Türk Tiyatrosunda Müge Gürman Gerçeği: ‘Çehov Makinesi’

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Üstün Akmen

Geçtiğimiz yıllarda İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda “Müfettiş”, “Küçük Bir İş İçin Yaşlı Bir Palyaço Aranıyor”; Ankara Devlet Tiyatrosu’nda “Salome”, “Cadıların Macbeth”i gibi usta işi yapımlarıyla adı anılan yönetmen Müge Gürman, 2012–2013 sezonuna da iyi bir “iş” hazırlamış.

Hazırlamış da ne yapmış?

Almış eline, oyunları dünyada otuzdan fazla ülkede yayımlanmış ve oynanmış Romen asıllı 1956 doğumlu çağdaş Fransız yazar Matéi Visniec’in 2005 yılında yayımlanan “La Machine Tchekhov” başlıklı oyununu, çevirisi için Mete Gürman’ın eline bırakmış. Matéi Visniec, Çehov’un absürt tiyatronun habercisi olduğuna inanmaktaymış, dolayısıyla Çehov’un kendi değişik tiplemeleriyle karşılaştığı, değişik oyunlarından alınma karakterlerinin de birbirleriyle karşılaşıp konuştukları bu ilginç oyunu yazmışmış. Mete Gürman eseri “Çehov Makinesi” adı altında dilimize kazandırmış, Müge Gürman da sahnelemek için kollarını sıvamış.

Mete Gürman’ın çevirisi, eserin bir yerinde “okur” yerine kullandığı “okuyucu” sözcüğü dışında başarıyı yakalamış.

Müge Gürman Adlı Fenomen

Akılcı olan romantik gerçekçilikte, hayal dünyasını inandırıcı kılma ustası Müge Gürman, “Çehov Makinesi”ni de sahneye hazırlarken gene gerektiği kadar duyguları kamçılayan romantizmle, aklı yöneten gerçekçiliği uyumlu ve kesin görünüş içinde birleştirmeyi tasarlamış ve aynen öyle yapmış. Hiçbir şeyin gözünün yaşına bakmaz bir yönetim sağlamış. Örneğin hareketleri, giriş çıkış trafiğini, sahne başlarında ve sonlarında olması “mukadder” bütün keskin çizgileri tırpanlamış. Seyirciyi, yeni tabloda, sanki gördüğü eski bir tablonun devamını izlermiş haline hazırlamış. Dramatik anlatı sınırlarını alabildiğine geniş tutarken, oyuncularının rol “kesmelerini” yasaklamış. Yazara sadık kalarak, aykırı teatral durumlar yaratmaktan özenle kaçınmış ve sonuç olarak ortaya, gerçeklikten ve sahicilikten gıdım uzak olmayan bir eser çıkarmış.

Farklı Bir Tat

“Çehov Makinesi”ne rejisörlüğü yanı sıra dramaturg, görüntü tasarımcısı ve koreograf olarak da imza atan Müge Gürman, Matéi Visniec’in bu şiirsel oyununu bugüne kadarki tüm yorumlarının dışına taşırmamış, ama farklılaştırmış; olamazcasına farklı bir tat yaratmış. Ait oldukları oyunlardan bağımsızlaşmış, ama özlerinden soyutlanmamış, (kendi deyimiyle) “sanki uzaydan Çehov’un düşlerine düşmüş hayaller” olan karakterleri metnin istediği groteske, içerikteki kara mizaha yanaştırmış. Yazarın farklı bir düzlemde ve farklı bağlamlarda oluşturduğu bölümlerde bir araya getirdiği Doktor Livov’u, Doktor Astrov’u, Bobik’i, Firs’i, Doktor Chebutkin’i, Treplev’i, Lopakhin’i, Solyony’i, çok daha derin ve temel bir yapı içinde araştırmış. Tusenbach’ın, Anfisa’nın, Ravneskaya’nın, Anna Petrovna’nın, Arkadina’nın, Vanya Dayı’nın, Olga’nın, Masha’nın, Irina’nın davranış bozukluklarını, insanın kendi benliğinin ayrımına varmasının trajik zorluğuna, insanlar arasındaki iletişim sıkıntısına bağlamış.

Dekor, Kostüm, Işık

Müge Gürman bunun dışında, Çehov’un anlatmış olduğu gerçeklikleri: “Yazgılarını belirlediği kendi karakterlerine ve yine kendisi üzerinden sorgulattığı bir tür karşılaşmalar zinciri” olarak belirlemiş. Zinciri, her şeyin belirsiz ve düşle uyanıklık arasındaki çizgide sürekli yer değiştirdiği bir dünyada, gerçeğin sonu gelmez arayışı biçiminde kenetlemiş. “Sürekli yer değiştiren dünya” olgusu Zeki Sarayoğlu’nun dekorunda da kendine yer edinmiş, Sarayoğlu, oyuncuların içinde yaşayacağı dünyayı pek güzel tasarlarken, yüzeyin altında yatanları görmeyi de bilmiş. Şirin Dağtekin Yenen’in giysileri, oyunun devinimini ışığa çıkartarak onun temel “trinom”uyla (uzam-zaman-eylem) birleşmiş. Akın Yılmaz, ışık tasarımında renklerin nesnel kullanımına eğilmiş; düşsü anları ve dalgalanan dikkati de hiç mi hiç ihmal etmemiş.

Oyunculuklar

Oyunculara gelince, söyleyeceğim şu ki, onlar her şeyden önce “tam kadro” iyi eğitilmiş. Dolayısıyla Pınar Tuncagil, Aslı Özsaraç, Didem Ertan, Fatih Sönmez, İsmet Vural, Gözde Çetiner, Nalân Okçuoğlu, Erkan Taşdöğen, Şahin Çelik, hele hele “Vişne Bahçesi”nin çakırkeyif Yoldan Geçen’i (yönetmenin “tahta bacaklı” olarak çizdiği) Arda Baykal, istekli ve fevkalade rahat oyun vermekteler.

Oyunu izlediğim akşam, benim uzunca bir süredir merceğim altında duran Sanem Öge, Müge Gürman’ın istediklerini olabildiğince yerine getirdi, ama Ivanov’un Karısı’nı neden bilmem pasif olarak hissetti, o zaman da ne içsel, ne de dışsal aksiyona dönük en ufak kışkırtıcıyı elde edemedi. Çağrı Şensoy, kendi coşkularının içinde yuvarlanırken, sanatsal arzusunu bu oyunda da ateşledi.

Uğur Polat Olayı

Toygun Ateş, Yaşlı Uşak’ın kendine denk düşen içsel özlemlerini açığa pek güzel sererken; gözbebeklerimden Ayça Bingöl, can verdiği karakterin olgularını ve yönelimlerini, içsel itkiler, psikolojik imalar, içsel bir hareket noktası ekleyerek değerlendirmeyi bildi. Hakan Varlı, rolünün skoruna “Çehov Makinesi”nde de derinlikler ekledi. Levent Öktem ise, can üflediği her iki karakterde de duyguları, iradeyi, aklı ve derinlikli tutkular içeren coşkuyu, bir kez daha, hem de ustalıkla sergiledi.

Oyunun tek “olamaz”ı Uğur Polat idi…

Çehov’un ne istemesi, sonra da bu istek uğruna ne yapması gerektiğini oyun boyunca bilemedi, isteksiz mi isteksiz oyunculuğuyla oyunu sürekli geri çekti, dolayısıyla bu değerlendirmenin de ister istemez dışına itildi.

Evrensel

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Üstün Akmen

Yanıtla