İkiyüzlü ve Sahte Burjuva Alemi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Neşe Binark

“Öndersiz yalnızca bir koyun sürüsü olarak kalacaklarını anlamışlardı. ‘Adamakıllı eziyet görmez, emir almaz ve kötek yemez isek hanım evlatları olarak kalırız’ diyorlardı. Bereket versin bir Führer bulundu da iktidar ona teslim edildi”. Bertolt Brecht

Burjuvaziyi amansız bir biçimde eleştiren Bertolt Brecht, “Faşizm Üzerine Yazılar” adlı yapıtında faşizmin iktidara geliş yolunu şöyle tarif ediyor: “(…) Kurulu partilerden hoşnut olmayan ve Hitler’in partisine, henüz iktidara geçmediği için kimseyi hayal kırıklığına uğratmamış bir parti gözüyle bakan birçok kimse vardı. Kırpıcı, yemleyici ve çobanlarından hoşnut olmayan danalar bir kez de kasabı sınamayı kararlaştırdılar (…) Esnaf, öğretmen, öğrenci, dükkân sahibi, vb. gibi küçük burjuvalar artık büyük işlere kalkışmayı kararlaştırdılar. Aşağı yukarı hemen hepsi son kuruşlarını da tüketmişlerdi. Şimdi güçlü bir ülkücülüğe dayanarak, bir başka deyişle, sınırsız özverilerde bulunarak, daha insancıl bir yaşam kurmayı planlıyorlardı. Öndersiz yalnızca bir koyun sürüsü olarak kalacaklarını anlamışlardı. ‘Adamakıllı eziyet görmez, emir almaz ve kötek yemez isek hanım evlatları olarak kalırız’ diyorlardı. Bereket versin bir Führer bulundu da iktidar ona teslim edildi.”

Almanya’nın Bavyera eyaleti Augsburg kentinde doğan ve kentinin ara sokaklarındaki karanlığı, arka sokaklarındaki varoşlarının hüznü ve acılarını, basık ve havasız meyhanelerindeki insan müsveddelerini hatırından çıkartmayan 20.yy’ın en önemli Alman şiir ve tiyatro insanı Bertolt Brecht, faşizmin toplumsal yaşamdaki hallerini sorguladığı 3. Reich’ın Korku ve Sefaleti oyununu sürgün yıllarında 1935’te yazmaya başladı ve 1938’de bitirdi. Otuzdan çok tablo yazan Brecht, ilk kez 1938’de Paris’de sahnelenen oyunda, seçtiği sekiz tabloyu sergiledi. Yılmaz Onay tarafından Türkçeye çevrilen oyunda yirmi dokuz tablo yer alıyor. Bu yazımda, özellikle dokuzuncu tablo olan Yahudi Kadın (Yahudi Eş) sahnesinin üzerinde duracağım.

Yahudi Eş sahnesi nasıl oynanmamalıdır?

Brecht’in “Yahudi Eş” sahnesinde mesafeli bir üslup sergilediği çok açık. Yahudi bir kadın olan Judith Keith Yahudi olmayan Alman bir doktorla evli ve tam bir burjuva şeklinde yaşıyor. Judith, doktor kocasının ne mesleğini ne de güvenliğini tehlikeye atmak istemiyor. Bu nedenle hiç kimsesinin olmadığı Amsterdam’a gitmeye karar veriyor. Kocası da kendisi de kendinin bir Yahudi olduğu gerçeği ile baş başalar. Kocası ona git diyemiyor ama kal da diyemiyor. Judith gitmek istiyor ama kalmak da istiyor. Kocasının kendisine gitme demesini beklerken onun sessizliğinden artık bu evliliğin bittiğini ve kocasının kendinden vaz geçtiğini anlıyor. Bu gerçek canını acıtıyor. Sahneyi üç aşamada değerlendiriyorum:

  1. Judith’in telefonda yaptığı veda konuşmaları
  2. Eşyalarını bavuluna toplarken kocasına hitaben yaptığı kendi kendine konuşmalar
  3. Kocasıyla yüzleşme konuşması

Metin üzerinden incelemeyi yapıyorum.

