Cihangir Atölye Sahnesi: Tiyatroda Hemzemin Bir İletişim Alanı

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Söyleşi / Cihangir Atölye Sahnesi (CAS) 2017 yılında kurulan, bugüne kadar kendini büyütmüş, kendi kaynağını yaratmış bir eğitim kurumu. Açıldığı günden itibaren çok fazla öğrencisi oldu; birçok yeni oyuncunun yolu buradan geçti. Aynı zamanda müdavimleri de fazla, her oyununu izleyen ve her daim destek olan eski öğrencileri de var. Fakat burası her şeyden öte ortak paydalarda buluşulan bir yaşam alanı. CAS’a girdiğinizde ortak alan sohbetlerine, herhangi bir dersin devamına, izlenen bir oyunun kritiğine ve birçok oyunun çıkış sürecine tanık olabilirsiniz. Kalabalık bir cadde üzerinde yer almasına rağmen caddede olup biten burayı etkilemez fakat hayattan ve sokaktan kopuk zannetmeyin burayı. Aksine biraz sohbet ettiğinizde ya da oyunlarından en az birini izlediğinizde burada bir derdin paylaşıldığını anlarsınız.

2021 yılından itibaren iki farklı atölyesine katılıp öğrencisi olduğum, güzel dostlar edindiğim, genç ve dinamik kadrosunu gördüğümde heyecanlandığım, her hocasından ayrı bir şey öğrendiğim Cihangir Atölye Sahnesi’nin bende yeri ayrı. Duymayan duysun, bilmeyende merak uyandırsın amacı ile CAS’ın kurucularından Muhammet Uzuner ile güzel bir buluşma gerçekleştirdik. 

İyi okumalar. 

Söyleşi: Büşra Karpuz

Merhaba, ben biliyorum ama klasik bir soruyla başlayayım CAS nasıl ve hangi fikirle kuruldu?

CAS sürpriz bir biçimde kuruldu aslında. Gamze ve ben uzun yıllardır eğitmenlik yapıyoruz ama “şu kadar zaman sonra bir okulumuz ya da tiyatromuz olsun” netliğinde değildik. Bir gün oturduğumuz semt olan Cihangir’deki bir tiyatronun mekandan çıkma kararı aldığını duyduk. Sağ olsunlar onlar da önce bize haber vermeyi düşünmüşler. Ne yapalım, nasıl yapalım diye düşünürken olaylar akmaya başladı ve Nisan 2017’de kontrat imzaladık.

Bu yapının fikrinin özü yine Gamze ile birlikte sürdürdüğümüz Antalya Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Atölyesi’ne dayanır. 1993-2005 yılları arasında bugün CAS olan model-yapı-süreç aslında Antalya’da elbette bazı farklarla gerçekleşmişti. O yüzden CAS’ı kurarken nasıl bir model oluşturacağımız konusunda deneyimliydik. Tabii Antalya’daki oluşum belediye destekliydi. Modeli hem toplumsal farklar hem de ekonomik açıdan İstanbul’a uyarlamak zorundaydık. 

Antalya’daki atölye sistemi bugün tanıdığımız tanımadığımız oyuncu-yazar-sanat yönetmeni gibi birçok kişiyi yetiştirdi. Hatta ne mutlu ki o zaman öğrencimiz olarak tiyatroyla tanışan Serpil Göral ve Kıvanç Kılınç bugün okulumuzun eğitmenleri ve aynı zamanda oyuncularımız oldular.

Bugün de CAS’ta genç eğitmenlerimiz bayrağı devralmak üzereler…

Evet, genç eğitmen kadronuzu konuşacağız ama öncelikle şunu sormak istiyorum: Web sitenizde detaylı bir ilkelerimiz bölümü var, birçok sanat kurumu ya da yapısında görmediğimiz şekilde hem de.  Bence bu ilkeler çok net ve anlaşılır ama özellikle “CAS, tiyatro üretimini ve oyunculuk mesleğini yaşamın birinci sırasına koymaz. Bunlar iyi bir insan olmak için araştırma zeminleridir. Sanatın ve sanatsal üretimde bulunanların kutsanmasını şiddetle reddeder.” maddesini biraz açmanızı rica ediyorum. 

