Sahne Sanatları Öğrencileri Dayanışması ile Söyleşi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Büşra Karpuz

M. Fatih Candemir

Son dönemde kültür-sanat alanlarının pandemi sürecinden olumsuz etkilenmesi, sanatçıları ve sanatçı adaylarını birlikte hareket ederek farklı dayanışma yollarını aramaya yönlendiriyor. Bununla birlikte eğitim ve kültür-sanat politikaları anlamında da ortaya çıkan sorunlar,  birlikteliği elzem hale getiriyor. Boğaziçi Üniversitesi’ne Melih Bulu’nun atanması sonrası yaşanan olaylara destek amacıyla birleşen ve bildiri yayımlayan sahne sanatları öğrencileri, kısa bir zaman sonra  “Sahne Sanatları Öğrencileri Dayanışması” adı altında buluşarak bir platform oluşturdular.

Türkiye’nin farklı bölgelerinde sahne sanatları alanında öğrenim gören üniversite öğrencileri, eğitimde fırsat eşitliği kavramından hareketle bir dayanışma inisiyatifi etrafında buluştu. Tiyatro, bale, dramatik yazarlık, sahne tasarım, çağdaş dans gibi bölümlerin öğrencilerinden oluşan dayanışma, coğrafi veya maddi anlamda eğitim imkanlarına ulaşamayan öğrenciler için pek çok etkinlik, atölye, şöyleşi düzenliyor. İnsan Hakları Bildirgesi’ni temel alarak, bağımsız bir platform yaratabilmek adına çalışmalarını sürdürüyor.

Şu ana kadar “Sahne Sanatları Eğitiminde Sınır İhlali”, “Oyun ve Beden” ve “Oyunculuğun Yaşamımızı Değiştirme Gücü Var Mı ?” gibi etkinlikleri gerçekleştiren topluluğun Nisan sonuna kadar sürecek yoğun bir atölye ve söyleşi takvimi bulunuyor.

Sahne Sanatları Öğrenci Dayanışması sosyal medya hesapları:

https://www.instagram.com/sahnesanatlariogr/

https://twitter.com/sahnesanatogr

Sahne Sanatları Öğrencileri Dayanışması’ndan beş kişi ile 28 Mart’ta Zoom üzerinden buluşup Dayanışma’nın kurulma sürecini, etkinlik planlarını, sanat eğitiminde cinsel taciz konusunu ve pandeminin etkilerini konuştuk. İyi okumalar…

Merhaba, öncelikle sizi tanıyalım. Nerede okuyorsunuz, kaçıncı sınıfsınız, Sahne Sanatları Öğrencileri Dayanışması’na nasıl katıldınız?

Betül: Ben Betül. Haliç Üniversitesi’nde okuyorum. Şu an lisans 2 konservatuar oyunculuk öğrencisiyim. Boğaziçi ile ilgili yayımlanan bildiriler sayesinde Dayanışma’dan haberim oldu. Böylece sınıfımın temsilcisi olarak dayanışmanın içine girdim ve çalışmaya başladık.

Zeynep: Ben Nazlı Zeynep Durmaz. Bülent Ecevit Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro son sınıf öğrencisiyim.

Onat: Ben Onat. Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro bölümü 2. Sınıf öğrencisiyim.

Eyüp: Ben Eyüp Çelik. Yeditepe Üniversitesi’nde Tiyatro bölümü 3. Sınıf öğrencisiyim.

Utku: Ben Utku Öcal. Yeditepe Üniversitesi’nde okuyorum. Tiyatro lisans 3. Sınıf öğrencisiyim.

Memnun olduk hepinizle. “En uzun gecelerin de bir sabahı var” diyerek yola çıkan Sahne Sanatları Öğrencileri Dayanışması nedir? Hangi amaçla bir araya geldi?