  1. Judith’in telefonda yaptığı veda konuşmaları

Telefon konuşması 1:

-“Ben Judith Keith. Siz misiniz doktor? İyi akşamlar. Briç masanıza yeni bir partner bulmanız gerekecek, bunu söylemek için aradım, yolculuğa çıkıyorum da. Yoo, çok uzun değil ama birkaç hafta sürer yine de. Amsterdam’a gidiyorum. Evet ya, bahar çok güzel oluyormuş orada. Ahbaplarım var, evet. Yoo yoo, tek değil, inanmasanız da, ahbaplar. Briçi nasıl mı oynayacaksınız? Ama, zaten iki haftadır oynamıyorduk ki. Tabii tabii, Fritz de soğuk almıştı. Havalar soğuyunca artık briç oynanamıyor, ben de söyledim ya! Hayır, hayır doktor, nasıl düşünürüm öyle? Thekla’ya annesi misafir gelmişti tabii. Biliyorum. Öyle düşünür müyüm hiç? Yoo, hiç de ani olmadı, yalnız işte hep erteliyordum, ama şimdi gitmem şart. Evet, sinemaya gitmelerimiz de hayal oldu artık, Thekla’ya selamlarımı söyleyin. Pazar’ları onu telefonla bir ararsınız herhalde, değil mi? Haydi hoşça kalın!” Elbette, seve seve! Adyö!

Judith ilk telefon konuşmasında, kocası Fritz’in doktor arkadaşını arıyor, hani şu eşi Thekla ile birlikte evlerine gelen, yiyip içen, eğlenen doktoru. Judith’in konuşmaya, briç masalarına yeni bir partner bulmaları gerekliliğinden girmesi, karşısındakinden kendisine verdikleri değere dair bir söz işitme ihtiyacından geliyor. Briççi doktorun tek düşüncesi yolculuğun ne kadar süreceği, briçi nasıl oynayacakları oluyor. Genel geçer bir hava yorumundan sonra Amsterdam’da yalnız mı olacağı sorusunu aldığı cevaba inanmayarak kurcalayan doktor açıkça Judith’e kaçıyorsun demeye getirecek kadar da fütursuz konuşuyor. Kısa bir savunma cümlesinden sonra Judith’in sözünü keserek konuyu briçi nasıl oynayacakları sorunsalına getirişi de Judith’e insan olarak vermediği değeri briç arkadaşı olarak zar zor verdiğinin ispatı. Ufak bir tartışma, ama zaten Fritz’in de soğuk almış olduğuna yapılan gönderi ile doktorun Judith’in sözünü değil kendi sözünü geçerli kılmaya çalıştığını anlıyoruz.  Doktorun karısı Thekla’nın tenezzül buyurup Judith’e veda etmeye gelmemesinin nedeni olarak annesinin gelmiş olması mazeretinin ileri sürülmüş olması, karşı ahizedeki doktorun Judith’in gidişini pekala rahatlıkla kabulleniverdiğinin göstergesi olarak değerlendirilebilir. Aslında Judith’in hayal kırıklıkları telefon konuşmalarından başlıyor. Fritz’i pazarları aramalarını tembih edecek kadar kendini Fritz’in eşi rolüne kaptırmış bir Judith var karşımızda.

Telefon konuşması 2:

– “(Telefonu kapatır, sonra başka bir numarayı arar) Ben Judith Keith. Bayan Schöck’le görüşebilir miyim? Lotte? Sana kısaca bir allahaısmarladık demek için aradım, birazdan buradan ayrılacağım da. Yoo yoo, bir şey yok, sırf değişik yüzler görmek için işte. Ha, bak ne diyeceğim. Salı akşamı Fritz’e profesör gelecek, eve, belki siz de gelirsiniz, ben hemen bu akşam gidiyorum da… Bu Salı, evet. Yoo yoo, ben sadece bu akşam gideceğimi bildirmek istedim, onunla hiç ilgisi yok, siz yine de gelebilirsiniz diyorum. Tamam, peki, ben olmasam da, diyelim, ha? Sizin öyle olmadığınızı bilmez miyim canım, hem olsanız da, kötü zamanlar bunlar, herkes öyle dikkat ediyor ki, neyse, geliyorsunuz değil mi? Max da gelebilirse mi? Gelir gelir, sen profesörün de olduğunu söyle ona, yeter. Şimdi kapamam gerekiyor, haydi hoşça kal”!         

