Özge Özberk: ‘Aile Baskısı Genç Kızlara Hata Yaptırıyor’

Pinterest LinkedIn Tumblr +

Altı yıllık aradan sonra Tiyatro Kare’de perde açan ‘Sinek Kadar Kocam Olsun, Başımda Bulunsun’ oyunuyla tiyatroya geri dönen, bir yandan da ‘Pis Yedili’ adlı dizide Filiz öğretmen karakterini canlandıran Özge Özberk çok mutlu. Onunla oyunundan dizisine, oğlu Leo’dan reyting meselesine kadar her şeyi konuştuk.

Son aylarda yoğun tempoda oyuna hazırlandığını ve bu hazırlıklar sırasında da kilo vererek ideal ölçülerine geri döndüğünü söylerken gülüyor Özge Özberk… Özge Özberk, altı yıllık bir aradan sonra Tiyatro Kare sahnesine geri döndü. Hatice Meryem’in aynı adlı eserinden Hülya Karakaş’ın uyarladığı ve yönettiği ‘Sinek Kadar Kocam Olsun, Başımda Bulunsun’ oyununda rol almaya başladınız. Önce altı yıllık özlemi konuşalım… Nasıl bir özlem bu?

Daha provaların ilk gününde tiyatroya ne kadar büyük bir özlem duyduğumu anladım. 10 yıl boyunca ailenizden çok daha fazla gördüğünüz bir ekiple beraber olmak ve sahnede olmanın yarattığı büyü, bu altı yıl boyunca aklımdan hiç gitmedi. Oyunculuğa ilk adım attığım 1994 yılında kurulan BKM sahnesini çoğu kez rüyalarımda tekrar görürdüm ve hep bir umut olurdu içimde, “Acaba tekrar bir araya gelir mi BKM oyuncuları?” diye… Uzun süre bunu düşündüğüm oldu. Fakat dizi sektörüne girişimle birlikte hiç aralıksız dört yıl gece-gündüz demeden, arkanızda ne bıraktığınızı göremeden dalıyorsunuz bu insanlık dışı çalışmanın içine. İşte “Artık tamam” dediğim noktada Tiyatro Kare’den gelen teklif, geride bıraktığım tiyatro vicdanımı tamamen rahatlatmama sebep oldu. Yaklaşık iki ay süren bir prova dönemi geçirdik. Kesinlikle çok zorlu bir dönemdi. Çünkü alışılmışın dışında bir metin vardı elimizde. Yaklaşık dört-beş sayfa monolog halindeki hikayeyi meddah gibi sahneye çıkıp anlatmak gerekiyordu. Tiyatroya böylesine zor bir oyunla dönüş yapmayı hiç hayal etmemiştim. Fakat insan oyunculuğunun sınırlarını zorladıkça bu iş tadından yenmez oluyor.

Neyi en çok özler bir oyuncu? Sahneyi mi, alkışı mı, seyirciyi mi?

Oyuncunun belki de sadece ve en çok beslendiği üç şeydir bunlar. Birini diğerinden ayırırsanız eksik olur, oyuncu tamamlanamaz diye düşünüyorum.

‘Sinek Kadar Kocam Olsun Başımda Bulunsun’ oyununda çeşitli kocalar, çeşitli kadınlar yer alıyor. Suna Keskin var, Oya İnci var, Duygu Yetiş var, Özlem Çakar var, Şirin Sevinç var… Tek erkek oyuncu da Veysel Diker. Kadına ait ne kadar dert varsa anlatılıyor mu oyunda?

Türkiye’de kadın olmanın bütün halleri bu oyunda yer alıyor diyebiliriz. Dert bunların başında geliyor gibi gözükse de, oyunun içinde eğlenceli bölümlere de rastlamak mümkün. Oyunun temel cümlesi olarak “Ben… ’nın karısı olsaydım eğer” başlığında anlatılan 20 farklı hikaye var. Anlatılan hikayelerin içinde tam da günümüz koşullarına uyan, dev gazete başlıklarına kadar taşınan, kadına dair bizi korkutan hikayeler de yer alıyor. “Sinek kadar kocam olsun, başımda bulunsun” dedikten sonra söylediğimiz “Aslında kimsenin karısı olmanız gerekmiyor” cümlesi, kadının artık günümüzde ayaklarının üzerinde durup geleceğe kendisinin yön vermesi gerektiğini açıkça hatırlatıyor.

Genç kızlar evlilik aşamasında seçim yaparken, nikah masasına oturmadan ne ya da nelere dikkat etmeli desek çok mu şüpheci oluruz? Var mı bu konuda onlara vereceğiniz öğüt ya da öğütler?