Eyüp: Yeditepe Üniversitesi’nde tiyatro bölümü olarak arkadaşlarımızla Boğaziçi Üniversitesine destek olmak için bildiri yayınlasak nasıl olur diye düşündük. Bu fikrimizi başka okullarda tiyatro bölümü okuyan arkadaşlarımızla paylaştık. Onlar da katılmak istediler. Sonrasında, hemen bir iki gün içinde, toplantılar alınıp bildiri için bir zemin oluşturuldu. O toplantılar sadece Boğaziçi için bir dayanışma bildirisi yazmak amacıyla yapılmıştı. Sonrasında bizim sorunlarımız ne ile ilgili, ne yapabiliriz bu sorunlar için, nereye gider bu iş, nasıl yapalım, burası bir inisiyatif/dayanışma olsun mu diye konuşmaya başladık. Bu konuların üzerine düşünmeye ihtiyaç olduğunu fark ettikten sonra da ortak hareket etmeye başladık.

Dayanışma içinde kaç okul var, toplamda kaç kişisiniz?

Onat: Şu an 23 okul ve 30 bölümden öğrenci var. Temsilciler 75 kişi, kimi okuldan 4 kimi okuldan 3 temsilci var. Mümkünse her sınıftan birer temsilci almak istiyoruz. Tiyatro, opera, dramatik yazarlık, çağdaş dans ve sahne tasarımı bölümlerinden öğrenciler var.

Bir manifesto yayımladınız. Manifestodaki eğitim eşitliği ve dayanışma vurgusu, sizin için ne anlam ifade ediyor? Her bölümün kendine has zorlukları ve sorunları vardır; sahne sanatları öğrencilerinin yaşadığı zorluklar nelerdir? Siz buna nasıl bir çözüm bulmayı amaçlıyorsunuz?

Onat: Bir takım ortak problemlerimiz var tabii. Hepimiz yetenek sınavları ile giriyoruz okula. Bu yetenek sınavlarının başvuru sürecinden tutun yüz yüze yaşadığımız o heyecana kadar bir takım “saçmalıklar” oluyor. Öğrencilerin ırklarıyla cinsel yönelimleri ile yargılandığı sınavları duyuyoruz. Ya da kendi okulumuzdaki mobbing hikâyelerini duyuyoruz. Zaten cinsel taciz sürekli gündemimizde. Bu ve bunun gibi birçok sebeple beraber olmak zorunda kaldık. Zorunda kaldıktan kasıt şu: Buna ihtiyacımız var çünkü çok kapalı bir alan ve sınırlar çok ince. Bu noktada tek başına kimsenin bir şey değiştiremeyeceğini fark ettik. Beraber çok sesliliği oluşturarak bir şeyler kurmak istiyoruz. Fırsat eşitliğine gelince… Mesela şu an Zeynep Zonguldak’tan bir arkadaşımız, ben Eskişehir’deyim, Eyüp, Utku ve Betül de İstanbul’da. Genellikle sektör İstanbul’da döndüğü için atölyeler, oyunlar ve benzeri her şey İstanbul’da. Coğrafi olarak insanlar eğitimlere ya da oyunlara katılamıyorlar. Bu noktada değiştirebileceğimiz bir şeyler olduğunu düşünüyorum. Atölyelerin ve söyleşilerin çıkış noktası da bu oldu.

Betül: Sadece belli problemler üzerine gidip onlara çözüm bulmaktan ziyade bu çözüm yollarının nasıl eyleme geçirilebileceğine dair profesyonel insanlarla görüştük. Sonra şöyle bir karar aldık: Öncelikle soruları ve sorunları belirlememiz lazım. Soru ve sorunları belirledikten sonra çözüm yollarını arayabiliriz. Online dönemde eğitimimize katkı sağlamak için atölye projesi gündeme geldi. Şimdi ise o soruların ve sorunların belirlenmesine odaklanmak istiyoruz. Direkt kendimizin bir soru öne attığı bir modelde değil de herkesin fikrini alarak önceliklerimizi belirleyerek bu konuda bazı kavramların tartışılmasını hedefliyoruz.

Eyüp: Dünyada da Türkiye’de de son zamanlarda bireysellik ön plana çıktığı için kolektif bilinç noktasında eksiklikler yaşıyoruz. Bu eksiklik de bizi toplumsal anlamda birçok noktada yalnız bırakıyor. Biz biraraya geldik ve bu bilinçle üretime dayalı yatay bir zemin oluşturduk. Bu amaçla bireysel gelişimimiz için atölyeler gibi projeler üzerine çalışıyoruz. . Yani yapının ana amacı bu: Üretim zemini ve düşünsel bir zemin oluşturmak. Şu an “Sahne Sanatlarında Sınır İhlali” adlı bir proje üzerine çalışıyoruz.

