Cihangir Atölye Sahnesi

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Erdoğan Mitrani

Bu yazımda Arzu Gamze Kılınç ve Muhammet Uzuner´in 2017´de kurdukları, kendini “oyun oynama güdüsünü ve geliştirilebilir bir beceri olarak oyunculuğu merkeze alan bir tiyatro, eğitim ve yaşam alanı” olarak tarif eden CAS-Cihangir Atölye Sahnesi´nden söz etmek istiyorum.

Kılınç ve Uzuner, İstanbul’a yerleşmeden önce Antalya’da sürdürmüş oldukları eğitmenliğe parlak bir dönüş yaparak Cihangir Atölye Sahnesinde öğrenci yetiştiriyorlar, yetiştirdikleri ekiplerle, son derece profesyonel ama amatör ruhunu koruyan sahnelemelere yöneliyorlar.

Tiyatronun sadece oyun sahneleme alanı değil, ortak bir yaşam deneyimi ve öğrenme alanı olarak algılandığı, bireyin potansiyelini gerçekleştirmesine olanak tanıyan bir özgürlük alanı olarak görüldüğü CAS’ın, usta-çırak ilişkisini esas alan eğitim sisteminde çok sayıda oyunculuk atölyesi yer alıyor.

Sadece sahne deneyiminin tadını almak isteyenlerden, oyunculuğu meslek edinmeyi amaçlayanlara, oyunculuğa giriş niteliğinde dört aylık Temel Oyunculuk Atölyesinden, üç farklı seviyede sekizer aylık üç Oyun Atölyesine farklı düzeylerde eğitim veriliyor. TV ve sinemada oyunculuk yapmak isteyenler için de üç farklı seviyede Kamera Oyunculuğu Atölyesi düzenleniyor.

En önemlisiyse üç yıllık tam burslu Konservatuar Eğitimi. Özel yetenek sınavıyla öğrenci alan, 10-12 öğrenciyle sınırlı konservatuar eğitiminin bursu tamamen karşılıksız. Yüzde 80 devam zorunluluğuyla derslere katılarak başarılı olmak dışında, mezuniyet sonrası dahil, öğrencilerin hiçbir yükümlülüğü ve sorumluluğu yok.

CAS, kapsamlı üretiminin meyvelerini seyirciyle birebir paylaşıyor. Atölyelerde çalışılan oyunlar, konservatuarda üretilen çalışmalar, mezuniyet oyunları ücretsiz izlenebiliyor. Sadece Oyun Atölyesi 3’ten veya Konservatuar’dan mezun olup, CAS’ın oyunlarında profesyonel görev almayı seçen eski öğrencilerin de katılımıyla sahnelenen profesyonel çalışmalar biletli izleniyor.

Atölyelerin ve profesyonel sahnelemelerin geliriyle sürdürülen eğitim programının getirisi büyük olasılıkla götürüsünün altında kalacağından, özel bir kurum olmasına karşın CAS fiilen, kâr amacı gütmeyen kuruluş statüsünde. Umarım, pandemi sonrasında en azından maddi yönden başa baş duruma gelirler de bu benzersiz idealist çabayı sürdürmeye devam ederler.

Artık CAS’ın hâlâ sahnelenen bir oyunundan söz etmenin zamanı geldi. ‘Saloz’un Mavalı’, Konservatuar ikinci sınıfının dönem ödevi olarak ilk kez sahnelendiğinde öylesine beğenilmiş ki gösterimlere devam edilmiş. 2019’da CAS repertuarına giren oyun, profesyonelliğe hak kazanmış aynı genç ekiple sahnede.

Peter Weiss’ten ‘Lusitanyalı Umacının Şarkısı’ ya da Can Baba’nın deyişiyle ‘Salozun Mavalı’

“Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.”

Yahudi baba ile Hıristiyan aktris annenin oğlu olarak Potsdam’da doğan yazar, ressam, grafik sanatçısı, deneysel film yönetmeni, siyasi aktivist Peter Weiss (1916-1982), ailesi I. Dünya Savaşının bitiminde Çek vatandaşlığına geçtiği için, adı Alman edebiyatında geçse de hiçbir zaman fiilen Alman vatandaşı olmamış.

Weiss 18’ine kadar Almanya’da yaşadı; Naziler iktidara geçince Londra’ya, sonra Çekoslovakya’ya göç etti, 1939’da ailesinin sığındığı, vatandaşlığını alarak ömrünün sonuna kadar yaşayacağı Stockholm’e taşındı.

Her türlü baskıya karşı duruşuyla yaşamı mücadele içinde geçen Weiss’in sekiz oyunu, üç romanı, 900 sayfayı aşan not defterleri, sergilenmiş resim çalışmaları bulunuyor. En ünlü oyunları, ‘Marat / Sade’ olarak bilinen, ‘Jean Paul Marat’ın Takip Edilip Öldürülmesi’nin, Charenton Akıl Hastanesinde Marquis de Sade Yönetiminde Hastalar Tarafından Canlandırılması’ (1964), Auschwitz’de öldürülenlerin sorumlularının yargılanmasına odaklanan ‘Soruşturma’ (1965) ve Portekiz’deki Salazar dönemi oyunu ‘Lusitanyalı Umacının Şarkısıdır (1967).