Herhangi bir mesleğin, işin veya kişinin kutsanmasına kesinlikle karşıyız. İnsanların yaptıkları işi ya da kendisini üstün görmesine yol açan bu düşünüş yapay bir yüceltmedir ve üstenci bir tavırdır. Temelinde iki neden yatıyor bana göre; ilki sanatın ne olduğu konusundaki yanlış fikirler ikincisi -ve belki de daha derinde olan- kendine güvensizlik. 

Ortaya çıkarılan bir eserin sanat olup olmadığı her zaman tartışmalıdır. Bu tartışmanın sonucunu tarihsel süreç belirler. Uzun bir zaman sonra o eser toplumla beraber yaşıyorsa ve hâlâ etkide bulunuyorsa sanattan söz edebiliriz. Bu durumda üretimin hemen sonrasında “bu sanattır” dememek gerekiyor bana göre. Böyle olunca üreten kişinin de sanat üretip üretmediği tartışmalı oluyor. Üretim sürecinde “sanat”tan çok “zanaat”le ilgili olmak daha sağlıklı ve doğru oluyor. Bir şarkıcı şarkıcıdır. Bir piyanist piyanisttir. Bir oyuncu da oyuncudur. Herkes işinin işçilik kısmıyla ilgilenmelidir. Bizim geliştirmemiz gereken şey işçiliğimizdir; bir fikri aktarabilme çabasıdır. 

Kendine güveni az olan toplumlar ve kişiler burada kolaya kaçıp yapılan birçok işi yüceltmek için sanat ve sanatçı sözcüğünü rahatlıkla ve sıklıkla kullanabiliyor. Birçok tiyatroda seyir yerinden “aşağısı” diye bahsedilir; “duygu aşağıya geçmeli” denir. Bunlar maalesef kâmil olamamış insanların ifadeleri.

Tiyatro yaşantısı ve oyunculuk mesleği bizim için sonuç değil evet… Bir araç; daha farkında, daha sorgulayan, yaşamdan daha haz alan insanlar olabilmemiz için bir araç. Bir arada yaşayabilmenin, kolektif üretimin gücünden yararlanabilmenin bir aracı. İnsan kalabalık yaşamalı. Daha doğrusu bir topluluk içinde yaşamalı. Birbiri ile etki tepki içinde olmalı; bu hepimiz için çok öğretici bir yaşam biçimi.

Tiyatromuzda ve oyunculuk eğitimimizde “sanat” ve “sanatçı” sözcüğünü çok az kullanır oyuncular ve eğitmenler; öğrenciler de çok az duyar. Oyunculuğun ilham meselesi olmadığını, aksine işçilik meselesi olduğunu sık sık hatırlatırız CAS’ta birbirimize.

Peki, bu ilkeler çıkan oyunların üslubunu ve dramaturjisini nasıl etkiliyor? 

Bizim tiyatro anlayışımız seyirciyle hemzemin bir iletişim ağı kurmaya dayanıyor. Seyirci olmadığında tiyatro eylemi gerçekleşmemiş oluyor. Az ya da çok fark etmez, seyirci yaşamsal bir unsur tiyatro için. Nasıl bu yapı içinde herkes insan olarak birbirine denk ise sahnedekiler ve seyirciler de birbirine denk algılanmalı. Üstenci bir bakış olmamalı sahnede; bir fikir, bir öykü samimice ve dürüstçe seyirciye aktarılmaya çalışılmalı. Bu popülist bir bakış açısı demek değil. Tam tersine popülist tavır seyircinin zekasını aşağılamaktan başka bir şey değil. 

Tiyatro yapmanın etkisi öncelikle tiyatro yapana olmalı. Sahneden bir “söz” söyleyen oyuncu ya da yönetmen söylediği sözün arkasında durabilmeli. Sahnede başka yaşamda başka olmamalı. En azından arada bir mesafe varsa bile bunun farkında olmalı, yüzleşmeli, çabalamalı.