Kurulum aşamasında nasıl destekler ya da tepkiler aldınız?

Onat: Kurulum aşaması dediğimiz zaten yaklaşık 25 saatti. Bir önceki akşam 7’de toplantı alıp sonraki akşam 8’de bildirileri yayımladık. Bu 25 saatin sonunda bildirileri gören insanlardan daha önce yapılmayanı, düşünülmeyeni ya da denenip yapılamayanı yaptığımızı yani zor bir iş başardığımızı söyleyen çok insan oldu bana. Aslında sahne sanatları alanında hem okurken hem mezun olduğumuzda çok yalnız oluyoruz. İlk defa ülke genelinde sahne sanatları öğrencileri arasında bir birleşme oldu ve bunun çok değerli olduğunu aktardılar bize.

Siz de eğitimde cinsel taciz konusunun gündeminizde olduğunuzu belirttiniz. Bir açık çağrı planlıyorsunuz anladığımız kadarıyla. Eğitmen etiği ve eğitimde cinsel taciz konusunu okullarınızda ve dayanışma içinde nasıl tartışıyorsunuz?

Zeynep: Şu an Türkiye’de 30’dan fazla konservatuvar var ve her yeni açılan okul Güzel Sanatlar ya da Konservatuvar adı altında bünyesine fakülte ekliyor. Sosyal hayatımızın birçok yerinde tacize ya da mobbing’e maruz kalıyoruz. Sahne sanatlarında bu durum daha göreceli bir kavrama dönüşüyor. Eğitmenin yaptığı birçok şey taciz mi mobbing mi bilmiyoruz, onları adlandıramıyoruz. Aslında kendi içimizde de bunun kararsızlığını yaşıyoruz. Çok göreceli olduğu için öğrenci korkmaya, kendini yargılamaya başlıyor. Bunun dışında bir not kaygısı taşıyoruz. Yaptığımız eylemlerde herhangi bir hocadan gördüğümüz ve birçok öğrencinin şahit olduğu mobbingde bile sesimizi çıkarmaya çalıştığımızda eğitmenden not tehdidi alıyoruz. Herkes gidip kendini yakın gördüğü insana anlatıyor bunu. Eğitmenle konuşmak başka bir şeyi etkiliyor. Zaten bunu eğitmenle konuşmak çok zor. Bir eğitmene gidip “Siz neden bana böyle yaptınız, neden böyle davrandınız? Rahatsız oldum.” diyebilmek inanılmaz zor bir şey. Kaldı ki aramızda yani öğrenciler de kendi arasında sorunlar yaşıyor. Son zamanlarda çıkan ifşalar bizi çok etkiledi çünkü herkesin bu durumla alakalı bir yorumu var, bir yaşanmışlığı var. Niyetimiz sınır ihlali ile alakalı bir panel düzenlemek. Sektörde alanından deneyimli insanlarla bir söyleşi gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Bu etkinliklerde amacımız “ben bunu yaşadım”, “ben de bunu yaşadım” diyerek orayı bir psikiyatri seansına çevirmek değil. Amacımız daha ziyade öğrencilerin kendi haklarını bilmesi. Yaşadıkları şeyin adını koyabilmesi, kendimi nerede koruyabilirim, hakkımı nerede arayabilirim diyebilmesi. Aslında yapmak istediğimiz şey hem öğrenci hem eğitmeni korumak. Panel açık çağrıyla düzenlenecek sadece sahne sanatları öğrencilerine dönük olacak. İlk panelden sonra bize bir yol haritası çıkacak. Biz bu sorunları tespit edebiliyor olacağız. Bunun sonrasında da neye ihtiyacımız varsa panellerde onu konu etmek istiyoruz.

