Yeniden BÜO’nun Kadınlar Meclisi ve Üniversite Tiyatrosu

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Melih Anık

BÜO’nun “eğitim prodüksiyonu” Kadınlar Meclisi üzerine yazdığım yazıya, oyunun, ismi alfabetik sırayla yazılan “katılımcı reji” ve “yapım-koordinasyon grubu” üyelerinden ve de oyuncularından biri olan Bilal Akar “kişisel” cevabını yazdı. (Gerçi genelde “BİZ” söylemini kullanıyor ama…) (http://mimesis-dergi.org/2011/07/ustun-fikrin-komedisi-ve-bir-universite-tiyatrosu-olarak-buo/)

Bilal Akar yazılarını beğenerek okuduğum bir yazar. Kendisi hakkındaki görüşlerimi değişik yazılarımda dile getirmiştim. Gençlerin (hele BÜO’lu iseler) yazdıklarını ciddiye almak gerekir. Zira onlar, biz onların yaşında iken yapmadığımız ölçüde okuyor, araştırıyorlar. Geçen yaklaşık 50 senede bilgiye ulaşmak da kolaylaştı. Bilal’ın yazısı da dipnotları ve kaynakları ile geniş ufuklu bir yazı. Yazısını hemen okudum.

Yazıyı okuyunca gördüm ki Bilal, düzgün Türkçesi ve ifadesi ile düzeyli bir cevap yazmış ve saptadığım hususlarla ilgili olarak beni doğruluyordu.

O, cevabıyla bir “tartışma yürütmeye çalışacağından” söz ediyor, ben tartışmadan ziyade kendimi ifade etmeye çalışıyorum. Dilerim bu yazılar Bilal, ben ve de çerçevesi kısıtlı bir pencerenin dışından da görülür ve okunur. (Pek umudum yok ama)

Onun yazısından seçtiğim cümleler üzerine düşüncelerimi açıklamaya çalışacağım.

“Melih Anık’ın izlemeye geldiği Kadınlar Meclisi oyunumuzdan sonra yazdığı yazı üzerinden bir tartışma yürütmeye çalışacağım.”

Biliyorum ki cümlenin içine “izlemeye geldi ama izlememiş” ifadesi gizlenmemiştir. Zaten yazısı beni doğruladığına göre “izlemiş olduğum” ortaya çıkıyor. Umarım, “yürütmeye çalıştığı tartışma”, “tartışma olsun” amacı taşımamaktadır.

Kömürcüler oyunundaki Dikaipolis’i aynen korumak gibi bir kaygı gütmedik çünkü kolaj içerisinde Dikaipolis’in varlığı esas oyundan biraz farklılaşarak yer almıştı.”

Ben de bunu söyledim. Kendi barışını satın alan Dikaiopolis, BÜO’nun oyununda terzi olmuş. Dikaiopolis kelime anlamıyla “adil şehir” demek. Terzi olması değil isminin anlamı ile yaptığı vurgu önemli. Aristophanes, Kömürcüler’de bu anlamı vurguluyor. Kömürcüler oyununu okuduğunuzda Dikaiopolis’in nasıl bir “muhalif”, “bireyci” ve “eleştirmen” olduğu çok açıkça görülür. Kadınlar Meclisi’nde Dikaiopolis bu özellikleriyle kullanılmış olsa “içime sinerdi” ama salt ismi almak yetmemiş. Zira Kömürcüler’in Dikaiopolis’i BÜO’nun Kadınlar Meclisi’nde ismen var ama cismen yok. Bu, Shakespeare kolajında Hamlet’i Makbet’in arkadaşı olarak kullanmaya benzer bir durum çıkarmış ortaya. Ayrıca kolajın Dikaiopolis’e ihtiyacı yok.

“Oyunların yazıldığı zamanlar ve koşullarının farklı olduğu su götürmez bir gerçek… Örnek olarak Spartalıların karadan yaptığı saldırılara karşılık olarak Atina’nın surlarının genişletilmesi ve şehir nüfusunun inanılmaz ölçüde artması gibi; kaldı ki bu durumdan doğan adalet mekanizmasındaki çöküş Eşekarıları oyununda işlenmiştir.”

