Milo Rou ile Söyleşi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

[Ayşe Draz ve Mehmet Kerem Özel’in Unlimited’da yayımlanan söyleşilerinin bir kısmını okurlarımızla paylaşıyoruz.]

Eserlerinde gerçeklik ve kurgu arasındaki sınırları bulandıran, geleneksel tiyatronun sınırlarını zorlayan, yenilikçi ve bazen radikal bir yaklaşım sergileyen işleri ile çağdaş Batı tiyatrosunun önemli bir figürü haline gelen ve de tiyatroyu sıklıkla toplumsal yorum ve katılım için bir araç olarak kullanan İsviçreli tiyatro yönetmeni Milo Rau bu sefer de La Reprise adlı eseri ile ikinci kez İstanbul’da. Daha önce İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında, 1994 yılında Rwanda’da gerçekleşmiş olan soykırımı ele alan Nefret Radyosu (Hate Radio) adlı işi ile İstanbul seyircisiyle buluşmuş olan Rau’nun işlerinde sanat ve aktivizmin iç içe geçtiğini söylemek yanlış bir tespit olmayacak. Antik Mitler Üçlemesinin bir parçası olarak 2019 yılında Askhylos’un Oresteia uyarlamasını Irak’ta prova eden, daha sonraki The New Gospel için Matera, İtalya’da mültecilerle bir film sahneleyen Rau, en son olarak odak noktasını, Brezilya’daki çitçilerin çalışmayan tarlaları işgal edip orada ürün yetiştirdikleri Marksist ilhamlı Landless Workers Movement’a çevirdiği Antigone in the Amazon (Antigone Amazon’da) adlı eseri ile Avignon Tiyatro Festivali’nde yer alarak belki de bu sene festivalin en çok konuşulan işlerinden birini sahneledi. Rau ve ona eşlik eden NTGent oyuncularının Brezilyalı aktivistlere 1996’da askeri bir polis birimi tarafından 19 çiftçinin katledildiği bir olayı yeniden sahnelemeleri konusunda yardımcı oldukları ve neoliberal yeşil yıkamaya karşı bir manifesto olarak de değerlendirilebilecek bu proje Brezilya’da da ulusal bir tartışma konusu haline geldi.
İlki depreme denk gelmesi ikincisi ise tam anlaşılamayan bir sebeple iki kez ertelenen La Reprise bu hafta sonu nihayetinde DasDas’ta seyirciyle buluşuyor. Belçika’da gerçekleşen, Müslüman bir gay gencin öldürüldüğü bir cinayet olayını inceleyerek şiddetin etkileri ve adaletin karmaşıklığına odaklanan La Reprise, sahnede hem belgesel hem de tiyatro tekniklerini kullanarak bu trajik olayın derinlerine inerek seyircileri şiddetin doğası ve toplumun buna nasıl tepki verdiği konusunda düşünmeye davet ediyor. Milo Rau’ya bu vesile ile Gent’ten ayrılarak yeni görevini (Wiener Festwochen’in sanat yönetmenliği) teslim almak üzere Viyana’ya taşındığı gün, her şeye rağmen bize vakit ayırmayı başardığı için, sizler için uzun ve keyifli bir sohbette sorularımızı yönelttik.

Belgesel tiyatronun özü sizce nedir?

Öncelikle, ben belgesel tiyatro terimini yanlış buluyorum. Bu terimin tamamen anlamsız olduğunu düşünüyorum. Bir belge nedir? Belge önceden var olan bir şeydir. Örneğin Shakespeare’in bir oyunu benim için belgesel tiyatrodur çünkü tiyatro tarihinden bir belgedir. Yani, Shakespeare’in nasıl sahneye koyduğu belgelenmiştir ve şimdi siz onu yeniden ve belgesel tiyatro olarak yaparsınız. Aslında şu sıralar “topluluk tiyatrosu” (ensemble theatre) olarak adlandırılan şey aslında belgesel tiyatrodur. Ve benim için belgesel tiyatro denilen şey kurgudur çünkü siz, bir nevi izlerden, tanıklardan, hayal ettiğiniz şeylerden, provalar sırasında olup bitenlerden kurgulayarak yapıtı oluşturursunuz. Yeni bir şey yaratırsınız ve bir olayın olası bir görünümünü sunarsınız. Mesela La Reprise oyunu örneğinde, olayın gerçekten böyle gerçekleşip gerçekleşmediğini bilmiyoruz. Zaten bu yüzden de adı “tekrar” değil, La Reprise, yani “tekrardan/yeniden göstermek”. Bu, önceden var olan metinlerin teknik bir tekrarı değil. Birincisi, olup biteni anlatan, ikincisi olup bitene dair bir atmosfer kuran ve belki de olanı değiştiren ve olup bitene anlam veren olası bir metnin yaratılması. Tabii ki de belge üreten bir tiyatroyu bu şekilde tanımlardım diye düşünüyorum çünkü bunu yaptıktan sonra ben de çoğu zaman sahnelemeyle ilgili belgesel filmler çekiyorum. Bu, tıpkı belgeler üreten bir tiyatro gibi ve bazen insanlar bu belgeleri, bir Çehov oyununu yeniden sahneleyebilecekleri gibi yeniden sahneliyorlar çünkü oyunun bir de senaryosu var.

Ayşe Draz: Sizinle Nefret Radyosu‘nun (Hate Radio) İstanbul Tiyatro Festivali’ndeki gösterimine (2016) dair kısa bir anekdot paylaşmak istiyorum. Oyunda bir an vardı ki, Beyaz Belçikalı karakter, “radyoda” müziği çalarken, dönüp seyirciye bakıyor. Ve benim izlediğim gösterimde bazı kadınlar kalkıp müzik eşliğinde dans etmeye başladılar. Ben de aslında oyunun tam olarak işaret ettiği şeyin bu olduğunu düşündüm. Adeta içeriğin ne olduğunu artık düşünmez oluyor (bir soykırım) ama olan bitene kendinizi öyle kaptırıyorsun ki… Ve işte o sahne harika bir andı.

Bunun gerçekten yaşanmış bir radyo programı olduğunu düşünen insanlar var ama bu program Ruanda’da hiç yaşanmadı. Yani, bu aşağı yukarı 500 farklı programdan alıntılardan oluşturulmuş bir program. Örneğin birkaç ay önce Ruanda’da ve İngiltere’de Nefret Radyosu’nun yeni versiyonunu gösterdik. Yeni bir versiyon yaptık ve bunu iki ay önce Ruanda’da gösterdik ve orada First Lady, yani Jeanette Kagame ile tanıştık. İlginç olan şu ki, 1994’te Nirvana’yı dinlediğini hatırladığını söyledi ki bu imkansız çünkü bu müzik radyoda hiç yayınlanmamıştı. Hatırlayanların hatırladığı şey aslında tam anlamıyla bir yalan, çünkü gerçekten kontrol edebilirsiniz kesinlikle dosyalarda yok. Hiç yayınlanmadı. Ama aynı zamanda insanlar için ve hatta Ruanda için bu, en güçlü ve en gerçek an. Peki bu, hafıza ve belgesel tiyatro hakkında ne söylüyor…”-mış gibi” ve bunu çok sık yaşıyoruz. Demek istediğim, bu garip etkiden uzunca söz etmek, kendi duyguların, hafızan vb. şeylerden gerçeklik denen şeyi yaratmak için ona nasıl unsurlar ekleyeceğinden uzun uzun bahsetmek mümkün.

Paylaş.

Yanıtla