Eyüp: Aslında eğitim sisteminin kendi problemleri var. Mesela tektipleştirme. Size bir kalıp üzerinden eğitim vermesi de buna etki ediyor. Bu noktada bazı kavramların tartışılması sonra bunların çizgilerinin belirlenmesi önemli. Zeynep’in de dediği gibi hem öğrenciyi hem eğitmeni korumamız lazım çünkü aynı bahçedeyiz o yüzden sınırları belirlemek önemli. Sen benim alanıma ne kadar girebilirsin, ben senin alanında ne kadar olabilirim? Bu sınırların iki tarafı da korumak için çizilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Sizce önleyici olmak için sanat eğitiminde nasıl bir akademi kurulmalı, dersler nasıl olmalı, akademisyen-öğrenci ilişkisi nasıl olmalı?

Zeynep: Aslında buna net bir cevap vermek çok zor.

Eyüp: Evet bence de çok zor, bunu belirlemek bir de çok kişisel kalır. Bu kişiselliği kırmak için herkesin hakkını bilmesi ve bilinçlenmesi gerekir.

Utku: Panel de zaten bunun için öncü bir adım olacak. Bazı sınırları belirleyip öğrenciyi bilinçlendirmek adı altında güzel bir uygulama olacağını düşünerek girdik bu işe.

Onat: Altını çizmek istediğim bir nokta var. Eyüp’ün dediği gibi buna bir cevap vermenin çok doğru bir davranış olacağını düşünmüyorum. Biz istiyoruz ki kuralları yazalım ama o yazan kalemi hep beraber tutalım. Biz insanlara bir şey öğretmek istemiyoruz aslında beraber doğru sorular sorup cevapları da kendimiz bulalım istiyoruz.

Betül: Şöyle bir örnek vermek istiyorum bu konuda. Hepimiz var olduğumuzdan beri ikili ilişkiler kuruyoruz ama son zamanlarda psikolojik araştırmaların topluma daha fazla yayılması ile psikolojik şiddetin, gaslightingin ne olduğunu öğrendik ve ilişkilerde bu tarz sorunların nasıl aşılabileceği konusunda hepimiz daha bilinçli hale geldik. Bu da kavramların bilinmesi ve sınırların anlaşılmasıyla oluştu. Aslında kavramlar hakkında bilinçlenmek tam olarak bu oluyor. Yani kendini tanımak, ilişkiyi tanımak ve hareket alanını belirlemek.

Türkiye’deki konservatuvar eğitimini nasıl buluyorsunuz? Türkiye’deki konservatuvar eğitiminin eksiklikleri neler? Mesela, güncel tartışmaları takip edebiliyor mu?

Eyüp: Bence zor bir soru. Eğitimin araştırılmasına giriyor konu. Böyle bir iddiada bulunamayız. Dayanışma olarak bir çalışma ya da araştırma yapmadık. Söyleyeceğim şeyler kendi fikirlerim olacak, dayanışmanın fikirleri olmayacak, ne kadar doğru olur bilemedim.

Şöyle düşünebiliriz, herkesin eğitim aldığı kurum hakkında bir fikri vardır, deneyiminden yola çıkarak. Mesela tektipleştirmeden bahsettiniz?

Eyüp: Her okulun, her hocanın ve her öğrencinin kendi düşünme biçimi var.  Her okul aynı tipte değil her okulun kendi ekolü var. Öğrencileri bu ekole göre seçiyorlar. Öğrenciler de buna göre okul seçebiliyor mesela.

Onat: Ben de bir genelleme yapabilirim. Daha önce kendi aramızda tartıştığımız ama herhangi bir karara varamadığımız tartışmalardan biri olduğu için, lütfen beni düzeltin. Herkesin konservatuara girmeden önce bir hayali vardır, bir hayalle gider oraya sınavına girer ve kazandığında ütopik bir yer hayal eder. Konservatuarın ilk ayında hepimiz hayal kırıklığına uğrarız, yani herkesin kendi adına bir sürü hayal kırıklığı olur. Belki yaptığımız bu çalışmalarla biz ve bizden sonrakiler hayalimizdeki konservatuvarlara da adım atacağız. Böyle bir hayalimiz var diyebilirim sanırım.