Lotte anlamamakta ısrarlı mı, alıngan mı yoksa savunmaya geçmiş durumda mı? Aslında içinde oldukları o ırkçı ve faşist tutumu reddederek, biz öyle değiliz diyerek, ne olduklarını onaylar cümleler kurduğu aşikâr. Judith ne demek istediğini gayet net anlıyor ve onların da diğerleri gibi düşündüklerini bildiğini “hem olsanız da…” diyerek onaylıyor sonra da hem karşısındakini hem kendini kandıracak sözü ediyor: “kötü zamanlar bunlar, herkes öyle dikkat ediyor ki”. Sanki kendisinden kaçılan, uzak durulan, ötekileştirilen kendisi değil ve halâ bunun farkında değil. Kendisine çevrilmiş cümledeki önemi dahi bertaraf ediyor ve Fritz’in yalnız kalmaması için organizasyonu tamamlamaya çalışıyor. Olan biten kendi başına geliyor, gidecek olan, gitmek zorunda bırakılan kendisi. Bir kez daha kendi kendine yabancılaştığı bir telefon konuşmasını tamamlıyor.

Telefon konuşması 3:

-“(Kapatır, başka bir numara çevirir) Sen misin Gertrud? Ben Judith. Kusura bakma rahatsız ediyorum. Sağ ol sağol, Fritz’le arada ilgilenebilir misin diye soracaktım, ben birkaç haftalığına yokum da, yolculuğa çıkıyorum. E sen kız kardeşi olarak, diyorum… Niye istemiyorsun? Hiç öyle anlaşılır mı canım, hele Fritz yani. E tabii biliyor, aramız o kadar… İyi değildi, ama… Peki, madem öyle istiyorsun, o seni arasın. Söylerim, söylerim. Her şey düzeninde, ama işte ev biraz fazla büyük ya. Çalışma odasında ne yapılacağını o da biliyor, bırak o yapsın. Çok akıllıdır, Fritz de alışık ona. Ha, bir şey daha, n’olur yanlış anlama ama yemek öncesi konuşmaktan pek hoşlanmaz, bunu bilirsen hani, ben hep kendimi tutardım. Şimdi bu konuyu tartışmak istemiyorum, trenim birazdan kalkacak, ben daha eşyamı toplamış değilim biliyor musun? Onun giyimine göz kulak ol, terziye gitmesi gerektiğini hatırlatıver, palto diktiriyordu, bir de yatak odasının ısınması gerek, hep pencere açık yatar çünkü hava da çok soğuk. Hayır hayır, soğuğa alışması gerekmiyor bence, neyse kapıyorum şimdi. Çok teşekkürler, Gertrud, daha yazışırız nasıl olsa. Adyö”.

Evet. Belli ki Fritz’in kız kardeşi Gertrud ile Judith arasında bir anlaşmazlık bir gerginlik var. Buna rağmen Judith gitmeden önce Fritz’i kız kardeşine emanet edecek kadar hala kocasını düşünüyor. Gertrud’un tavırları aksiliğinden, huysuzluğundan, ırkçılığından ve faşistliğinden değil. Judith’de bunu biliyor ki Fritz hakkında düzenini sürdürecek bilgileri ona veriyor. Judith’i kendi içindeki yolculukta kişiliksizleştirme, değersizleştirme yönünde dışarıdan gelen farklı saldırılardan biri Gertrud’un huysuzluğu, onu da geride bırakıyor Judith çünkü alışkın bu tarz konuşmalara…

Telefon konuşması 4:

-“(Telefonu kapatır, sonra başka bir numara çevirir) Anna? Ben Judith, baksana, gidiyorum ben. Yo yo, şart oldu artık, çok zorlaşmaya başladı. Çok zor! Evet… a, Fritz istiyor değil, haberi bile yok, ben eşyamı toplayıverdim işte. -Sanmam. Pek bir şey diyeceğini sanmıyorum. E durumu basbayağı zorlaştı, sırf dıştan gelen bir şey. Bu konuda bir karar vermiş değiliz. Böyle şeyleri hiç konuşmadık ki, hiç! -Yoo, değişmedi o, tam tersine. Biraz ilgilenin onunla diyecektim, ilk günlerde. Evet, özellikle Pazar günleri, hem ikna edin taşınsın buradan. Bu ev ona göre çok büyük. Bir uğrayıp vedalaşmak isterdim seninle ama biliyorsun, kapıcı! Neyse, haydi hoşça kal, hayır hayır, istasyona gelme sakın, kesinlikle! Adyö, yazarım arada. Elbette”.