İber Yarımadasının Atlantik’e bakan yanağı boyunca uzanan, günümüzün fakir ülkesi Portekiz, 14. yüzyılda, dünya denizlerini ve kıyılarını Latin Amerika’dan Çin’e haraca kesmiş bir imparatorluktu. Sömürgeciliğe dayanan saltanatını 16-17. yüzyıllarda sürdürürken endüstrisini kuramadığından 19. yüzyıla kolu-kandı kırık bir mirasyedi olarak girdi. Yönetimdeki kilise, krallık, ordu üçlüsü, proletarya desteğini alamadığından gerilemesi 20. yüzyıl başlarına kadar sürdü. 1910’dan 1926’ya süren Liberal Cumhuriyet’in başarısızlığı, 1932’de kahraman gibi karşılanarak iktidara gelen António de Oliveira Salazar’ın ordu destekli dikta rejiminin önünü açtı.

Portekiz’in bir Katolik Krallığı olduğuna, kendisinin de Tanrı tarafından kutsandığına inanan Katolik Salazar “çok kıtalı ülke” olarak gördüğü Portekiz’i sömürgeleriyle tek ve bölünmez bir ülke olarak düşünen katıksız bir sömürgeciydi.

Weiss, ‘Lusitanyalı Umacının Şarkısı’nda 36 yıllık Salazar iktidarında baskının, şiddetin, zulmün, kaçırılmaların, öldürmelerin günden güne nasıl arttığını ezenlerin ve ezilenlerin gözünden aktarır. Sömürgeciliğin Portekiz’le Angola ve Mozambik gibi Afrika ülkeleri üzerindeki etkisini ele alır, sınıfsal çatışmanın, mülkiyet kavramının, işgal anlayışının, kazanma hırsının, farklı milletlere, inançlara ve fikirlere karşı tepkilerin insanlık tarihi üzerindeki yansımasını irdeler.

Oyun 1972’de, Can Yücel tarafından ‘Salozun Mavalı’ adıyla manzum olarak Türkçeye kazandırıldığından beri, bildiğim tüm sahnelemelerinde bu olağanüstü çeviri esas alınmıştı. 1974’de Türkiye’de ilk sahnelendiğinde bu çevriden izlemiş, bittiğinde büyük heyecanla ayağa fırlayıp çılgınca alkışlamıştım.

Yıllar sonra Cihangir Atölye Sahnesinin genç ekibinden Salozun Mavalı’nı izlediğimde o müthiş etkisini yitirdiğimi, tokat gibi çarpıcılığını hissedemediğimi fark ettim. Anlaşılan aradan geçen neredeyse yarım yüzyılda hem ülkemde hem dünyada tanıklık ettiğimiz sayısız devrim, karşı devrim, karşı devrim karşıtı devrim sonrasında bizim kuşaktaki etkisini epey yitirmiş. Ancak metin eskisi kadar çarpıcı gelmese de kızlı erkekli 12 gencecik insanın ne müthiş bir tiyatro yaptıklarını görmek, farklı ama çok daha büyük bir heyecan yaşattı.

Tiyatroyu yönetmenin tek başına rejisini yaparak kafasındakileri sahnede uygulaması değil, tüm ekibin kolektif bir üretimin içinde rejiyi etkilemesi, belirlemesi olarak gören Muhammet Uzuner, oyunun çalışılma sürecinde oyuncuların hayal güçlerini ve soyutlama becerilerini ön planda tutmuş, yönetmen olarak sadece yol göstermiş, ortaya çıkan verileri sahnelemiş. Hazırlık sürecinde yine birlikte ciddi bir budama ve kurgu çalışması yapılarak iki perdelik oyun 55 dakikalık bir gösteriye indirgenmiş, bazı sahneler için oynayacak oyuncular tarafından ek metinler yazılmış. Kukla tasarımı ve yapımını ekipten Selda Uyan üstlenmiş, kostüm tasarımı, Uzuner’le ekibin ortak çalışması.

Salozun Mavalı dört dörtlük bir kolektif çalışma olarak sahnelenen müthiş etkileyici bir oyun. Boş mekâna siyah tişört ve pantolonlu 12 yalınayak genç, Aydın Alper İrvanBarış Kaan GüvenBerfin KaratayBoran ÖzsaygıCan SeçkiDorukhan KengerFurkan ÖzkanMurat AytekinÖmercan ÇelebiOnur ÖzerSelda Uyan ve Zuhal Atalay girer. Bedenleri, sesleri ve yüz ifadeleriyle bir sahneden ötekine, bir karakterden diğerine geçerek oyunun tüm kişilerini ustalıkla canlandırırlar. Tek destekleri bellerine asılı siyah ve beyaz fularlardır. Beyaz fular yöneteni, sömüreni, siyah fularsa ezileni, sömürüleni simgeler. Salazar’ın kuklasının fuları akıttığı kanların kırmızı rengindedir. Kanlı kuklayı eline alan ya Saloz’u diktanın kutsal üçlüsünün diğer iki elemanını, kiliseyle orduyu canlandırır. Oyuncuların bazen canlı heykel gruplarına dönüştüğü devinimler (Koreografi Hicran Akın) dansları ve hareketleriyle dans tiyatrosuna ustalıkla selam çakarken, Şostakoviç’in Jazz Suite’inden valsın koro yorumu ve Can Yücel’in nefis şiirinin solo ve koro repliklere vurgusu ile Salozun Mavalı çok başarılı bir Oda Operasına dönüşür.

Bu nefes kesici sahneleme, hem modern bir klasiğin etkileyici güncellenmesi konusunda bir tiyatro dersi, hem de CAS Konservatuar eğitiminin müthiş düzeyini belirten bir çalışmadır.

19 Ekim 20.00’de Maltepe Tiyatro Festivalinde, 23 Ekim 19.00’da Cem Karaca Kültür Merkezinde ve sezon boyunca sahnelerde. Sakın kaçırmayın. İyi seyirler dilerim.

Paylaş.

Yazarın bütün yazıları için: Erdoğan Mitrani

Yanıtla