Azra Erhat, Kömürcüler’in önsözünde de “Atina Şehir Devleti, rastgele yurttaşlarını Hermes suikastına katılmış olmakla suçlandırdı. Aristophanes (artık) Atina Devleti’yle ve Atina’nın genel politikası ile alay etmez, tek tek kişilere saldırır. Lysistrata’da barışı elde etmek için son çabası da boşa çıkınca hayal ve fantezi dünyasına sığınır” der. BÜO’nun ilgisini “surların genişlemesi, şehir nüfusunun inanılmaz ölçüde artması” çekmiş demek ki! BÜO, adalet mekanizmasındaki çöküşü genişleyen surlara ve de nüfusun artışına bağlamış. Barışsız adalet, adaletsiz barış olmaz.

“Bu durumdan mütevelli Melih Bey’in bahsettiği ‘uyuşmama’ kavramını tam anlamıyla idrak edemedim. Eğer sahneler farklı oyunlardan alınmış gibi duruyor ve genel içerisinde sırıtıyorsa bu eleştiri üzerinden oyunu tekrar ele almamız gerekir.”

(Herhalde “Bu durumdan dolayı” demek istedi. Mütevelli: Bir vakfın idaresine memur olan kimse; Mütevellid (doğan, hasıl olan) olabilir.)

Ben yazımda “uyuşmama”dan söz etmedim, “kaynaşamama” dedim. Şöyle ifade etmiştim:

“Aristophanes’in son oyunlarından biri olan Kadınlar Meclisi, ilk oyunlarından biri Kömürcüler ile barış umutlarını yitirdiği Kuşlar ile bir araya getirilmiş. Esas sorun bu “kaynaşamama”dan kaynaklanıyor. Derleme yapmak böyle bir risk taşıyor. Oyunlardan yaptığınız derlemede farklı dönem oyunları arasında ortak payda sağlayamazsanız kuruluş sancılı olmaya başlıyor. BÜO’nun Kadınlar Meclisi’nde bu değişimin dikkate alındığını görmedim.”

Kolaj yapılan üç oyun farklı dönemlere ve Aristophanes’in farklı ruh hallerine ait. Yazımda vurguladığım gibi “Bu tür tasarrufların ne yarar sağladığını anlamıyorum ve derleme yapılan bir yazarı tam ve doğru yansıtma sorumluluğu ile ilgisinin daha derinlemesine tartışılmasını öneriyorum.” Yani derleme öncelikle yazar ile kaynaşacak, yazarın eserleri ve karakterler “Özgün olandan uzaklaşmadan” mantıklı bir şekilde birbirine bağlanacak ki bu ima ettiğim kaynaşma sağlanacak. BÜO buna dikkat etmemiş. (Bilal’in cevabını okuduktan sonra rahatlıkla “umursamamış” diyebilirim.)

“Parabasisin bu işlevinden ve tercih ettiğimiz üslupla bağdaşmamasından mütevelli ayrı bir parabasis bölümü tercih etmedik.” (“Mütevelli” ile “dolayı” demek istiyor herhalde)

BÜO’nun kolaj yaptığını söylediği Kadınlar Mecliste, Kömürcüler ve Kuşlar’da parabasis var. Öte yandan “parabasis”i -Bilal’in tanımıyla- “şairin seyirciye bireysel olarak söylemek istediği şeyleri iletir” yani derdi olanın derdini seyirciyle paylaşması diye anlarsak BÜO derdini neden seyirciyle paylaşmadı sorusu çıkar ortaya ki benim vurgulamak istediğim de (imalı olarak) budur.

“Tercih edilen üslup” konusu da çok geniş bir tartışma gerektirir. “Eğitim prodüksiyonunda” daha eğitim aşamasında olduğu söylenenler, eserlerinden derleme yaptıkları yazarın üslubunu beğenmeyip kendi üsluplarına(!) göre mi metni eğip büküyorlar? Emeklemeden yürümek gibi bir şey olmuyor mu? Yoksa “çarpıtmak” da “eğitime” mi dahil?