Alternatif tiyatro yapma biçimini,  sanatsal uğraşla iç içe geçen bir yaşam alanı olarak tasvir ediyorsunuz. Bu alternatif iddiasının altında nasıl itkiler var? Öncelikle konservatuvardan başlayalım “alternatif” meselesini konuşmaya. İki yılda bir ücretsiz olarak öğrenci alımı yapıyorsunuz ve konservatuvar eğitimi veriyorsunuz. Sitede çok ayrıntılı şekilde koşulları vs. yazıyor. Sizler de konservatuvar mezunusunuz. Eminim kendi okul deneyiminiz burayı şekillendirmiştir. İçerik olarak kamera dersinin olması dikkatimi çekti, bildiğim kadarıyla konservatuvarlarda yok böyle bir ders. Hem eğitim içeriği hem de eğitim verme şekli olarak CAS Konservatuvar eğitimi neye alternatif? 

CAS’ın en büyük farkı yaşam biçimi bence. Ortak bir yaşam alanımız var; mutfağın, büyük bir masanın olduğu, yemek yenilen, tartışılan, sohbet edilen, eğlenilen zaman zaman ders yapılan bir ortak alan. Derslerdeki yaşam dersten sonra da devam ediyor diyebiliriz. İfade edilenle, verilen eğitimle, yapılan tiyatroyla yaşantı arasında bir tutarlılık gözetmeye çalışıyoruz. Bana göre dünyanın ve özellikle politik olarak halkımızın en büyük zaafı çifte standart. İnsanların söyledikleriyle eylemleri birbirini tutmadığı gibi bu durum kimse tarafından sorgulanmıyor da. O yüzden tutarlılık meselesi bizim için önemli. 

Ayrıca bireyin özgünlüğüne ve özgürlüğüne özenli bir yaklaşımdan da bahsedebiliriz CAS’ta. Genel olarak gözlemleyebildiğim kadarıyla birçok eğitim içeriğinde oyuncu adayının özgünlüğüne değer vermeden sanki oyuncu şu biçimde olur düşüncesiyle bir tornaya sokuluyor öğrenciler. Bu oyuncu adayını sakatlamaktan öteye geçemez. Oyuncu özgür ve özgün olmalı. Burada özgürlük kavramı da hem derslerde hem de ortak yaşamda yeniden tanımlanıyor elbette. Bu da eğitimin önemli bir parçası oluyor.

Kamera dersine gelince; oyunculuğun temel ilkeleri aynıdır. Hangi mecrada yaparsanız yapın. Ancak mecra değiştikçe refleksler ya da yapma biçimi değiştiği için kamera mecrasını da çalışmak gerektiğini düşünüyoruz. Birçok okulda yoktu. Ama şimdi yavaş yavaş tiyatrocuların televizyon ve sinema kompleksleri azaldığından olsa gerek kamera oyunculuğu derslerine diğer okullarda da rastlıyoruz. Bundan başka kamera ile oyunculuk eğitimi gerçekçi oyunculuk eğitimi için bulunmaz fırsatlar yaratıyor. Çok zor olan gerçekliğin yaratılması konusunda kamera çok iyi bir araç olabiliyor. Kaldı ki gerçekçi tiyatro zaten sinemanın konusudur. Bu da uzun bir konu.

Gelelim oyun atölyelerine… Bildiğim kadarıyla öncelikle bir atölye ile başladınız, ardından sınıf sistemine geçtiniz. Bu sene itibariyle de dördüncü sınıf açıldı. Zaman içinde sınıflara alımlarda da değişiklik yaptınız. Tiyatro ile ilgilenmek isteyen biri için, hangi yaşta ve ne koşulda olursa olsun, çok fazla böyle atölyeler var. Hatta bu işin bir piyasası var artık. Sınıf mantığı ve isteyenin bir üst eğitimle devam edebilmesi açısından CAS’ın oyun atölyeleri ayrışıyor. Peki, çalışan, öğrenci, hâlihazırda tiyatro eğitimi almış, farklı yaş grupları için CAS’ı diğer atölyelerden ayıran nedir? 

Bence herkes aynı şeyi yapıyor. Oyun çıkarmanın kuralları vs. belli. Oyun çıkarmak, oyun oynayarak oyunculuk öğrenmek son derece yararlı ve üstelik eğlenceli. Biz konservatuvarımızda da oyun çıkarmayı önemsiyoruz. Bizim oyun atölyelerimizin bir farkı -şimdilik belki de- aşamalı olması tabii. Bir okul gibi sistemimiz. Oyunu çıkardıktan sonra katılımcı isterse bir sonraki aşamanın sınavına girebilir ya da “ben bu aşamada bir süre daha kalmak istiyorum” diyebilir. CAS’ta şöyle bir durum oluyor; bir öğrenci hangi atölye için gelirse gelsin genellikle o atölyeyi bitirdikten sonra diğer atölyelere de katılmak istiyor. Bu yapının içinde devinebiliyor. 