Ben evlilik konusunda bir duayen değilim. Henüz 4.5 yıllık evliyim fakat evlilik öncesi çiftlerin mümkünse bir süre beraber yaşamaları taraftarıyım. Eskiden bu durum aile yapısı çerçevesinde pek mümkün olamıyordu. Günümüzde ise kadınların da en az erkekler kadar yoğun çalıştığı bir dönemde ilişkiye vakit ayıracak zamanının olamayışını gözlemliyorum. Bu yüzden, evlilik öncesi en azından adamın işten sonraki ruh halini hafta sonu gezmelerinden ayırt ederek, bilerek evlenmekte fayda var diye düşünüyorum. Bir de şunu bilmeyiz ki, evlendiğiniz kişiyle ‘o kişi’ olduğu için evleniyorsunuz. “Evlenince nasıl olsa…” diye başlayan cümleler asla gerçekleşmeyebilir.

Özge Özberk’in canlandırdığı karakterleri bize tanıtabilir misiniz?

Ben oyunda beş farklı kadını canlandırıyorum. “Bir cücenin karısı olsaydım eğer” adlı fantastik komedi tadındaki hikayenin ardından, bir avarenin karısı, ilk aşkının karısı, yakışıklı bir adamın karısı ve son olarak belki de oyunun en komik hikayesi olan internet dükkanı sahibinin karısını oynuyorum.

Hem kadına hem erkeğe ayna tutan oyunun vermek istediği asıl mesajı alabilir miyiz sizden?

Oyunumuzda, “Başka başka mesleklerde ve durumlarda bulunan adamların karıları olsaydık eğer” başlığından yola çıkılarak anlatılan ilişkilerin, karşılıklı olarak eşlerde oluşturduğu travmaları ve yer yer eğlenceli öğeleri anlatılıyor. Bunların sonunda, aslında kimsenin karısı olmak zorunda olmadığımızı, erkek düşmanı değil ama biraz da erkekler dünyasındaki barışçıl ana karakter olduğumuzu ve biraz da el üstünde tutulmayı hak ettiğimizi anlatıyoruz. Kadın olmak zor da diyebiliriz ana mesaj olarak.

Bu oyunda kadınlar en çok neden şikayetçi?

20 farklı kadın hali, birbirinden yaş ve karakter olarak son derece farklı altı kadın ve bir Veysel tarafından anlatılıyor. Kadınların şikayet ettikleri ve yakardıkları tek durum ise “Kadın olmak”…

Kocasını seven, “Aslan kocam” diyen yok mu?

Olmaz mı! Oyunumuzda böyle kadınların olmaması gerçekte de olmadığı anlamına gelmez sanırım…

Peki kadınların suçu yok mu hiç? Suçu derken, sessiz kalanları, tepkisiz olanları, kaderine boyun büküp rıza gösterenleri kastediyorum.

Biz konuşan, derdini gerekli mercilere ulaşarak anlatabilen bir toplum örneği oluşturamadık kanaatindeyim. Büyük kentlerde daha az olmakla birlikte, daha kırsal bölgelerde sıklıkla rastlanan şiddet ve kadına dair yapılan her türlü baskı uzun bir süre görmezden gelindi. Şimdi şimdi kadınlar konuşmaya, sesini yükseltmeye başladı ve el uzatabilecek kurumlarda artış oldu. Aile baskısıyla büyüyen, yetişen her genç kız istisnasız hata yaptı ve bedelini çok ağır ödedi. Kadının erkek karşısındaki güçsüzlüğünü ancak ayakları üzerinde durmayı bir şekilde başarabilmiş kadınların yenebileceğini düşünüyorum. Zira çeyizlere konacak bir silah bu işin çözümü değildir.

Bu arada aşklar da eski güzelliğinde, sağlamlığında değil artık galiba…

‘Kıymet bilmek’ günümüz ilişkilerine uygun bir laf sanki. Doğru insanı bulmak çok zor zaten. Bulduğunuzda da kıymet bilmek, onu hayatınızın kıymetlisi haline getirmek zaman ve emek isteyen bir şey. Artık çok ama çok çalışıyoruz. İlişkilere vakit ayırmak bir yana kendimizle zor ilgileniyoruz. Hayatı biraz ağırdan ve keyfine vararak sevdiğimizle yaşamak ve hayattaki amaçlarımızı ve önceliklerimizi gözden geçirerek yola devam etmek gerekiyor.

Genç kızlar evlilik aşamasında seçim yaparken, nikah masasına oturmadan ne ya da nelere dikkat etmeli desek çok mu şüpheci oluruz? Var mı bu konuda onlara vereceğiniz öğüt ya da öğütler?