“Kuşlar oyununun esas metninde bu sahne, yeni bir şehir kurulduktan sonra şarlatanlıkla nemalanmaya çalışanların gösterildiği bir yerdi. Sahnenin ana cümlesini alarak kurguya dâhil ettik. Farklı bir tarihte yazılmış olması bu açıdan bizi rahatsız etmedi. Dramaturjik bağlamda da doğaçlanan bazı tiplemelerle sahnenin ana vurgusunu ortaya çıkarmayı hedefledik. Sonrasında gelen sahnede ise elçi-Praksagora arasındaki diyalog Dikaipolis-Tanrıgil arasındaki diyalogdan aldığımız bir bölümdü. Dramaturjik açıdan yerli yerine oturduğunu düşündüğüm bu kısmın neden içe sinmediğini anlayamadım.”

“Farklı bir tarihte yazılmış olması bizi rahatsız etmedi” ifadesi beni doğruluyor. Zaten ben de “Oyunlardan yaptığınız derlemede farklı dönem oyunları arasında ortak payda sağlayamazsanız kuruluş sancılı olmaya başlıyor. BÜO’nun Kadınlar Meclisi’nde bu değişimin dikkate alındığını görmedim” dedim. Tarihsel vurgulara dikkat edilmeyişi beni rahatsız ediyor. Şaraplı sözleşme sahnesinin de benim belirttiğim gibi alıntılanmış (çarpıtılmış) olduğu da doğrulanmış oldu. İçime sinmemiş olmasının nedeni, iki durumda tarafların ve durumun farklılığı ve Dikaiopolis gibi bir karakterin kendi barışı için yapmış olduğu bir sözleşmenin (ki çok güzel bir yaratım) böylesine sıradanlaştırılmış olmasından kaynaklanmaktadır. Karakter ve olayların “keyfe göre” kullanılması “içime sinmiyor”.

“Ayrıca kadınların sadece ‘barışı getirmek’ motivasyonuyla hareket etmeleri ve bunu yaptıktan sonra alternatif bir vizyon geliştirmedikleri için dağılmaları günümüz sistem karşıtı hareketlere dair bir eleştiri ihtiva etmektedir. Oyunda alternatif bir sistem önermek gibi bir amacımız yoktu ki bence bu bir oyunun boyutunu aşan bir şeydir, bu yüzden silah tüccarlarının ortaya çıkardığı yeni akıma karşılık ‘mücadeleye devam’ imgesini vermeyi yeterli bulduk.”

Hangi sistem? Kadınların “alternatif vizyonu” BÜO’nun “alternatif sistem önermek amacı” yok! Yeterli bulunan bir iletiyi ben yeterli bulmadım ve “oyunun boyutunu aşma”yı da anlamadım… Öte yandan “yeterlilik”, seyircinin algıladığı ile sınırlı ve ona bağlı. Sahneden seyirciye baktığınızda esas araştırılması gereken, demek istediklerimizin seyirciye nasıl geçtiği olmalı. Üniversite tiyatrolarında en önemli hususlardan biri de bu ve de en çok tartışılması gereken husus da bu, yani “anlatmak”. (“Göstermek” daha sonraki aşama) “Alternatif sistem önerisi”nin olmaması bence en büyük eksiklik. Kaldı ki ne önerdiniz, nasıl algılandı sorusu da üzerinde durulması gereken en başat sorun. BÜO’nun oyunundan “mücadeleye devam” değil, “silah tüccarları gene kazandı” ifadesi çıkıyor. “Kadınlar meclisi ele geçirdi şimdi durum ne?” sorusu açıkta kalıyor. “Kadınlar meclisi ele geçirse bile gene de düzene mahkûm olurlar” da var.

“BÜO sene içi prodüksiyonlarını ‘eğitim prodüksiyonu’ olarak kodlar. Bunun amacı aramıza yeni katılan arkadaşların nispeten daha ağırlıklı olarak sahnede yer aldığı, oyunun sahne üstü veya prodüksiyon işleyişini, deneyimleyerek öğrendikleri bir ortam hazırlamak. İkinci aşama prodüksiyonu ise genellikle yaz çalışmaları ve eylül ayındaki çalışmalarla şekillenen en az birinci senesini doldurmuş üyelerin deneyselliği daha ön plana koyduğu çalışmaların sonucunda ortaya çıkan prodüksiyonlardır.”

Geçen sene başında BÜO, ortaya ne çıkarmıştı bilmiyorum. Ama bu seneki oyunu tartışmaların ışığında yeniden gözden geçirir ve sene başında sahnelerse o denileni gelecek sene başında yapmış olur.

