“Medya, Devletin İdeolojik Bir Aygıtıdır”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Mimesis Haber / Sanatta ifade özgürlüğü konusunda faaliyet gösteren bir platform olan Siyah Bant, medyada hedef gösterme, oto-sansür ve bunlarla mücadele etme yöntemlerini tartışmak üzere Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu’yu konuk etti. Cezayir Salon’da 28 Şubat’ta gerçekleşen etkinliğe sanat çevrelerinden yaklaşık otuz kişi katıldı.

Bekçi Köpeğinden İdeolojik Aygıta

Medyanın sanatta sansürü tetikleyen bir araç haline gelmesine yönelik bir farkındalık oluşturmayı ve bu durumla nasıl mücadele edilebileceğine dair tartışmayı hedefleyen etkinlikte, Yasemin İnceoğlu medyanın tarihsel olarak geçirdiği dönüşümü açıklayarak söze girdi. İnceoğlu’nun aktardığına göre, esasen bir “bekçi köpeği” [watch dog]işlevi taşıyan medya, yasama-yürütme-yargı kuvvetlerinin denetlenmesi için dördüncü bir kuvvet olarak ortaya çıkıyor. Fakat, özellikle 80’lerin neo-liberal politikalarıyla birlikte medya patronlarının kişisel çıkarlarının yön vermeye başladığı bir ortamda medya bu işlevini kaybetmeye başlıyor. Örneğin, aynı anda hem medyada hem de silah sektöründe faaliyet gösteren bir holding patronu yayın organında savaş çığırtkanlığı yapılmasını sağlayabiliyor.

Medya patronlarının tek aktör olmadığını da vurgulayan İnceoğlu, Althusser’in “İdeoloji ve Devletin İdeolojik Aygıtları” adlı kitabından alıntılayarak, “Medya, devletin ideolojik bir aygıtıdır” diye belirtti. “Hegemonik söylemin yeniden üretilmesi için bir araçtır. Chomsky ve Herman’ın dediği gibi rızanın üretimi için kullanılır.” İnceoğlu, devlet açısından medyanın işlevinin bir “bizlik” tanımı üretmek olduğunu ekledi: “Biz Türküz, Müslümanız, heteroseksüeliz, erkeğiz vb. ifadeler üzerinden bir ‘bizlik’ tanımı yapılıyor ve bu tanımların dışında kalanlar da ‘öteki’ olarak etiketleniyor.

Gazetelerde yer alan haberlerin ideolojik bir elekten geçirilerek yayınlandığına dikkat çeken İnceoğlu, bu durumun medya okur-yazarlığı konusunda bir bilinçlenme gereksinimi yarattığını vurguladı. Medyanın belli bir ideolojik çerçeve ve/veya kişisel çıkarlar doğrultusunda bazı haberleri yayınlamama [misenformasyon], eksik ya da yanlış yayınlama [dezenformasyon]ya da haberi çarpıtarak yayınlama [manipülasyon] gibi araçlara sahip olduğunu hatırlatarak, okuyucunun her habere ve haber kaynağına kuşkuyla yaklaşmasının faydalı olabileceğini belirtti.

Nefret Suçlarında Hedef Gösteren Medya

Nefret söylemi ve nefret suçları bağlamında medyanın konumuna da değinen İnceoğlu, yayın organlarının ve köşe yazarlarının çoğunlukla nefret pompalayan, hedef gösteren, ötekileştiren bir dil tercih ettiklerini, kısacası nefret söylemi kurduklarını ve bu söylemin de nefret suçuna dönüşme potansiyeli taşıdığını belirtti. İnsan Hakları Beyannamesi’nde ırk, din, cinsiyet vb. ayrımcılıklar içeren bir nefret söyleminin ifade özgürlüğü hakkı kapsamına girmediğini hatırlatarak, nefret söyleminin ifade özgürlüğü olarak değerlendirilmediğini vurguladı.

Yasemin İnceoğlu’nun kısa süre önce yayınlanan “Nefret Söylemi ve/veya Nefret Suçları” kitabı, Türkiye’de medyanın hedef gösterme ve nefret söylemi üretimindeki rolünü inceliyor.

Köşe yazarlarının Türkiye’de oldukça önemli bir konumda bulunduğuna da dikkat çeken İnceoğlu, kimi yazarların da farkında olmadan hedef gösterdiklerini belirtti. Bu noktada medya gibi bir aracı yönlendirme yetisi olan kişilerin neyi nasıl söylemeleri gerektiği ve toplumun bu söylemi nasıl alımlayacağı konusunda temkinli ve vakıf olmalarının elzem olduğunu aktardı.