Belli ki Anna, Judith’in yakın arkadaşı ve durumun sıkıntısının farkında. Judith, gidiş kararını alışının şart olduğunu Anna ile paylaşırken bu zor kararı tek başına aldığını öğreniyoruz. Fritz’in gidişini isteyip istemediği konusunda ise hala kendini kandırıyor. Kocasıyla değil bu konuyu bu tür şeyleri dahi konuşamadıklarını, aradaki mesafenin uzaklığını anlıyoruz. Anna ile vedalaşmak için arkadaşının evine uğrayamayışı ne kadar hazin, çünkü kapıcı Yahudileri ispiyon ediyor. Ve arkadaşına da veda ederek telefon maratonun tamamlayan Judith son telefon konuşmasıyla gelmek istemediği, uzak durduğu ve kendini başka şeylerle kandırdığı noktaya geldi. Fritz ile hesaplaşma noktası, konuşamadıklarını, yüzüne söyleyemediklerini Fritz’in gıyabında hayalinde söyleme noktasına. Dört telefon konuşması da yükselen pik halinde Judith’i Fritz’e söyleyeceklerine hazırladı ve yükseltti. Ancak bu yükselme kesinlikle bağırma çağırma haykırma modunda değil.

  1. Eşyalarını bavuluna toplarken kocasına hitaben yaptığı kendi kendine konuşmalar

(Telefonu kapatır, başka numara çevirmez; sigara içmiştir, bu kez telefon numaralarına baktığı not defterini yakar. Bir iki dolanır, sonra konuşmaya başlar. Kocasına söyleyeceklerinin provasını yapıyor, kocası belli bir sandalyede oturuyor gibidir)

-Evet, işte gidiyorum Fritz. Belki fazla bile kaldım, kusura bakma, ama… (durur, düşünür, başka türlü başlar) “Kusura bakma ama” ne demek? -Kusura bakma ama seninle konuşulmuyor. -Kusura bakma ama gitme kararı aldım, hatta gidiyorum senin ruhun duymuyor. -Kusura bakma ama beni durdurmayacağını biliyorum. -Kusura bakma ama olan bitene çok sessizsin. -Kusura bakma ama… -Kusura bakma ama… Belki fazla bile kaldığını düşünüyor zira Fritz tarafından ve Yahudi düşmanı herkes ya da Nazilerden korkan ve kendisini tehlikede gören herkes tarafından artık orada istenmediğinin farkında. Bir önlem olarak dahi, kaçıp kurtulması gerektiği halde dahi, hala gidememesinin nedeni kocasından “kal” sözünü bekliyor olması, buna rağmen kalamayacak olsa da… Hoş bir de alıştığı burjuva yaşam tarzından uzaklaşacak olmanın verdiği sıkıntı var tabii…

-Fritz, bana engel olmaya çalışma, yapamazsın…

Fritz’in sana engel olmak gibi bir niyeti yok Judith, sen de bunun böyle olduğunu biliyorsun. Hayalinde dahi sana engel olmayı düşünebileceği basamağa onu yerleştirmen hala ondan sana engel olmasını beklemen demek. “Bana engel olamazsın” kararlı cümlesi ise kararı ben verdim, sorumluluk bana ait, sen kendini kötü hissetme demektir. Hala kocasına kendini iyi hissettirecek sözcükleri bulup çıkartan Judith kendini kandırmaya devam ediyor.

Senin yıkımına sebep olacağım açık, korkak değilsin biliyorum, polisten korkmazsın ama daha beteri var. Toplama kampına götürecek değiller seni, ama hastaneye sokmazlar, yarın değilse öbür gün, bir şey demezsin ama hasta olursun. Seni eve kapanmış gazete karıştırarak oturuyor görmeye dayanamam, sırf kendim için gidiyorum yani, başka bir şey değil. Bir şey söyleme…

Fritz’in doktor statüsünü, toplumdaki sosyal çevresini ve tabii itibarını, canını kaybetmemesi için kendisini sessiz kalarak zaten bu kararı almaya zorlamış kocasını ipeklere sarıyor, halâ ve halâ… Fritz’i, evde kaldığı, gitmediği takdirde işsiz, itibarsız kalacak halde görüyor. Sırf kendi için gittiğini söylemesi ise yalan, Fritz için gidiyor.