Ama “eğitim prodüksiyonu” tanımları ile hem fikir olmadığımı bir kez daha ifade edeyim. Kapısında bilet sattığınız tiyatronun mazereti olarak mı okuyayım bu tanımı? “Kendimizi eğitiyoruz, araştırıyoruz ama bizi izlemek için para vermeniz lâzım” ne kadar doğru ve tutarlı? Hem “eğitim prodüksiyonu” yapan bir topluluk “kumpanya” sayılır mı?

Bilal’ın ifadelerinden yeni katılanların “sahne üstü prodüksiyonun işleyişi” konusunda deneyimsiz oldukları (sayıldıkları) çıkıyor. (Bazıları buna inanmış, birileri baştan karar vermiş!) Oysa ekibin içinde lise tiyatrolarında pişmiş (hiç değilse bilinçli) “yeni katılan” gençler var. Üniversite tiyatrolarında olanak sağlamak önemli bunu da kulüp yönetimleri sağlayacak. Deneyim öğretilecek bir şey de değil, yapa boza öğrenilecek bir şey. Eski bir yazımda da belirtmiştim, öğrencilerin deneyimsizliğini öne sürerek onları yönetme, geçerli bir gerekçe gibi gelmiyor bana. Kaldı ki deneyimli olanlar ne kadar deneyimli?

“Harvard Üniversitesi’nin Sarah Kane yorumunu takip edemediğim ve bu konuda bir bilgiye sahip olmadığım için bir şey söyleyemeyeceğim.”

Harvard Üniversitesi’nin Sarah Kane yorumunu takip etmek gerekmiyor, onların Sarah Kane oynadıklarını bilmek yeterli. (Şimdi öğrenilmiş oldu!) Ülkemizde herhangi bir üniversite tiyatrosunun Sarah Kane’in herhangi bir oyununu “eğitim prodüksiyonu” serbestliği ve araştırıcılığıyla oynayıp oynayamayacağını düşünmeyi öneriyorum. Ayrıca BÜO’lu bir gencin, dünyada neler olup bitiyor araştırması onlarla temas içinde olması iyi olmaz mı? Harvard’da BÜ kökenli oyuncu (İlker Öztop) var, yapım asistanı Türk öğrenci (Gockan Demizkazık) var. Bu bizim üniversite tiyatromuz için ufuk açmaz mı?

“Kumpanya olarak ‘hadi şu oyunu oynayalım’dan ziyade kadromuz hangi alanda zayıf, hangi alanda kendini geliştirmek istiyor, bu süreci nasıl işleteceğiz sorularının yol göstericiliğinde prodüksiyonlarına karar veriyor.”

Üniversite tiyatroları “kumpanya” değildir, olmamalıdır, olamaz. Zira kumpanya, “ekonomi ve sanayi kuruluşlarını, şahıs ve malvarlığı ortaklıklarını, şirket statüsündeki işletmeleri ifade etmek için kullanılan bir terimdir ve “company” den gelmektedir. “Kadronun hangi alanda zayıf, hangi alanda kendini geliştirmek istiyor, bu süreç nasıl işleyecek” soruları da bir “yöneten” jargonu.(hem de “BİZ”li!) Üniversite tiyatroları, “nöbet” devralınarak yapılan bir sürecin ürünü. Dört yıllık devamlı “yürüyen” bir süreç. Kadro da sabit değil, değişken. Bir yükümlülük ilişkisi yok, ilişkiler kişilerin samimiyetine bağlı, manevi yaptırım üzerine kurulmuş. Bu arada gençlerin değişim süreçleri ve saatleri de işliyor. “Doğru, gerçek” her gün değişime açık. Gelenekleri var tabii ona belki görgü demek de mümkün. Ayrıca kendi varlığını kendi başına var eden bir kurum da değil. Olamamasının nedenleri Bilal’ın kendi ifadelerinde var zaten: “Gelgelelim üniversitelerdeki sanatsal ortamlar, neoliberal politikalarla değiştirilen üniversiteler sistemi, üniversitelerin kaynaksızlaştırılması, teknopark gibi uygulamaların varlığı ve bütün bu keşmekeş içerisinde sanat kulüplerinin durumu ayrıca incelenmesi gereken bir alandır.” Ama baştan kulüp üyelerini deneyimli, deneyimsiz ayrımına tabi tutmamak gerekir. Bu bakış, en sonda “bilen-bilmeyen”, “yöneten-yönetilen”, “âmir-memur” ikilemlerine doğru gider. Önemli olan isimleri alfabetik yazarak “görüntüsel eşitlik” sağlamak olmamalıdır. Farklı olanın birlikteliğini, farklı katkıları hakça vurgulamak, onlardan yararlanma becerisini göstermek gerekir.