Evet, benim de gözlemim birçok kişinin devam ettiği ve ne yapıyor olursa olsun hayatında, tiyatroyla bağını koparmadığı yönünde. Peki, konservatuvar mezunu ya da Oyun atölyesi 4’ü bitirenler için CAS’ta asistanlık ve yardımcı yönetmenlik yapma fırsatı da var. Bu aynı zamanda CAS’ın kendi kadrosunu yetiştirdiğini de gösteriyor. Artık daha genç eğitmenler de var, siz de başta söylediniz. Bence alternatif bir kurum olmasının bir özelliği de bu. Peki, bu durum işleyişi nasıl etkiliyor? 

Evet, bir tiyatro yapısının kendi kaynaklarını üretmesi gerektiğine inanıyoruz. 2017’de CAS’ı kurarken düşündüğümüz model buydu. Çoğalmamız gerektiğine inanıyorduk ve 2 yıldan beri çoğalabildiğimizi görmek bizi çok mutlu ediyor. Aynı dili konuşan insanlar topluluğu kurmak istiyoruz. Şimdi bu modelin sonuçlarını alıyoruz. Oyunculuk eğitiminin üç beş yıllık bir eğitimle tamamlanamayacağı gerçeğinden hareketle düşünürsek mezunların eğitimleri de devam etmiş oluyor. Asistan olan mezunlar CAS talep ederse stajyer eğitmenlik programına devam edebiliyorlar. 

Biliyorsunuz son yıllarda sanat alanında eğitmen etiği çok tartışıldı. Eğitmenin “tanrılaştırılması” –ki sanat alanında kutsallığa karşı olduğunuzu yazıyorsunuz-, fiziksel bütünlüğe zarar verme ya da sözlü taciz, hakaret gibi başlıklar sıralayabiliriz. Bu saydığım başlıkların bazılarını çok net tanımlayabiliyoruz. Ama konu sözlü taciz, hakaret ya da psikolojik baskı, manipülasyon gibi kavramlara geldiğinde mesele çok bulanıklaşabiliyor. Ben burada eğitmenin gözünden sormak istiyorum. Eğitmenin de kendini girdiği provalarda koruması lazım. Nasıl bir ortam kurduğu sınıf içinde ya da bir yönetmen olarak nasıl bir kadro oluşturduğu çok önemli. Bu konuda sitenizde yazan temel ilkeler dışında başka dikkat edilen konular var mı? Özellikle genç eğitmenleri yetiştirdiğiniz düşünülünce bu bence önem kazanıyor.

Bu çok kanlı bir konu. Söylenecek çok şey var. Konunun birçok yönü var. Ama kısaca şöyle özetleyebilirim: Bizim eğitime bakışımızda sadece mesleki bilgi ve beceri yer almıyor. Etik dediğimiz değerler dünyası da ilk sırada yer alıyor. Gençler bu bakımdan da yetişiyorlar. Zaten gözlerinin önünde örnek olan eğitmenleri var. Günümüz dünyasında kavramlar birbirine karıştı. Politik doğruculuk da devreye girince etken-edilgen karışıyor ve silah olarak da kullanılabiliyor. Konu bir de sanat eğitimi olunca sömürüye açık bir zemin oluşuyor. 

Bir eğitmenin amacının “öğrencisinin daha iyi öğrenmesi, daha iyi yetişmesi” olması gerekir. Ancak birçok eğitmen eğitimi verenin kendisi olmasını daha ön plana koyuyor. Oyunculuk eğitiminin bazı alanlarından yararlanarak öğrencinin kişisel dünyasını gasp etmeye çalışıyor. Yani öğretenden öğrenene taciz iki boyutlu; kişisel tacizden başka bir de ve çok önemli olarak, meslek etiği hiçe sayılarak yapılan taciz var. Oyuncu adayının özgürleşmesi, yaratıcılığının artması gibi nedenler ve zorunluluklar ileri sürülerek oyuncu adayının kişisel dünyasına giriliyor ve travmalar oluşabiliyor. Bu durum mesleğin gereklerinden sayılıyor. Oysa bu ne meslek etiğine sığar ne de insan haklarına. Oyuncu adayının izin verdiği oranda onun kapılarını zorlayabilirsiniz. Aksi takdirde tanrılık çabası oluyor.