(Yine durur, baştan başlar) Değişmediğini söyleme, doğru değil! Geçen hafta, Yahudi bilim adamı sayısının hiç de o kadar fazla olmadığı savını objektif bulduğunu söyledin. Objektiflikle başlar hep. Ayrıca şu sıralar bana niye sürekli, şimdiye kadar hiç böylesine Yahudi milliyetçisi olmamıştın, deyip duruyorsun? Elbette öyleyim. Bulaşıcıymış ya bu! Ah, Fritz, biz ne hale geldik?

Hesaplaşmalar başladı. Fritz’in daha önce kendisini rahatsız etmeyen Judith’in Yahudi olduğu gerçeği ile baş etmek istememesi, Yahudiliğine sahip çıkış şeklini eleştiri konusu etmesini Judith görmeye başladı. Her şey objektiflikle başlar derken Fritz’in de Nazilerden biri olmaya başladığı gerçeğini idrak ettiğini görüyoruz. Romantik cümle “Ah Fritz! Biz ne hale geldik. Biz bir zamanlar ne kadar iyi bir çifttik ve sen benim gitmeme izin veriyorsun. Bunu konuşamıyoruz bile!

-(Durur, baştan başlar yine) Gitmek istediğimi, uzun süredir gitmek istediğimi sana söylemedim, Fritz, çünkü sana baktım mı konuşamıyorum. Konuşmak boşuna gibi geliyor. Her şey kararlaşmış bile. Ne oldu bunlara? Gerçekten istedikleri ne? Ben onlara ne yaptım? Politikaya hiç mi hiç karışmadım ki. Thâlmann’cı mıydım? Şu aşçılı hizmetçili burjuva hatunlardan biriyim işte, ama bir anda yalnızca sarışınların mı buna hakkı var oluverdi yani?

Fritz’e baktığında kendisini gönderme kararını çoktan aldığını görüyor Judith, Judith’in kendisinin gitmeye karar vermesini beklediği çok açık. Judith’in itiraflarını dinliyoruz. Diğer Yahudiler başlarına gelen sıkıntının bedelini öderlerken kendisi doktor kocasıyla yakaladığı burjuva yaşam içerisinde olan biten ne kadar uzaktı ne kadar ilgisizdi. Ona da mı, onun gibi belli belirsiz bir Yahudi’ye de mi bunlar uygulanıyor? Kendisi onlardan değil ki! O aşçılı, hizmetçili zengin bir kadın, politikaya hiç karışmaz, komünist değil öyleyse neden kendisini de etkiliyor bu dram? Şimdi ise sadece sarışın Alman kadınlarının bu zengin hayatı, bu burjuvalığı yaşamaya haklarının olması, koyu renk saçlı Judith gibilerin haklarının ellerinden alınması haksızlık değil mi? Dikkatinizi çekerim burada Judith’in itiraz ettiği konu Yahudi düşmanlığı değil zengin yaşamaya kendisine hak verilmemesi. Devam edelim.

-“Son zamanlarda hep neyi hatırladım biliyor musun? Yıllar önce demiştin ki, değerli insanlar vardır, daha az değerliler vardır ve şeker hastası olduklarında değerli insanlara insülin verilir, ötekilere verilmez. Ve ben mankafa da bunu uygun görmüştüm! Şimdi o türden bir başka ayrım yaptılar işte ve şimdi bendeniz o daha az değerlilerden oluyorum. Hak ettim ama”. İşte tam burası. Bir zamanlar Yahudilere karşı geliştirilen olumsuz davranış biçimlerini kendisine değmediği için dikkate almayan Judith şimdi gerçeklerle karşı karşıya kaldı. Değersizleştirildi ve bunu hak etmediğini düşünüyor elbette ama hala değerli ve az değerli insanlar skalasıyla düşünüyor. Olayların çok daha ciddi boyutlara varmış olabileceğini algılamaktan aciz. Sadece gerçeğe aydı diyebiliriz.

– (Durur, yine baştan başlar) Evet, eşyamı topluyorum. Son günlerde bunu fark etmemiş gibi yapman gerekmez. Fritz, her şey olur ama bir tek şey olmaz: Bize kalan şu son saatimizde birbirimizin gözünün içine bakmamak. Bunu başaramamalılar, o herkesi de yalan söylemeye zorlayan yalancılar bunu elde edememeli.