“Biz de kulüp olarak Boğaziçi Üniversitesi’ndeki teatral hayatı canlandırmayı ve etkin kılmayı amaç ediniyoruz fakat eğitim-araştırma alanını boşlayarak sadece bu alana yönelmiyoruz.”

Biri diğerinin alternatifi değil ki! Bir arada olması zorunlu ve birbirini besleyecek alanlar zaten. Ama yapılmadığı ve yapılmasında yarar görüldüğü iması da var ifadede. Bilal “BİZ” dediğine göre aynı görüşü paylaşanların sözcüsü olarak “eğitim-araştırma alanının boşlanması” konusunda görüş bildiriyor. Bu görüş ve ifade biçiminin yanlışlığını ifade etmeye çalışıyorum birkaç yazıdır. Üniversite tiyatro kulüpleri tek görüşün değil tüm görüşlerin sahne alabildiği ortamlardır. Kulübü yönetenlerin görevi de isteyenlere o olanağı sağlamaktır. Çok başarılı “kumpanya” değil, tiyatro bilinci ve yararını ortaya koyan bir kulüp olmaktır amaç. Bu kulüpten “iyi tiyatrocular” çıkabilir ama amaç bu değildir. Ülkemizde tiyatrocu sayısı, seyirci sayısından fazla. Görünüşe göre herkes oyuncu olmak istiyor gibi. Bu gidişle tiyatrocular kendileri oynayıp kendileri seyredecekler. Ülkemizde nitelikli seyirci sayısının artmasına, yaygınlaşmasına üniversite tiyatrolarının olumlu etkisi olur diye düşünüyorum.

“Alternatif bir okullaşma çabası mevcuttur.”

Olabilir ama bunu yapacak olan BÜO değildir. BÜO, tiyatro okulunun “kökü” olmayacaktır sanırım. Bu konuda BÜMED, BGST öncü olabilir. Bilal benim bildiğim kadarıyla BÜO’dandır.

“Evet, program dergimizde alfabetik bir sıralama kullanıyoruz ve tiplemeleri ayrı ayrı kimin oynadığını yazmıyoruz. Kolektif emeğin ürünü olarak ortaya çıkan oyunumuzda bu çok can alıcı bir eksiklik olarak yer almıyor. Kaldı ki oyun hakkında yazı yazacak olan birisi oyuncunun ismini değil yorumladığı tiplemenin adını da kullanabilir.”

Ben yazılması gerektiği kanısındayım ve “can alıcı” bir eksiklik olarak görüyorum. (Bilal’in bu “BİZ”li ifadesi de bir gurup kararı bildiriyor.) Kişilerin isimlerinin yazılması eleştirmenler için değil oynayanlar için daha önemlidir. Eleştirmen isterse zaten bulur. Ancak “sorumluluk taşımak” önemlidir. Örneğin şimdi ben rejide kimi işaret edeceğim? Cevap verdiği için Bilal’i mi? Herkes (7 kişi) yüzde yüz aynı görüşte mi? Ayrıca Bilal yazıma cevap verme yetkisini -kişisel de olsa- kendinde bulduğuna göre bazı şeylere diğerlerinden daha fazla sahip çıkma hakkını kendinde görerek onun “yedinin içinde en birinci” olduğunu mu anlamalıyım?

“Katılımcılık ve katılımcı demokrasi konusunda ise şöyle bir şey söyleyebilirim. Katılımcı demokrasi herkesi her konuda eşit söz aldığı bir mefhum değildir.”

Ben “katılımcı demokrasi”den değil “katılımcı dramaturjiden ve yönetimden” söz ettim. Kaldı ki “katılımcı demokrasi herkesin her konuda eşit söz aldığı bir mefhum değilse” isimlerin alfabetik yazılımından beklenen sonuç nedir?

