Ankara Devlet Tiyatrosu’ndan “Kadınlar Filler Ve Saireler”

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Yağmur Eyibilen

Unutamayan Kadınların Hikâyesi

Ankara Devlet Tiyatrosu’nun yeni oyunlarından Kadınlar, Filler ve Saireler’i İzmir’de, turnede izledim. Salondan çıktığımda uzun süre sessiz kaldım, çünkü oyun bittikten sonra bile sahnede izlediğim kadınların sesleri, yüzleri, cümleleri aklımda dönüp durdu. Oyun boyunca kadınların yaşadıkları beni hem hüzünlendirdi hem de kendimle yüzleştirdi. Çünkü onların iç sıkışmalarında, toplumun biçtiği rollerle boğulmalarında, kendi hayatımdan da izler gördüm. Her kadın gibi.

Oyun, aynı apartmanda yaşayan ama birbirinden habersiz üç kadının hikâyesini anlatıyor. Birinci kadın, “günümüzün hızlı tüketilen ilişkilerinin” temsilidir. Sosyal medya çağının yüzeyselliğinde yaşayan bu karakter, var olmayan bir ilişkiyi “varmış gibi” anlatarak kendi hayal dünyasında bir tutunma noktası yaratır. Gerçekte sevgilisi yoktur ama toplumun ilişki dayatmasından kaçamaz, sahte bir mutluluk performansı sergiler. İkinci kadın, biyolojik saatin ve toplumsal baskının tam ortasında kalmıştır. Rahmini kaybetme ihtimali, sadece bedensel değil, sembolik olarak da “kadınlığını yitirme” korkusuna dönüşür. Bu yüzden eski sevgililerini arar, çocuk yapmak ister, aslında yeniden doğmak istemektedir. Üçüncü kadın ise on iki yıllık ilişkisi sonunda terk edilen, annesinin öğütleriyle büyüyen, ama kendi yolunu bulamayan bir kadındır. Onun hikâyesi “sadakatin ve sabrın” bir ödülü olmadığını acı biçimde gösterir. İntiharı, yalnızca bir son değil, sistematik olarak bastırılmış bir kadının sessiz isyanıdır.

Sibel Erdenk’in rejisi, oyun metnin tonunu başarıyla yakalıyor. Yönetmen, kadınların karanlık iç dünyalarını sahnede boğucu bir dertleşmeye dönüştürmek yerine müzikle, oyuncuların hareketleriyle, ışıkla anlatmayı tercih etmiş. Seyirci hem gülüyor hem de içten içe sızlıyor. Bu dengeyi kurmak kolay değil. Oyun boyunca ironinin içinde acı, acının içinde de bir umut ışığı var. Müziğin kimi yerlerde kadınların iç sesine dönüşmesi de hayli etkileyici. Her şarkı bir tür iç döküş gibi, bu da oyunu daha samimi hale getiriyor.

Oyunda mekân tasarımı, aslında her biri farklı katlarda bulunan daireleri yan yana gösterecek şekilde soyutlanarak kurgulanmış. Böylece seyirci bir dairede yaşanan kriz anına tanık olurken, yan dairede başka bir kadının umarsız kahkahasını duyabiliyor. Bu çakışma, oyunun trajikomik ritmini de besliyor. Kostüm ve ışık tasarımı, kadınların kişiliklerini ve içsel kaoslarını tamamlayan unsurlar olarak öne çıkıyor. Dekor, gündelik yaşamın sıradan eşyalarını simgesel bir düzleme taşırken, her karakterin ruh halini yansıtıyor. Dekorun “eskitilmiş” görünümü doğrusu çok anlamlı. Oyunun dünyasında eşyalar, koltuklar bile yorgun. Sanki o evlerde sadece eşyalar değil, hayatlar da eskimiş, kir pas içinde, tozlu…