Judith’in içinde bulunduğu hatanın derinliğini hala kocasıyla bir ilişkisinin kaldığına inanıyor olmasından anlıyoruz. Fritz Judith’den çoktan vaz geçmiş. Judith birbirlerinin gözlerine bakabilmekten, veda edebilmekten bahsediyor. Yolculuk biletin kesilmiş Judith, uğurlar ola! Hani belki bu hassas cümleleri kurarsa Fritzi kendisine karşı hassas davranma moduna çekebilir miyim diye düşünüyor olabilir. Faydasız çabalamalar bunlar Judith.

On yıl önce biri benim Yahudiliğimin belli olmadığını söylediğinde sen hemen: Yoo, pekâlâ belli oluyor, derdin. Sevindiriciydi bu. Açıklıktı. Şimdi lâf dolandırmak niye?

Tamam işte on yıl önce senin Yahudiliğinden korkmasını ya da utanmasını gerektirecek bir ortam yoktu, elbette bunu kamufle edecek şekilde konuşmasına da gerek yoktu. Şimdi ise Fritz’in kariyeri, itibarı, malı mülkü parası ve hepsinden önemlisi canı tehlikede, çünkü Fritz tüm bunlar karşılığında evliliğinden ve Yahudi karısından vaz geçiyor.  Sorunun cevabını alamayacaksın Judith, o lafın neden dolandırıldığını sen gayet iyi biliyorsun. Karşılığında söyleyebileceğin en iyi şey bu mudur?

Eşyamı topluyorum, çünkü aksi halde başhekimliğini elinden alacaklar. Çünkü hastanede sana selam vermemeye başladılar ve geceleri uyku tutmaz oldu seni. Bana, gitme, demeni istemiyorum. Acele ediyorum ki bir gün bana, git, dediğini işitmek durumunda kalmayayım. Zaman meselesi bu. Karakter, zamana bağlıdır. Eldiven gibi, şu kadar veya bu kadar dayanır. Ama sonsuz değil.

Fritz’in kariyerini ve itibarını kaybetmemesi, kendisi yerine önceliği ona vermesi, geceleri uyku tutmayışını, sessizliğini, gitmesi gerekliliğine yorması Judith’in aslında sessiz mobbinge maruz kaldığının işareti. Kendisine gitme demesini istemediğini söylüyor, git dediğini işitmek istemediğini söylüyor ancak Fritz’in tüm hal ve tavırları Judith’e zaten git diye bağırıyor. Bu tamamen Judith’in kendini ikna çabaları yapması gereken şeyden kaçışı. Konuşmak, karşı karşıya gelip konuşmak. İkisi de birbiriyle konuşarak değil konuşmayarak iletişim kuruyor.

Kızmıyorum da ayrıca. Yoo, kızıyorum elbet. Niye her şeye razı olacakmışım? Burnumun biçiminde ya da saçımın renginde kötü olan ne? Bana tereyağı vermekten kurtulsunlar diye doğduğum şehri terk etmek zorunda kalıyorum. Ne biçim insansınız siz, sen de, evet sen de! Kuantum teorisini, Trendelenburg’u buluyorsunuz, sonra da dünyayı fethediyorsunuz ama istediğiniz bir kadınla evlenmeye bile hakkınız olmasın diye yarı vahşilere yönettiriyorsunuz kendinizi. Canavarsınız siz, ya da canavarların kıç yalayıcısı! Evet, bunları söylemem akılsızlık, ama böyle bir dünyada aklın ne yararı var ki? Orada oturmuşsun, karın eşyasını topluyor, görüyorsun da bir ses çıkarmıyorsun. Yerin kulağı vardır, değil mi? Ama zaten işitilecek bir şey söylediğiniz yok ki! Birileri susuyor, ötekiler kulak kesilmiş! Yuh olsun! Benim de susmam gerek ha? Seni sevsem susardım. Seviyorum ama işte, gerçekten.