Osmanlı’dan Beri Sansür

Türkiye’deki duruma bakıldığında aslında sansürün çok da yeni bir şey olmadığını, Osmanlı’da da mevcut olduğunu aktaran İnceoğlu, tarihsel birkaç anekdotla Türkiye’de sansür uygulamalarına örnekler verdi. Türkiye’deki esas sorunu medyanın bir öz-denetim (oto-kontrol) mekanizmasına sahip olmaması olarak açıklayan İnceoğlu, bu durumun içselleştirilmiş, neredeyse gönüllü bir oto-sansüre götürdüğünü belirtti.

Sanatta Neler Oluyor?

Son olarak, sanat alanında medyanın hedef gösterdiği birkaç olay üzerinde duruldu. Bunlardan bir tanesi Milli Gazete’nin Yobazlığın Heykeli başlığıyla verdiği bir haberdi. Bu haberde Edirne’de yer alan bir kadın heykeli mahrem yerlerinden sansürlenerek okuyucuya sunulmuş ve “Osmanlı’ya 92 yıl başkentlik yapmış olan serhat şehri Edirne’de milletimizin manevi değerleriyle alay edercesine Türk Kadınlar Birliği tarafından çağdaşlık kisvesi altında  ‘Başörtüsünü atan erotik kadın heykeli’ dikildi.” denilmişti. Haberin devamında yer alan “Sözde çağdaşlık kisvesi altında yapılan bu bağnaz ve ahlaksız heykele inançlı yaşayan insanlar, ‘Edirne’yi düşmanlardan kurtaranlar, çağdaş ve çıplak kadınlar değildi, Edirne’yi müdafaa edenler imanlı, inançlı ve ahlaklı kadınlardı’ diyerek tepki gösterdiler” ifadesine dikkat çeken İnceoğlu, burada kurulan söylemin dine inanmayanları dışlayan bir niteliğe sahip olduğunun altını çizdi. Haberin heykelin kaldırılması için kamuoyu oluşturma amacı taşıdığını belirterek açıkça bir hedef gösterme durumuyla karşı karşıya olunduğunu açıkladı.

İnceoğlu’nun verdiği örneklerden biri de, İskender Pala’nın “Günlük Müstehcen Sırlar” adlı oyun için kaleme aldığı aynı adlı köşe yazısı oldu. Bu yazıda Pala’nın izlemediği bir oyun üzerine, adındaki “müstehcen” tabirinden ve oyun afişindeki +16 ibaresinden yola çıkarak “sanattan uzak ve sığ konuları topluma cinsellik ve erotik soslarla yutturmaya çalışan işletmeler açmak devlet veya belediyelerin görevleri arasında değildir” diye bir çıkarsamada bulunması değerlendirildi. Buna göre İnceoğlu, Pala’nın yazısında nefret üreten bir söylem kurulmasa da yine bir hedef gösterme pratiğiyle karşılaşıldığını aktararak, hedef göstermek ve suça teşvik etmek arasındaki sınırın ne kadar ince olduğunu hatırlamaya ihtiyaç olduğunu belirtti.

Neler Yapabiliriz?

Yasemin İnceoğlu, etkinliğin sonuna yaklaşırken, hedef gösterilme durumunda neler yapılabileceği konusunda da önerilerde bulundu. En önemli konulardan birinin kamuoyunda bilinç ve farkındalık yaratmak olduğunu vurgulayan İnceoğlu, bunun için de sansür ve hedef gösterme eyleminde bulunan yayın organı veya kişilerin teşhir edilmesi gerektiğini belirtti. Örneğin, danışmanlığını yapmakta olduğu Sosyal Değişim Derneği’nde her ay ayın ırkçısını seçtiklerini belirterek, “kamuoyunu da her ay oy vererek bu seçime müdahil olmaya, böylece medyadaki ırkçı söylemlerin farkına varmaya davet ediyoruz” diye ifade etti. Sanatçıların da mücadele etmesi gerektiğini vurgulayan İnceoğlu, medyadaki haberlerin incelenmesini, teşhir edilmesini ve düzenli olarak raporlanmasını önerdi. Ayrıca bu raporlar çerçevesinde çalıştaylar, konferanslar, sempozyumlar da düzenlenebileceğini belirterek, konuyla ilgili kamuoyuna yönelik bir farkındalık oluşturmanın elzem olduğunun altını çizdi. İnceoğlu, ayrıca nefret suçları ile mücadele eden platformlarla da ilişki kurulabileceğini söyleyerek, altmış STK’nın destek verdiği Nefret Suçları Yasa Kampanyası Platformu’nun bu amaca hizmet edebileceğini belirtti.

Öykü Gürpınar / MİMESİS

Paylaş.

Yanıtla