Gelelim oyunlara… CAS’ın kendi oyunları da var. Bu sezon hangi oyunlar devam edecek? Yeni oyun hazırlıkları var mı?

Bu sezona 6 oyunla giriyoruz. “Ödenmeyecek Ödemiyoruz” ve “İki Efendinin Uşağı Alaturka” geçen sezondan devam ediyor. Yeni oyunumuz “Neredeyse Eşittir”. Bundan başka Atölye 2 oyunumuz “Filler ve Karıncalar”, konservatuvar oyunumuz (artık mezunlar) “Ayak Bacak Fabrikası” ve yine bir Atölye 2 oyunumuz “Damdaki Kemancı” seyirci karşısına çıkacak.  Seyircimiz de artık biliyor ki profesyonel oyunlarımız dışında oyun atölyelerinde veya konservatuvarımızda çalışılan bazı oyunları da seyirciyle buluşturmaya devam ediyoruz. 

Başka yeni oyun niyetimiz de var ama şu an kesinleşmiş değil. 

Özel tiyatroların durumu hepimizin malumu… Artık oyunların kalitesinden, içeriğinden ziyade maddi alt yapıyı, biletlerin pahalanmasını, mekan işletmenin zorluğunu konuşuyoruz. Böyle bir dönemde hem sahneniz var hem de kendi oyunlarınızı çıkarıyorsunuz. Sizin için nasıl geçiyor bu süreç?

Ülkenin durumuna bakınca bu sürecin kolay geçmesi düşünülemez. Hele yıllardır süregelen apolitikleştirme, kültürsüzleştirme, sanatsızlaştırma politikalarını da düşünürsek zaten sorunlu bir zemin tiyatro yapmak. Bu ülke tiyatro yapmamamız için bütün koşulları sağlıyor. “Rağmen” yapılıyor tiyatro. Tabii burada bir ayrım yapmak şart: Ticari tiyatrolar ve bağımsız-kamusal tiyatrolar. Ticari tiyatrolar adı üzerinde ticari kaygılarla yapılan tiyatro. Buna bir itiraz olamaz. Ticaret kurallarının gözetildiği bir tiyatro biçimi. Popüler kültürün unsurlarından yararlanılan, gişe kaygısı güdülen bir tiyatro. Kamusal bağımsız tiyatrolar ise gelirini tiyatro faaliyetine bağlamayan, bağlayamayan daha doğrusu bunu ilk sıraya koymayan, sanatsal niteliği ve ifade özgürlüğünü yaşamsal gören küçük tiyatrolar. Bu tiyatrolar sayesinde toplum değişik tiyatro yapma biçimleriyle ve değişik öykülerle değişlik oyuncularla karşılaşabiliyor. Ve şunu kesinlikle ifade etmek gerekir ki toplumun tiyatro niteliğinin yükselmesinde yaşamsal önem taşıyor bu tiyatrolar. 

Dolayısıyla bağımsız kamusal tiyatrolar için süreç zor geçiyor. Birçok tiyatro yapıcı hiç de yüksünmeden kendi cebinden faaliyetini destekliyor. Çünkü yapmak istiyor. Ama yalnızlaştırılmış olduğu için maddi manevi zorluk yaşıyor. Bugün hiç dekoru olmayan bir oyunun maliyeti bile göründüğünden fazla. Hele telifli bir oyun oynuyorsanız ekonomik olarak daha da zor bu tür küçük tiyatrolar için. 

Çok teşekkür ederim bu güzel söyleşi için… 

Ben de teşekkür ederim.

CAS’ın oyunları ve atölyelerine web sitelerinden ve sosyal medya hesaplarından ulaşabilirsiniz.

https://www.cihangiratolyesahnesi.com/

Paylaş.

Yanıtla