Geldik zurnanın zırt dediği noktaya, Judith’in patlama anına. Yahudilik alametlerinin, saç renginin, burun şeklinin neden kötü sayıldığını sorgulamaya başlıyor. Kendine dokunmaya başlayan haksızlıklara baş kaldırıyor. Doğduğu şehri terk etmek zorunda bırakılışını bile kendisine tereyağı vermekten kurtulsunlar diye düşünecek kadar da kendinde değil. Burjuva düşünce sisteminin aptallığına vurgu yapıyor Brecht burada Judith’i böyle yazarak. Ötekilere kızarken Fritz’e de arada söylemek istediklerini söylüyor. “İstediğiniz kadınla evlenmenize ya da evli kalmanıza müdahale eden yarı vahşilere kendinizi yönettiriyorsunuz” diyebilmek Judith’in statüsünde burjuva bir kadının Yahudilik bilinciyle söylemiş olduğu bir cümle değil tamamen kendisinden bu kadar kolay vaz geçilmiş olmasının acısını çıkartmak. Artık gemi azıya aldı: Canavarlar benzetmesi, canavarların kıç yalayıcıları benzetmesi ve nihayet orada oturup karısı eşyalarını toplarken sesini çıkartmayan Fritz’in hak ettiği laf geliyor Judith’den. Hani beni durdurma, hani bana engel olma başaramazsın sözleri nerede kaldı? Duvarların kulakları, kulak kesilmiş her yeri dinleyen ve Nazilere yetiştiren casusların her yerde olması. Peki gerçekten Fritz’i seviyor mu Judith? Sonraki paragrafa bakalım.

O çamaşırlarımı uzat bana. İç gıcıklayıcı çamaşırlar onlar. Bana lâzım olacak. Yaşım otuz altı, çok yaşlı sayılmam ama macera arayacak halim yok. Gideceğim ilk ülkede durum böyle olmasın. Benim olacak ilk erkek benimle olabilsin. Para göndereceğim filân da deme, yapamayacağını çok iyi biliyorsun. Hem bütün bunlar sadece dört hafta sürecekmiş gibi de yapma. Burada olanlar yalnızca dört hafta sürmeyecek. Sen de biliyorsun bunu, ben de. Öyleyse, bana uzattığın şu kürkü ta gelecek kışa giyeceğimi bildiğin halde: Altı üstü dört hafta canım, deme. Hem talihsizlik de değil söz konusu olan, utanç diyelim buna, utanç. Ah, Fritz!

Ve çarpıcı son söz: “Talihsizlik demeyelim buna Fritz, utanç diyelim. Ah Fritz”. Tüm tablonun en etkili cümlesi. Bu cümle üzerine söylenebilecek hiçbir şey yok. Oyuncu bu cümleyi o denli etkili bir ses tonu, doğru bir vurgulama ve doğru zamanlama ile söyleyebilmelidir ki tüm sahnenin can alıcı noktası seyirciye geçebilsin. İç gıcıklayıcı çamaşırlarını hayali de olsa Fritz’den istemesi, istediği kadar onu sevdiğini söylesin, Judith’in rotasını başka bir hayata, başka erkeklere doğru çevirdiğinin ispatıdır. Alman burjuvazisinin ahlaki deformasyonunun da ipuçlarıdır bir anlamda. Sevgiyi son olarak cümle içinde kullanışı, hemen sonrasında söyledikleri ise sırasıyla çıkacak zaten. Bakalım.

3.Kocasıyla yüzleşme konuşması

(Susar, bir kapı açılır, hemen kendine çekidüzen verir; kocası girer)

ADAM: Ne yapıyorsun sen? Ortalığı mı topluyorsun?

KADIN: Hayır?

ADAM: Eşyalarını toplaman niye?

KADIN: Gitmek istiyorum.

ADAM: O ne demek?

KADIN: Ara ara konuştuğumuz olmuştu ya, ben bir süre uzaklaşsam, diye. Burada durumlar pek hoş değil artık.

ADAM: Saçma.

KADIN: Kalayım mı, dersin?

ÂDAM: Nereye gidiyorsun ki?

KADIN: Amsterdam’a. Yani, gitmiş olmak işte.

ADAM: Orada kimsen yok ama.

KADIN: Yok.

ADAM: Burada kalmayı niye istemiyorsun peki? Benden dolayı gitmene hiç gerek yok.

KADIN: Öyle.

ADAM: Değişmediğimi biliyorsun, biliyorsun bunu, değil mi Judith?

KADIN: Evet. (Adam Kadın’a sarılır, valizlerin arasında sessiz dururlar)

 ADAM: Peki, seni gitmeye iten başka herhangi bir şey?

KADIN: Biliyorsun.

ADAM: Belki çok da saçma değil. Biraz soluk almak istersin. Burası boğuyor insanı. Seni gelir alırım. İki gün için olsun sınırın öte yanma geçmek bile bana iyi gelecek.

