Uluslararası Sahnelerde Türkiye'nin Göç Hikâyeleri

Pinterest LinkedIn Tumblr +

fft64_mf1480899Baskı altındaki devlet tiyatroları ve yenilikçi işler yapmaya çalışan özel tiyatrolar arasına sıkışmış Türkiye tiyatrosu, son dönemde, küreselleşmenin marjinlerinde yer alan ve sesleri çoğunlukla duyulmayan göçmenler hakkında uluslararası projelere sahne oluyor. Bu aslında Avrupa’da bir süredir devam eden bir trendin Türkiye’ye ulaşması olarak da değerlendirilebilir. Mehmet Ergen’in yönetimindeki Talimhane Tiyatrosu’nun iki senedir Türkiye’de büyük bir seyirci kitlesine ulaşan ve son derece iyi eleştiriler alan etkileyici oyunu ‘Önce Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince, Ama Şimdi İyi’, Lucy Kirkwood tarafından yazılmış İngilizce metnin, Seçil Honeywill tarafından uyarlanmış versiyonu. Oyun, Türkiye’deki turnesinin yanı sıra, geçtiğimiz ocakta , Ergen’in Londra’da yöneticiliğini yaptığı Arcola Tiyatrosu’nda İngiliz seyircisiyle buluştu. Şubat ayı içerisindeyse, İsmail Deniz’in Almanca oyunu ‘Warten, dass das Leben beginnt’ (Yaşamayı Beklerken) Alman tiyatro topluluğu Landestheater Burghofbühne Dinslaken tarafından, mart ayında Ankara ’da faaliyet gösteren Tiyatro Tempo’da oynandı. Bu iki oyun da bizi göçmenlerin tarihsel hikayeleri hakkında düşünmeye sevk ediyor:

‘Önce Bir …’, Ukraynalı bir seks işçisinin göçle başlayan hikayesini anlatırken, ‘Warten’ Almanya’ya göç eden misafir işçilerin kederli hikayelerini aktarıyor. Bu tekil projeler, aynı zamanda göçün gittikçe daha çok karakterize ettiği bir dünyanın kenarında yaşayan insanların seslerini sahneye taşıyan ve büyümekte olan uluslararası bir tiyatro ağının varlığına dikkatimizi çekiyor. Ve Türkiye, hem Avrupa’da sanat piyasasında fırsatları kovalayan göçmen Türkiyeliler açısından, hem de uluslararası göç rotalarının önemli transit ülkelerinden biri olması açısından, bu ağın gelişmesinde dolaylı ama önemli bir rol oynuyor.

Bu trendin en önemli temsilcilerinden biri Almanya’da faaliyet gösteren ve 2008’de, Türkiye doğumlu Shermin Langhoff tarafından Kreuzberg’de kurulan Ballhaus Naunynstrasse tiyatrosu. Berlin’in canlı deneysel tiyatro atmosferinde, bu tiyatro grubu göçmen Avrupa’nın pek duyulmayan hikayelerini sahnelerken, Langhoff’un edebiyat çevrelerinde kullanılmakta olan post-göçmen (post-migrant) terimini (bu konuda Feridun Zaimoğlu’nu anmadan geçmeyelim) tiyatro dünyasına taşımasından yararlanıyor. Post-göçmen kavramı, göçmenlik geçmişi olan Alman vatandaşlarının kimlik politikalarını ve (öz)temsil biçimlerini anlatmanın bir aracı olarak kullanılıyor. Hafızadan yavaş yavaş silinmeye başlayan göçmenlik hikayelerine dikkat çeken bu oyunlar, Almanya’nın kompleks çokkültürlülük, ırkçılık, ayrımcılık, entegrasyon, asimilasyon konularına ve hepsinden öte, Türkiyelilik ve Almanyalılık arasında bir yerde konumlanan ‘yeni Almanların’ kimlik sorunlarına eğiliyor. Bu türün örneklerinden biri Nurkan Erpulat tarafından yazılan ve Ballhaus’da 2010 yılında sahnelenen Verrücktes Blut (Delikanlı) adlı oyun. Oyun, göçmen kökenli öğrencilerin Alman öğretmenlerinin ders anlatmasına imkan vermediği bir sınıfta geçiyor. Öğrencilerden birinin sırt çantasından çıkan silahı ele geçiren öğretmenin, Friedrich Schiller’den pasajlar aktararak onlara Alman Aydınlanması öğretmeye başlamasıyla, dil, ötekileştirme, ırksal üstünlük, entegrasyon ve eğitim konularındaki tartışmalar, göçmenlik ve çokkültürlülük konusundaki egemen görüşleri yansıtan bu metnin temel meseleleri haline geliyor.

Yazının devamı için Radikal

 

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.