Eyüp: Bu noktada şunu eklemek isterim. Şehirlerin kendine göre sınırları oluyor, imkânsızlıkları oluyor. Onu ortadan kaldırmak mümkün olmayacaktır ama bu güçlüğü hafifletmek için bir şey yapabiliyoruz. O da üretimsel anlamda birbirimize fikirlerimizi söylemekle mümkün. Bizim Dayanışma olarak toplandığımızda önemsediğimiz şey buydu. Konya’da, Ankara’da, Zonguldak’ta ne oluyor, bu bilgileri edinmek bile önemliydi.

Eğitim açısından devlet okulları ve özel okullar arasında nasıl bir fark var? Akademisyen profili, öğrencilerin profili, müfredat açısından…

Eyüp: Ana problem okulların özel ya da devlet olması değil fark yine okulların olduğu şehirlerden kaynaklanıyor. Bir akademisyen, bizim kesin bir yargıda bulunmamız mümkün değil tabii ama, işinde iyi bir hoca ise o akademisyen çoğunlukla üretim yapmayı tercih ettiği için büyük şehirde olmayı tercih ediyor, özellikle de İstanbul’da. Bu arada özel okulların daha fazla imkanı olabileceğini ekleyeyim. Her okul için belki bu geçerli değildir ama bildiğim bazı okullardan böyle bir çıkarımım var.

Utku: Tabii öğrenci ne istiyor çok önemli bir faktör. Çünkü her okuldaki akademisyenler çok değerli insanlar ve belli sınavlardan geçip oralara geliyorlar. Belirli konular üzerine çalışmış oluyorlar. Burada asıl kritik soru öğrenci okula girdikten sonra ilerlemek istediği alan üzerine o insanlardan bir şeyi alabiliyor mu sorusu. Bunun için de büyük şehirler özellikle de İstanbul çeşitlilik açısından çok önemli oluyor. İstanbul’da olduktan sonra ya da çeşitliliğin olduğu bir yerde olduktan sonra özel ya da devlet bir farkı kalmıyor, orada şahısta bitiyor.

Onat: Özel ile devlet arasında tabii ki bir takım farklılıklar var öğrenci ve hocaya bağlı olarak. Onun dışında başka bir durum da var. Örneğin DTCF’nin onlarca hocası KHK’larla atıldı. Atılmak istemeyenler emekli oldu, kimileri ise özele geçti. Akademisyenin o üniversitede bir güvencesi yok iken devlet okullarında kalmak da istemeyebiliyorlar ve bu hocanın hatası değil yani ne bizim hatamız ne başkasının hatası. Devlet ile özeli ayıran en net noktalardan biri bu olabilir sanırım, bir güvence vermiyor artık devlet okulları.

Eyüp: Boğaziçi Üniversitesine destek vermek için harekete geçtiğimizde yapımızda bulunan 12 okuldan 8’inin ya da 9’unun rektörünün kayyum olduğunu öğrenmiştik. Bu bazen bölüm başkanlarında da oluyor, araya siyasi bir tartışma geliyor ve atanıyor biri. Özel okullara müdahalede zorlanılıyor sanırım kendi iç yapıları ve işleyişleri farklı olduğu için.

Utku: Bir de akademisyen eksikliği olduğunu biliyoruz. Özel okullarda okul politikasına bağlı para kaygısı güdülüyorsa kesintiler yapılıyor ya da daha az akademisyene kadro açılıyor. Bazı köklü okullar bu konuda avantajlı olabiliyor, yeni okullar bu konuda biraz daha zorlanıyor doğal olarak.

Peki,  pandemi sürecini nasıl geçirdiniz konservatuvar öğrencileri olarak?

Eyüp: Pandemi en çok sanatı etkiledi tabii, sadece öğrenci olarak değil çoğumuz tiyatrolarda çalışıyorduk hem para hem deneyim kazanmak için. Her şey iptal oldu. Eğitimde ise birkaç okul hariç bir senedir online sisteme geçildi. Online olarak verilen bu eğitim aslına bakarsanız yeterli değil. Ben hocalarımızın hakkını vermek istiyorum çünkü bu durumların içinde ellerinden geleni yapıyorlar. Hem öğrenciler hem eğitmenler birlikte çabalıyoruz bu dönemde. Tabii bazı okullar bu dönemde hibrit eğitime geçti, yüz yüze de dersler oluyor.