KADIN: Evet, iyi olur.

ADAM: Bu böyle sürüp gidemez. Bir yerden mutlaka patlak verir. Bir iltihap gibi kurur gider. Gerçekten bir talihsizlik bu.

KADIN: Kuşkusuz. Schöck’le karşılaştın mı?

ADAM: Evet, yani merdivende. Bizimle ilişkiyi kestiğine pişman olmuş besbelli. Fena halde mahcuptu. Bizim gibi aydın canavarları uzun süre baskı altında tutamazlar elbette. O omurgasız molozlarıyla savaş da yürütemez bunlar. Kararlıca üstlerine gidildiğinde pek diretmiyorlar bile. Ne zaman gitmeyi düşünüyorsun?

KADIN: Dokuz on beş.

ADAM: Parayı nereye göndereyim?

KADIN: Amsterdam, post-restant olabilir.

ADAM: Özel bir izin çıkarttıracağım. Karıma ayda on Mark’la da gönderemem ya, lanet olsun! Bütün bunlar rezillik. Tiksinti veriyor.

KADIN: Beni almaya gelebilirsen, sana da iyi gelir.

ADAM: Bir kez olsun içinde okunacak şeyler olan bir gazeteyi okumak.

KADIN: Gertrud’a telefon ettim. Sana göz kulak olacak.

ADAM: Hiç gereği yok canım. Şu birkaç hafta için.

KADIN (yeniden eşya toplamaya geçmiştir): Şimdi şu kürkümü uzatır mısın n’olur?

ADAM (kürkü uzatır): Altı üstü birkaç hafta canım.

SONUÇ: Kocasından ayrılmak zorunda bırakılan bir burjuva Yahudi kadının gidişindeki sahteliği fark ediyoruz. Yalan her yere girmiş durumda, eşler arasındaki ilişkiye bile. Adam karısını bir aylık geziye gönderiyor gibi yalancı bir tutum içerisinde, gıkını dahi çıkartamayan bir aydın. Adam “Bizim gibi aydın canavarlar” derken, Naziler gibi konuşuyor. Nazi faşizminin karşısında olan demokrat aydınlar anlamına gelen bu söylemle ne kadar çaresiz hissettiğini de anlıyoruz. Burjuva kitlesi, manevi açıdan çürük, ahlaki açıdan yoz bir iki yüzlülük içinde birbirlerini ağırlıyor. Alman koca ve Yahudi olan eşi aslında insanların yok edilişine gayet de seyirci kalıyorlar. Sanki ikisinden biri Yahudi değilmiş gibi, tuhaf bir karı koca ilişkisi içinde olan bitenden ayrı tutuyorlar kendilerini. Kadın kendisi Yahudi olduğu halde zaten kayıtsız olduğu kıyımlara ucu kendisine dokunmaya başlayınca uyanır gibi oluyor. Adam karısını tatile gönderiyormuş da sanki kısa bir süre sonra tekrar görüşeceklermiş gibi iki yüzlü davranıyor. Kendi de bir burjuva olduğu halde, sırf Yahudi olduğu için ülkeyi terk etmek zorunda kalışının saçmalığını ancak yalnızken söyleyebiliyor kadın bu da  kendi içindeki çelişkilerin dışa vurumu olarak değerlendirilebilir.

NASIL OYNANMAMALI: Kadın oyuncu, Yahudi kadın karakterinin içinde yaşattığı çelişkileri, döneminin koşullarını, burjuva kesiminin özelliklerini dikkate almadan karakteri yansılamaya kalkmamalıdır. Hele canhıraş bağırıp çağırmalarla, kendini yırta yırta Fritz’e söylenecek kadar kendini yükseltmemelidir. Dekoru ve aksesuarı ön plana çıkartacak hareketlerden kaçınmalıdır. Duygu durumunun sahteliklerini ve gerçekliklerini iyi ayırt edebilmeli ona göre iniş çıkışlarını ayarlayabilmelidir. Üzerinde uzun etütler gerektirecek bir çalışmadır.

Nasıl oynanması gerektiği fikrimi de oyunu sahneye koyduğumda izleme fırsatı bulmanızı ümit ederim. Tekrar Mimesis’te yazıyor olmaktan ötürü çok mutluyum. Dostlukla kalın, tiyatroyla kalın.

 

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Neşe Binark

Yanıtla