“Zaten bu tartışmaları verimli bir biçimde tüketemediğimiz zamanlarda sorunlar baş göstermekte, katılımcılık azalmakta gerek sahne dışı gerek sahne üstünde koordinatörist eğilimler ortaya çıkabilmektedir. Neticede prodüksiyon kumpanyanın ortak tavrı ve sözüdür. Bu üretimde fazladan sorumluluk alan insanlar vardır ama onların oyunun program dergisinde ekstra vurgulanmasının gereksiz olduğunu düşünüyorum.”

Anladığım kadarıyla “tartışmaların verimli tüketilmesi” sorunları önlemenin yolu olarak bulunmuştur. “Tüketilme”yi, “sonlandırma” olarak “okudum”. Bilal’in “Verimli tüketim”i bir “oximoron” olmuş ama çok şey anlatıyor. Tartışma (özellikle üniversite tiyatrolarında) tüketmez, yaratır. Ancak bu ikna ve zenginleşme ile mi sonlanmaktadır yoksa başka nedenler var mı? (Birinin diğerinden daha az/çok bilgili, tartışmacı, inatçı, sabırlı, farklı amaçlı vb olması gibi) “Koordinatörist eğilimler”in ortaya çıkması, işin doğasında yok mu? Her sistemde(tartışmada) adı konmasa da biri koordinasyon yapar. Yapmazsa “verimli tüketim”(?) olmaz. Üniversite tiyatrosuna “kumpanya” olarak bakma eğiliminin öncelikle tartışılması ve bu konunun bir an önce çözülmesi gerektiğini düşünüyorum. “Prodüksiyon”dan ne anlaşılması gerektiği üzerine düşünülmesi doğru olacaktır. Üretim, prodüksiyon, kumpanya, “kolektif ürün” vb kelime ve mefhumların üniversite tiyatroları kapsamındaki anlamının tartışılmasına çok ihtiyaç olduğu görülmektedir.

“Bu üretimde fazladan sorumluluk alan insanlar vardır” tespitine katılmamak elde değil. (Ben de bunu biliyorum ve söyledim!) Ortada bu gerçek varken “eşitlerin mutlu ailesi” tablosu çizmek ne kadar doğrudur?

“Her ne kadar sahne üstü, arka plan veya emek-yoğun işleri beraber örgütlesek ve tartışmaları katılımcı bir perspektifte yürütsek de Melih Anık’ın yazdığı yazıya cevaben kaleme aldığım bu yazı BÜO’nun değil benim bireysel imzamı taşımaktadır. Kulüp üyelerinin okuyup, görüş bildirmediği ve üzerine tartışmadığı bu yazı, doğrudan BÜO’nun sözü olarak kabul edilemez. Melih Anık’a çalışmamıza dair yaptığı kapsamlı eleştiri için çok teşekkür ederim. Umarım oyunlar veya çalışmalar üzerine yapılan yazılı tartışmalar bollaşarak devam eder.”

Bilal’ın “bireysel imzası” altında, sözcü olma adaylığı, iddiası ya da “rolü” hissettim. (Bence iyi de yapmış.) Cevap verme böyle bir sorumluluğu hissetmektir çünkü. “BÜO’nun sözü olarak kabul edilemez” ifadesi bile bir iddia içermektedir. “Kulüp (iyi ki kumpanya dememiş!) üyelerinin okuyup, görüş bildirmediği ve üzerinde tartışmadığı” Bilal’in yazısı öncelikle kulüp içi tartışmaları ateşler mi bilmem. Bence bir sakıncası yok. Bu, bana cevap yazmaktan önce gelmeli ve yazımın bir “tartışma yürütme aracı” olarak kullanılmasından daha önemli. İsimlerin “kümeler” halinde ve alfabetik yazılması da bu arada ele alınırsa iyi olur. Konular bir bütün olarak ele alınırsa “katılımcı demokrasi”, “ortak tavır ve söz”,”üretimde fazladan sorumluluk alan insanların mevcudiyeti”, onların “ekstradan vurgulanmasının gerekli olup olmadığı”  “ kumpanya” gibi hususların nasıl okunacağı da anlaşılır belki. Üniversite tiyatrolarının oyunları üzerine “yazılı tartışmaların bollaşması” ve onlar için ayrılacak zaman ve yer, üniversite tiyatrolarının tutumuna bağlıdır. Onları, kendilerinin istedikleri şekilde eleştirmek; eleştirmek için onların ne yaptıklarını anlatmalarını beklemek; onların kendi aralarında tamamlamaları gereken tartışmaları sürdürmelerine fırsat verecek eleştirilerle “araç” olmayı kabul etmek gibi üniversite tiyatrolarının “ürünlerinin”(?) eleştirilmesi ile ilgili hususlar, üniversite tiyatrolarının ne yapması gerektiğini de ortaya koyacaktır. Ancak her üniversite tiyatrosu BÜO gibi şanslı değil, hakkında yazanı olmayan onlarca üniversite tiyatrosu, kendini yazana “karşı yazılarla” anlatma ve “tartışma sürdürme fırsatı” bulamıyor.