Zeynep: Yepyeni bir dönemi yaşıyoruz bütün ülkelerde şu an bir sıkıntı var. Deneyimlediğimiz her şey çok yeni, sadece sanat alanında değil birçok alanda böyle. Yeni kuşak olarak biz de zorlanıyoruz. Ortak bir dil kurabilmek pandemi döneminde çok zordu ama buna alışmaya başladık. Aslında sanat da bu buraya evrildi artık, zoom üzerinden filmler çekilmeye, tiyatro oyunları yapılmaya başlandı. Sanat böyle kötü dönemlerde değişime uğrar deriz. Yine sanatın değişmeye başladığı bir dönemdeyiz. Bakalım gelecekte ne olacak? Orası muallak, karanlık ve biz nereye gideceğimizi hala bilmiyoruz.

Onat: Sadece şunu eklemek istiyorum sahne sanatlarında online eğitim asla bir alternatif değildir olsa olsa kötünün iyisidir.

Utku: Ben de Onat’a katılarak şunu eklemek istiyorum sahne ya da performans yaptığımız alan neresi ise orası bizim için motivasyon kaynağı. Biz oraya çıkmak için can atıyoruz. Evimizin salonunda, giyinme odasında, odamızda prova yaparken çok daha büyük zorluklar çekiyoruz. Aynı şekilde hocalar da motivasyon kaybı yaşıyorlar. Sahneye döndüğümüzde yani yüz yüze eğitime geçtiğimizde toparlanma süreci çok acı verici olacak ki şu anda yavaş yavaş bunu yaşıyoruz. Mesela Yeditepe Üniversitesi yüz yüze eğitime geçti ve zorlanıyoruz. Önce sahneden koptuk evde bir şeyler yaptık, şimdi oraya çıktığımızda da eski gücümüzü bulabilmek için savaş veriyoruz.

Eyüp: Bir önceki soru için de geçerli bir durum var, yine devlet ve özel okul arasındaki fark ortaya çıkıyor. Çünkü Yeditepe gibi bazı okullar devam etmeyi seçerken devlet okullarının bazıları alternatif yollar geliştirmeden ya da öğrencilere danışmadan karar verip eğitimi online şekilde sürdürmeyi seçti.

Zeynep: Pandemi döneminin sıkıntılarını en çok ilk sınıflar ve son sınıflar çekti. 1. sınıflar online sınavlar ile sahne sanatları bölümüne girdiler ve daha hiç sahne görmediler. Sahneyi deneyimleme fırsatı bulamadıkları için sahneye girerken ne yapmaları gerektiğini bilmiyorlar. Ama işte “iki kalas bir heves”. Heves bizim çıkmak için can attığımız sahne idi. Onlar bu duyguyu bilmiyorlar ve bu heyecanı yaşamadılar. Ben son sınıfım ve sahne üzerine çıkmadan geçirdiğim bir sene var. 3. sınıfın son dönemi yine hepimizin olduğu gibi online geçti. Sahne yüzü görmeden okul bitecek ve bu durum ilerisi için büyük bir sıkıntı doğuracak. Çünkü birçok sanatçı adayı ne yapacağını bilmiyor. Çok uzun bir ara bu ve biz yıllardır sahneyi deneyimleyen insanlar değiliz aslında meslekte yirminci, otuzuncu yılımız değil.  Hemen alışamayabiliriz biz sürece.

Pandemi süreci ile birlikte dijital alana geçiş de başladı. Sahne sanatlarının dijital dünya ile ilişkisini siz nasıl yorumluyorsunuz? Konservatuvarlarda bu konu ne kadar gündemde?

