shakespeare’in “ayna”sı bu, nasıl görüneceğin bilinmez! “Üniversite okumamış ama üniversitelerde okunan Shakespeare” adamı vezir eder !

Selam Sana Shakespeare, Shakespeare’in rüyasına giren esin perileri ile başlıyor. Esin perileri 400 yıldan beri süren Shakespeare yaratıcılığına bakınca önce pişman oluyorlar “nerden bu işe girdik” diye ama oyun sonunda Fırtına’nın cinleri gibi âzat oluyorlar. İkisinin arasında Bahar Noktası’ndan “Testere’nin Evi” sahnesi ile esnaf tiyatroları; Romeo ve Jüliet ile halk hikâyelerini uyarlama; IV Henry’den Falstaff’ın askerleri ile evrensel temalar (savaş ve onur); Macbeth’in Cehennemin Kapıcısı ile trajediye komedi koyma; oyuncular için Hamlet’ten oyunculuk dersi; Romeo ve Jüliet’ten düello sahnesinde Mercutio’nun ölümü ile aksiyon; Hamlet’ten krallık ailesinde trajedi; II. Richard üzerinden Kraliçe’ye özür ile sanat üzerindeki baskılar; Fırtına’nın finali ile sanatçının vedası var.

Globe Tiyatrosu’nun tanıtımı rehberli bir turistik gezi mizanseni ile; genç erkeklerin kadın rollerine çıkması, rol dağıtımı sahnesi ile; Puritanların baskısı, çağın siyasal gerilimi, sarayın politikası, Shakespeare oyunlarının Globe’a gelen her sınıf seyirci (salondakiler, balkondakiler, köylüler, enteller, snoplar) için cazibesi, eklenen diyaloglar ile ve Globe’da “görülmek için arz-ı endam edenler”, “manken yürüyüşü” ile verilmiş. Shakespeare’in oyuncuya yönelik yazdığı ve dağıttığı roller kekemeye duvar rolünün verilmesi ile örneklenmiş; komedi yazması, kraliçenin hışmından kaçma yolu olarak “sanatın bir kuralı da yaşayabildiğin kadar çok yaşamaktır” denerek açıklanmış.

Ancak bazı sahnelerde “işte şimdi buna örnek” denerek sahnenin oynanmasını pek de sevemedim. Şehir hatları vapurundaki satıcı edasıyla Shakespeare tanıtımını basit buldum. Sahne geçişlerinde devamlılık ile oyunda akıcılık sağlanmalı diye düşünüyorum. Sahneler tek tek başarılı olmasına rağmen sahne geçişlerinin, başarılı bulduklarım dışında (örneğin düello sahnesinin sonunda balkondan düşenin parterdeki ile tanışıklığı ve diyaloğu gibi) oyunu zorladığını, bu nedenle oyunun zaman zaman temposunu bulmaya çalıştığını belirtmem gerek. (Elbette ki Shakespeare’den tek bir konu etrafında derleme yapmak görece olarak daha kolaydır. Tiyatro Boğaziçi zoru seçmiş. Shakespeare’i bir buçuk saat içine sığdırmak kolay mı!) Farklı nitelikteki sahnelerin ve de karakterlerin seçilmesi nedeniyle (galiba farklı tercümelerden yapılan alıntılarından kaynaklanan söylem farkları da bunun nedeni) oyunun bütününde söylem birliğinin kurulamamış olduğunu hissettim.

Bu nedenlerle oyunun başı ile sonu arasındaki çizgide iniş çıkışları çok olan kırılmalar yaşanıyor, istikrarlı ve kontrollü bir anlatım oluşmuyor. Oyunun tümüne hakim olan gülmeceli söylemden (özellikle tercih edilmiş gibi), bölümler alınan oyunlardan çıkarılabilecek iletilerin ve de Shakespeare’i günümüze getirmeyi sağlayacak özellikle gençlere ulaşacak tek cümlelik mesajın “yazarın hayatı” ile sınırlı kalmasından korkarım.

