Domus’un “Hafifletici Sebepler”i

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Şamil Yılmaz’ın yönettiği ‘Hafifletici Sebepler’de bir hezeyan anında çocuğunu öldüren annenin cinayetten sonraki pişmanlığı anlatılıyor.

Domus Sanat Çiftliği, Serhat Erekinci ve Ali Erel tarafından kuruldu ve yaklaşık dört yıldır Ankara’da performans gösterimlerine ev sahipliği yapıyor. Güvenlik caddesindeki eski bir depoyu alternatif bir gösterim merkezine çeviren Erekinci ve Erel, kapılarını misafir yönetmenlere de açıyor. Geçtiğimiz sezonda Tiyatro Oyunevi’yle ortak olarak yapılan Son Bir Kez‘in ardından, bu defa da Şamil Yılmaz yönetmenliğinde Hafifletici Sebepler‘i sunuyor.
Metin, Beliz Güçbilmez’in Joyce Carol Oates’in kısa bir öyküsünden esinlenerek tiyatroya uyarladığı çoksesli bir monolog. Öykü ağır. Kocasından boşanan ve parasızlığın ağırlığı altında ezilen bir kadın, kızını ıslak bir havluyla öldürür. Oyun, bir hezeyan anında işlenmiş olan cinayetten geriye kalan pişmanlığı anlatıyor. Kadın, oyunun başından itibaren durmaksızın tekrarladığı “çünkü” diyerek başlayan cümlelerle kendini aklamaya çalışıyor. Çünkü işlenen cürüm, hezeyanın sonu değil, başlangıcı. Bir çocuğu, hele ki kendi çocuğunu katletmenin dayanılmaz pişmanlığı. 

Bir kadın, beş kadın

Pişmanlık ve çaresizlik öyle ağır bir yük ki kadın için, yaşamaya devam etmek adına bulunabilecek tüm hafifletici sebepler ortaya dökülmelidir. Kendini aklamaksa, her zaman dışsal bir nedeni işaret etmeyi zorunlu kılar. Söz konusu sebeplere o gün dolunayın olması, fallarda olacakların çıkması, çocuğun küçücük olması bile girecektir. Ama daha önemlisi toplumsal bir ardalanı vardır bu cinayetin. Milyonlarca çocuğun içine doğduğu ve çıkamadığı bir cehennemden onu koruma çabası. Katledilen çocuk, annesinin değil, belki babasının, belki parasızlığın, belki tatmin edilemeyen arzuların, belki de siyasal erkin kurbanıdır. Ne de olsa baba ucuzlatılmış nafakayı zorla öder, kadın son kalan bozuk paraları delirmişçesine arayıp durur, bir yerlerde bombalar patlar, başka bir yerde çocuklar taş atar… Ve gün olur çamaşır makinesinin tahliye borusundan sular sızar, havlu sızan sularda ağırlaşır, ağırlaşan havlu çocuğun yüzünü, çocuğun yüzüyse insanlığın utancını örter…

Öykünün içinde aktığı mekân, oyuna “aura” kazandırması bakımından dikkat çekici. Eski bir deponun yıkık dökük duvarlarının olduğu gibi korunduğu mekân, oyunun gereksindiği türden bir yokluk durumunu ve çabalamanın boşunalığını vurgular nitelikte. Yerdeki buruşturulmuş kağıtlar, duvarlara asılı kağıtlar, çengelli iğneler, makas ve oyuncuların işlevsel olarak kullandıkları diğer tüm nesneler, başarılı birer görsel imgeye dönüştürülmüş. Kendi hayatına hapsolan bir kadının hiç konuşmadan da kendisini anlatabileceği bir atmosfer var oyunda. Hiç müzik kullanmadan, ışık oyunları yapmadan yaratılmış “doğal” bir uzam bu.