Yönetmen, birbirinden farklı geçmişlere ve yaşamlara sahip üç kadının aslında aynı duygularda, aynı çıkmazlarda buluştuğu fikrini üç farklı oyuncuyu birbirini izleyen ve bütünleyen tek bir koreografi ve anlatım biçimiyle görünür kılmış. Bu hareket düzeni hem gülünç hem de bunaltıcı bir döngü oluşturuyor ve seyirciye de bu döngüyü sorgulamak düşüyor: Biz neden böyleyiz? Kadınlar, sürekli bir beklentinin içinde. Sevilmeyi, onaylanmayı, tamamlanmayı bekliyorlar. Biri sosyal medyada sahte bir mutluluk performansı sergiliyor, öteki biyolojik saatine yetişmeye çalışıyor, bir diğeri ise sadakatin bir gün ödüllendirileceğine inanıyor. Oysa hiçbiri ödülünü alamıyor. Bu kadınlar yalnızca erkekler tarafından değil, birbirlerinin sessizliğiyle de bastırılıyor. Kadının kadına eleştirisi, oyundaki en çarpıcı noktalardan biri, çünkü bazen bizi en çok yaralayan, yine bizim gibiler.

Kadınların aynı rüyayı paylaşmaları, oyunun en güçlü buluşlarından biri. Gerçek hayatta birbirini tanımayan bu üç kadının rüyada birbirinin hikâyesini bilmesi, kadın dayanışmasının bastırılmış halini temsil ediyor. Gerçek yaşamda konuşamayan kadınlar, düşlerde birbirlerine ses oluyorlar. Rüya, burada hem özgürleşmenin hem de öğrenilmiş çaresizliğin alanı. Çünkü rüyada isteklerine kavuşsalar bile sabah aynı yalnızlığa uyanıyorlar.

Oyunun en önemli noktalarından fil metaforu oyunun kalbinde duruyor. Filler unutmaz, kadınlar da unutmaz. Ne çocukluklarını, ne annelerinin sözlerini, ne terk edildikleri günleri, ne de kendilerine söylenen o küçücük ama ağır cümleleri… Oyun boyunca filler, bu unutamamanın simgesi haline geliyor. Bir karakterin, “Kadınlar da filler gibidir, unutmazlar”, cümlesi salonda yankılandığında herkesin içinde bir şey kımıldadığına eminim. Çünkü gerçekten de bazı şeyler unutulmuyor. Zaman geçiyor, hayat değişiyor ama içimizdeki bazı acılar olduğu yerde kalıyor. Belki bu yüzden, unutmamak bazen bir lanet gibi hissediliyor. Ama oyunun sonunda fark ettim ki, unutmamak aynı zamanda bir direniş biçimi.

Oyuncular Neyra Kayabaşı, Filiz Demiralp, Gül Öz ve Gizem Koçer sahnede çok iyi bir uyum yakalamışlar. Her biri karakterini sade ama etkileyici bir şekilde canlandırıyor. Karakterler büyük bir doğallıkla işlenmiş bu da oyunu daha akıcı bir hale getiriyor. Özellikle beden kullanımları oyunun ritmini ve atmosferini güçlendiriyor.

Yazar Yunus Emre Gümüş, gündelik hayatın içindeki trajediyi mizahın ince diliyle görünür kılıyor. Seyirciyi hem güldürüp hem düşündüren bu metin, kadın olmanın sessiz ağırlığını sade ama çarpıcı bir biçimde sahneye taşıyor. Oyuna hayat veren oyuncuları içtenlikle tebrik ediyorum. Her biri karakterine öylesine sahici bir derinlik ve duygu katmış ki sahnede anlatılan hikâyeler izleyicinin kalbine ulaşıyor. Aynı şekilde sahne arkasında emeği geçen, dekor tasarımında Özge Şenol, kostümde Berna Yavuz, ışıkta Osman Uzgören ve müzikte Gürkan Çakıcı oyuna büyük emek ve özen katmış. Her biri kendi alanında güçlü, yerinde ve oyunun atmosferini tamamlayan bir iş ortaya koymuş. Ekip, sahnenin bütününü başarıyla destekleyen uyumlu ve etkileyici bir tasarım sunmuş. Emeği geçen herkesi, bu bütünlüklü ve etkileyici sahne başarısı için yürekten kutluyorum.

Oyun bu sezon Ankara Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenmeye devam ediyor ve kesinlikle izlenmeyi hak ediyor. Güçlü oyunculukarı, özenli tasarımı ile dikkat çeken bu oyunu kaçırmamanızı ve arkanıza yaslanıp o dünyada kaybolmanızı tavsiye ederim.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Yağmur Eyibilen

Yanıtla