Tüm oyuncuların ama özellikle Jüliet’te Aysel’in, cehennem kapıcısında İlker’in oyunculuklarını vurgulamak isterim. Eser ve Burak’tan yansıyan sempati çok iyi ancak onlar sanki Hababam Sınıfı’nın yaramaz çocukları gibi. Ama oyuna kattıkları renk ve duygu çok güzel. Burak’ın Falstaff’ını ve Eser’in Öreke’sini unutmayacaksınız. Özgür’ün Shakespeare’i ile Duygu’nun Kraliçe Elizabeth’i de belleğime kazındı.

Dekorun ve ışığın Shakespeare dönemini hatırlatan kuruluşunu yeterli buldum. Sahne ortasındaki üç basamak bence Shakespeare oyunlarındaki “hayat”: Yükselen düşecek bir gün, çıkan, inecek. Sahnenin içindeki “hayat sahne”si gibi. Çağında, gün ortasında aydınlıkta ve dekorsuz oynanan oyunların metne ağırlık veren ifadesine (oyuncunun ağzından kelimelerle anlatılan dekor) uygun buldum dekoru. Oyunda canlı müzik olsaydı keşke. Çağında, tarihselliği ne olursa olsun oyunların, Elizabeth dönemi giysileri ile oynanmış olduğunu hatırlayarak, oyunun bugünün kıyafetlerine eklenecek küçük aksesuarlarla oynanmasını tercih ederdim.

Eminim ki Tiyatro Boğaziçi, temsiller sırasında da oyunu -gelenekten gelen bir alışkanlıkla- yeniden yeniden tartışarak çok daha iyiye ulaştıracaktır.

Tiyatro Boğaziçi, kurulduğu 1995 yılından bu yana seçtiği yoldaki yürüyüşü ile ilk bakışta “delilik” gibi görünen işleri yapıyor. Tiyatro üzerine araştırmalar, yayınlar, girişimler, söyleşiler, eğitimler yapıyor, oyunlar sahneliyor; tiyatroda önemli bir portali yaşatmakta, Mimesis Tiyatro Çeviri-Araştırma Dergisi’ni yayına hazırlamakta, bildiğini, bulduğunu kamu ile paylaşmakta, ortak atölye-seminer çalışmalarının düzenlenmesine katkılarını sürdürmektedir. Bazılarına “anlaşılmaz” gelse de o “bazılarının” yapması gerekenleri “yapmama”larına aldırmadan tiyatro dünyamızda akademik çerçevenin tanımlanması için sorumluluğu ağır bir işe soyunmuş.

Yurdumuzdaki bazı organizasyonlarda (İKSV sana söylüyorum diğerleri siz anlayın!) bu büyük potansiyel ve birikimden yararlanılmamasını eksiklik olarak görüyorum. Biliyorum ki onlara verilecek şans, boşa gitmeyecek, potansiyeli daha da büyütecektir. Dünyada kuracakları ilişkiler ve ortak çalışmalarda ulaşacaklarından kuşku duymadığım başarılarını merakla bekliyorum.

15 yıldan bu yana sürdürdükleri ve de tiyatro dünyamızda “dünyanın rengine bürünmeden” oluşturdukları saygınlığın gereğini yapmaya devam edeceklerine inanıyorum.

Desteklenmesi gereken bir “delilik” varsa, bence onlar gibi özverili, akıllı, bilgili ve çalışkan insanlara ait olan deliliklerdir.

Not: Yazı “Shakespeare I, Mina Urgan-İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayınları” ile “Çağdaşımız Shakespeare, Jan Kott-Çeviren:Teoman Güney-Mitos Boyut” isimli kitaplardan yararlanılarak hazırlanmıştır.

melihanik.blogspot.com

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Melih Anık

Yanıtla