Üniversite tiyatrosu üzerinde ortak bir algı ve anlayış olmadığını ve de üniversite tiyatrosu kavramının sınırlarının çok geniş tutulduğunu düşünüyorum. Bu yazım düşüncelerimin doğru anlaşılması çabası olduğu kadar üniversite tiyatrosu üzerine düşünmek isteyenlere, mensuplarına ve seyircilere yöneliktir, eleştiri üzerine de bir paylaşımdır. BÜO ve Kadınlar Meclisi bir pencere açılmasına sebep olmuştur, yazımın “kişisel” bir cevap olarak alınmamasını; açılacak pencerelerden ufkun görülmesi fırsatlarının doğru değerlendirilmesini dilerim.

Not:

Bu yazı içinde Bilal Akar değinmediği için almadığım ama bir önceki yazıda değindiğim hususlarla ilgili düşüncelerim değişmedi.

melihanik.blogcu.com

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Melih Anık

1 Yorum

  1. Fırat Güllü Tarih:

    Öncelikle şu an için üniversite tiyatrosunun operasyonel ayağında görev almamakla beraber işin uygalama boyutuyla ilgilenen arkadaşların, tiyatromuzun en dobra yazan eleştirmenlerinden birisiyle giriştikleri bu tartışma pratiğini izlemekten, ne yalan söyleyeyim oldukça keyif alıyorum. Burada hem görüşlerini yazılı biçimde kamuoyuyla paylaşan üniversiteli arkadaşlara, hem de “benden kaç yaş küçük çocuklarla laf mı yarıştıracağım” diye düşünmeden fikirlerini onlarla paylaşmaya çalışan Melih Anık’a teşekkürler. Şu anda başka bir yazının hazırlıkları içerisinde olduğum için yeni bir yazı yerine yorum yazmayı daha uygun buluyorum. Öncelikle hiç kimsenin bu tartışmadan tek bir doğru çıkartmak gibi bir amacı olmadığının farkındayım. Bu bağlamda tartışmanın kendisi bile tiyatro dünyamıza önemli bir katkı sağlıyor. Ancak şunu da farketmek lazım Melih Anık’ın sanatsal tercihleri ile şu anki BÜO’lularınkiler arasında büyük farklılıklar var. Dolayısıyla yapılan seçimler de bu tercihler dolayımıyla şekillenecektir ve farklı yollara yürünmesi de kaçınılmazdır.
    İlk olarak BÜO’da şu anda tarif edildiği biçimiyle bir tiyatro çalışması herşeyden önce bir deneme olmak zorundadır. Dolayısıyla ortaya çıkan ürünleri klasik bir repertuvar tiyatrosu algısıyla ele almamak lazımdır. Burada önplana çıkan şeyler deneysel çalışma, süreç odaklı düşünmek ve sıkça söylendiği gibi alternatif okullaşmadır. Zaten bu nedenle çalışmanın kazanımları yazılı hale getirilip çeşitli biçimlerde kamuoyuyla paylaşılmaktadır. Bu hedefler doğrultusunda elde edilecek kazanımlar için sanatsal hedeflerden taviz vermek mümkün olabilir. Örneğin elinizde çok iyi bir Lysistrata yorumuna hayat verecek bir oyuncu volabilir ama siz o rol için onun yerine klubün geleceğini düşünerek yeni başlayan bir oyuncuyu tercih edebilsiniz.Bu çıkardığınız prodüksiyonun çıtasını düşürür belki ama önünüzdeki üç yıl için önemli bir üye kazanmanıza da neden olabilir. Tabii ki bu işler risk içerir, o oyuncu bir sonraki yıl klüpten de ayrılabilir ve bir yıllık emeğiniz