Eyüp: Kişisel bir yorum olarak şunu söyleyebilirim, burada yeni bir üretim biçimi oluşturmaktan ziyade geçici olarak denemeler yapılıyor. Değişeceğimizi düşünmüyorum. Yani bu pandemi bittiğinde bu dönem çıkan ürünleri sürdürmek zorunda olan ya da sürdürmeyi talep edecek birileri olacak mı bilmiyorum. Bu yeni denemelerle herkes yine sahnesine dönecek. Belki bu dönemde yapılan denemelerle sahnede etkiyi arttırıcı denemeler devam eder, böyle bir kazanım olabilir ama tamamen bir algının değişmesi durumu olacağını düşünmüyorum.

Utku: Ben de Eyüp’e katılıyorum. Bu dönemin bir getirisi olarak bazı şehirlerde bir şeylere ulaşamama dezavantajı belli bir oranda azaldı. Artık internet üzerinden online olarak paylaşımlar yapılabiliyor.

Söylediklerinizden hareketle, bunun bir geçiş evresi değil durumu kurtarmaya yönelik adımlar olduğu şeklinde bir genel yorumunuz olduğunu düşünebiliriz o halde?

Utku: Seyircisiz tiyatro mümkün değildir, olamaz hep söylenen şeydir. Seyirci var ama fiziki olarak yok aslında. Bu oyuncuyu da oynarken etkiliyor haliyle. Sahnede olma hali tabii ki hepimiz için çok daha güzel ve çok daha ilgi çekici oluyor. O yüzden şu anda geçiş evresindeyiz ve geri dönülecek diye umut ediyoruz.

Amatör alanda sanat yapan öğrenciler ve üniversite kulüpleri ile iletişim kurmayı planlıyor musunuz? Bundan sonraki süreçte neler yapmayı düşünüyorsunuz?

Onat: Öğrenci kulüplerine açılmak gibi bir projemiz yok henüz. Aldığımız eğitim profesyonel hayata bir hazırlık. Araya bir hoca-öğrenci ilişkisi ve diploma giriyor. Bu sebeple öğrenci kulüplerine yönelik bir projemiz yok diyebilirim.

Eyüp: Tiyatro kulüpleri ya da benzer yapılarla, proje bazlı iletişimde olabiliriz. İlk başta burası tiyatro öğrencileri dayanışması olarak başladı. Sonrasında bale, yazarlık, sahne tasarım girince işin içine, sahne sanatları dayanışması oldu. Ama aktif öğrenciler için geçerli. Müjdat Gezen, Sadri Alışık, CAS gibi konservatuvarı olan ama lisans diploması vermeyen yerler de dayanışmanın içinde. Tiyatro kulüplerini dahil etmek, fazla dallanıp budaklanmak olabilir ve hareket etmeyi de güçleştiren bir şey olabilir. Çok seslilik artıyor kesinlikle bunlar güzel bir yönü ama aynı zamanda kontrolü zorlaştırır. Genel yapının içinde şuan tiyatro kulüpleri ile ilgili çalışma planımız yok.

Utku: Yapı olarak çok canlıyız, anlık olarak yaşadığımız sorunlara, gelişen durumlara cevap olarak üretimlerde bulunmak zaten istediğimiz bir şey. O yüzden biz sürekli toplantılar alıp aktif bir şekilde sürekli ne yapabiliriz sorusunu kendimize soruyoruz.

Betül: Ben şöyle bir şey ekleyebilirim, sorunlar çerçevesinde bir araya geliyormuşuz gibi gözüküyor ama birbirimize her noktada ihtiyacımız var. Umarız ki bu sorunları ve önceliklerimizi aştığımızda sanatsal olarak ve bireysel olarak üretmek istediğimiz şeyler noktasında da birbirimizden yardım alabiliyor olacağız.

Eyüp: Düşünsel bir zemin oluşturmak için açık dersler üzerine tartışıyoruz. Şu anda tiyatro mekânlarının kapanması ile oyuncular, teknisyenler, zor bir durumdan geçiyor. Sonucu bir damla su serpmek bile olsa, destek olmak için oyun gösterimleri yapmayı planlıyoruz. Yani şu an aslında bakarsanız Betül’ün de dediği gibi ne yaparsak verimli oluruz sorusunu soruyor ve bunların yollarını arıyoruz.

İlerleyen süreçlerde hepinize başarılar diliyoruz. Vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz.

Paylaş.

Yanıtla