Bu uzamda beş ayrı kadın, tek bir kadını yansılıyor; bir kadının öyküsü aynı hezeyanı paylaşan tüm kadınların öyküsü kılınıyor. Ebru Demirdöven, Şayan Noyan, Hazal Türasan, Efsane Odağ ve Pelin Temur tarafından canlandırılan bu tek kadın, oyuncuların kimi zaman çok yükseklere taşıdığı bir duygu durumu içinde vücuda geliyor. Oyuncular izleyicinin gözünün içine bakarak, mekânı mesafeden soyutlayarak oynarken, kendinizi neredeyse olay yerinin orta yerindeymiş gibi hissediyorsunuz. Çocuğun doğumunda, oynadıkları oyunlarda, parasızlık yüzünden bakkalla yapılan duygusuz sevişmelerde ve elbette cinayet anında, “oradaydım ve gördüm” diyebilirsiniz iç rahatlığıyla.

Metin içine uyarlamada eklenmiş olan ve oyuna sağlam bir “anlam” kazandırmış olan göndermeler, performans içinde daha güçlü bir anlatıyı hak etmiş aslında. İzleyicinin algısında gerçekten hafifletici sebepler yaratmanın yolu, izleyiciyi toplumsal gerçeğin çıplaklığı içinde sarsmakla mümkün kılınabilir. Yerinde kullanılmış görsel imgeler ve metnin söz yoğunluğuna karşın yaratılan algıda bir eksiklik var. Toplumsal gerçeklere direnmeye çalışmış bir anneyi bu denli bir çaresizliğe iten sebep gerçekten neydi? Gelecekten yana duyulan endişe mi, terk edilmeyi ve yoksulluğu kaldıramayan bir kadının bencilliği mi? Kadınların ezilmişliği, toplumsal mutabakattaki aşağılanmışlığı ve hegemonyanın esiri haline getirilmişliği evrensel gerçeklerdir. Peki gerçekte kadınların evrensel tepkisi nedir? Parçalara bölünmüş karakter fikri iyi bir metafor yaratsa da, unutmamak gerekir ki bu kadın ya da kadınlar zayıf ve histeriktirler. Aynı çaresizliği yaşayan her kadın çocuğunu katleder mi ya da bu cürmün gerçekten de hafifletici sebepleri olabilir mi sorularını çağırmadan akla getirir. 

“Diğer” kadınlar

Oyundaki kadın figürü, zayıflığının esiri olmuştur ve zihinlerde aklanamaz bir konuma oturur. Her ne kadar dramatik metin içine yerleştirilmiş siyasal ve sosyolojik olgular olsa da, son tahlilde işlenen cinayet, terk edilmenin acısını atlatamamış bir kadının krizidir. Bu anlamda rejinin tavrı, eleştirmeye giriştiği savın olumlamasını yaparak, onu yeniden üretme gafletine düşmüş olabilir mi? Bir akıl hastanesinden manzaralar sunarcasına kendini tekrarlayan ve çığlık çığlığa haykıran kadınlar, toplumsal gerekçelendirmelerin sesini duyulmaz hale getirmiş çünkü.

Üçüncü sayfa haberleri kimi zaman bize bu kadınların yanı başımızda olduğunu haykırır durur, doğrudur. Ancak yanı başımızda, yaşadığı her şeye kendince göğüs geren kadınların oranı onları defalarca katlar. Çocuğu yaşasın diye yaşarken ölenler, tankların önüne kendini siper edenler unutulmamalıdır. Pişmanlığın ya da adaletsizliğin kurbanı, insanın kendi çocuğu olmamalıdır. Çocuğum büyüdüğünde “onlar”dan biri olmasın diye onu öldürdüm demek, ne büyük bir zaaftır. Dünyanın her yerinde belki milyonlarca çocuk bir cehennemin orta yerine doğuyor ve insanlık dışı muamelelere maruz kalıyor. Ebeveynleri onları büyümeden öldürse miydi?

‘Hafifletici Sebepler’, 6-8-9-13-15-16 Ekim ve takip eden Çarşamba, Cuma, Cumartesi günleri saat 19.30’da Domus Sanat Çiftliği’nde. Güvenlik cad. 17/A Aşağıayrancı / Ankara

Vecihe Özge Zeren

Radikal 2

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.