boşa da gidebilir. Oysa Melih Anık’ın kriterlerine göre o yılın dinamikleri içerisinde en iddialı yorumu çıkartmak asli amaç olamlıdır. Belki de deneyimsiz oyuncular için böyle bir prodüksiyonda yer almak çok daha öğretici olacaktır. Bu da farklı bir bakış açısı elbette. Ama şu kesin ki “eğitim prodüksiyonu” tabiri daha çok biz ugulamacılar için anlam ifade eden bir kavram. Elbette ki seyirci için hiçbir anlam ifade etmez ve seyirci için aslolan sahnede izlediği oyundur. Dolayısıyla kötü bir eğitim prodüksiyonunu izlemek her seyirciye ağır gelecektir ve ondan anlayış beklemek ya da hoşgörüsüne sığınmak için bu tür kavramların kullanılması düşünülemez. Ama uygulamadan gelen bizim gibi insanlar için 3-4 yıllık analizler yapabilmek için bu tür düşünce biçimlerine ihtiyaç olabilir. Çünkü sizin değerlendirmenizin sıradan bir izleyicininkinden ya da eleştirmeninkinden farklı ve ufuk açıcı olması beklenir.
    BÜO’nun oyunu ile ilgili düşüncelerimi daha önce kendi yazımda belirtmiştim. Şu konularda fikirlerimi biraz daha açmak isterim. Bence BÜO klasik anlamda bir Aristofanes çalışması yürütmedi. İki yıllık bu araştırmanın ilk ayağında klasik bir Aristofanes oyunuyla tanışma yaşandı ve ikinci yılda ise bir hesaplaşma yaşanması öngörüldü. Bu bağlamda Kadınlar Meclisi’ni “serbest uyarlama” kategorisinde değerlendirmek daha doğru olacaktır. Bu anlamda örneğin Kerem Kurdoğlu’nun İstanbul’da Bir Dava’sı ne kadar Kafka ise, Kadınlar Meclisi de o kadar Aristofanes’tir. Bu bağlamda elbette ki Melih Anık’ın “madem eğitim prodüksiyonu yapıyorsunuz neden klasik bir kolaj yerine böyle bir zorlu sürece giriştiniz” şeklinde özetlenebilecek sorusu belki de haklı bir yan içeriyor olabilir. Ama sonuçta kadronun tercihi bu noktada olduğu için en azından tartışmada bu tercihi temele alan bir argümantasyon yürütmekte fayda var. Ben bir izleyici olarak oyunu izlerken yer yer Aristofanes’in, yer yer BÜO’nun sesini duydum. Gördüğüm kadarıyla kadro ile yazar arasında bir diyalog gerçekleşmekteydi. Burada elbette eklektik bir metin ortaya çıktığını kabul etmeliyiz. Ama stilizasyona dayalı ensamble oyunculuğu, müziğin sahnedeki aksiyonla ilişkisi ve ortaya konmaya çalışılan dramaturjik eksen ele alındığında bir tutarlılık olduğu rahatlıkla söylenebilir. Yani kaynaştırmayı yapan, çoğu bölümü BÜO üyelerince doğaçlamalardan yararlanılarak yazılan metin değil, sahne üstündeki üslup ve yorummuş gibi geldi bana. Dolayısıyla bu oyun ortaya çıkan metinden ziyade sahnede sergilenen performans üzerinden değerlendirilmeyi hakediyor kanaatindeyim. Tabii Melih Anık’ın yüzlerce yıla meydan okuyan bu klasik oyunları bu şekilde har vurup harman savurmak etik açıdan doğru mu, diye sormaya başladığını da işitiyor gibiyim:-)Ama o da bilir ki Boğaziçi geleneğinde bize ilk öğretilen şey “neden olmasın” diye sormak olmuştur.

Yanıtla