Ben evlilik konusunda bir duayen değilim. Henüz 4.5 yıllık evliyim fakat evlilik öncesi çiftlerin mümkünse bir süre beraber yaşamaları taraftarıyım. Eskiden bu durum aile yapısı çerçevesinde pek mümkün olamıyordu. Günümüzde ise kadınların da en az erkekler kadar yoğun çalıştığı bir dönemde ilişkiye vakit ayıracak zamanının olamayışını gözlemliyorum. Bu yüzden, evlilik öncesi en azından adamın işten sonraki ruh halini hafta sonu gezmelerinden ayırt ederek, bilerek evlenmekte fayda var diye düşünüyorum. Bir de şunu bilmeyiz ki, evlendiğiniz kişiyle ‘o kişi’ olduğu için evleniyorsunuz. “Evlenince nasıl olsa…” diye başlayan cümleler asla gerçekleşmeyebilir.

Sizin eşinizi görür görmez “İşte evleneceğim adam” dediğiniz doğru mu?

Doğru. Çok şükür aklım ve kalbim beni yanıltmadı. Biraz da ‘Pis Yedili’den konuşalım. Dizi belli ki sevildi, tutuldu, izleniyor. Size göre nesi ya da neleri sevildi? Sınıfsal farklılıklar en eğlenceli nasıl işlenebiliyorsa öyle yansıtılıyor okulda. Karakterler çok sevildi. Gani Müjde ve Tükenmez Kalem ekibinin başarısı sanırım doğal ve anlaşılır yazım dilinde. Orco, Trafo ve Bayrampaşalı karakterleri şimdiden insanların dilinden düşmüyor. Umarım uzun soluklu bir iş olur.

Öğrenciler arasındaki sınıf farkının iyice vurgulanması işin ilgi görme kısmının püf noktası mıdır?

Sınıfsal farklılıkların eğlenceli hikayeler kurularak yansıtılması ve sonunda hep ‘pis yedili’nin yani ezilen kısmın kazanıyor olması izleyicilere keyif veriyor. Seyirci taraf tuttuğu vakit o iş başarıyı bi nebze garantilemiş demektir.

Bu konuda aldığınız tepkiler, olumlu olumsuz eleştiriler var mı?

Olumsuz herhangi bir eleştiri almadım. Genel eleştiriler olumlu yönde. Bu kadar dramaların içinde kaybolduğumuz bir dönemde ‘Pis Yedili’nin insanları eğlendirmesi ilaç gibi geldi.

Sizin daha doğrusu Filiz’in dizide dengeleri kurma çabanız daha ne kadar sürecek?

Esma Sultan’a katlanabildiğim sürece (gülüyor)…

Ayşegül Aldinç’le şöyle saç saça, baş başa bir girişiminiz olacak mı acaba?

Aman olmasın! Esma Sultan, Filiz öğretmeni çıtır çıtır yer. Ama neyse ki Esma Sultan’ın yiyemeyeceği belgeler var Filiz öğretmenin elinde. Dolayısıyla kavga yok, sözlü dövüş var.

Özge Hanım bir yanda tiyatro, bir yanda dizi… Müthiş bir maraton… Eşiniz neyse de asıl oğlunuz Leo ne diyor bu işe?

Daha konuşamadığı için bir şey diyemiyor yavrum (gülüyor). Arkamdan “Anniiii” diye ağladığında, işte o zaman her yere geç kalıyorum. En zayıf noktam Leo’nun gözyaşları…

Leo’nun da oyuncu olmasını ister misiniz?

Ben ailemden gördüğümü, öğrendiğimi hayatıma uyguladım. Daha ilkokuldayken babam bana “Hangi mesleği seçersen seç, çok severek yap, başarı arkasından gelir” demişti. Ben de öyle yapıyorum… Sosyal Bilimler Fakültesi’nde okurken işletmenin ve iktisadın Japonca gibi geldiği bir bölümde okuyarak zorla diploma sahibi olmak yerine, sahnede sadece nefes almak bile başarıyı garantiler diye düşünüyordum. Bu yüzdendir ki Leo da sadece sevdiği işi yapsın isterim.

Leo’ya bir kardeş düşünüyorsunuz… Zaman olarak bir kararınız var mı?

Kardeş önemli. Kesinlikle düşünüyoruz ama henüz zaman olarak bilemiyorum.

Anne, oyuncu ve eş Özge Özberk… Bu dengeleri gönlünüzce kurabiliyor musunuz? Yoksa birindeyken aklınız, yüreğiniz diğer tarafta mı kalıyor?

Çalışırken özellikle de geç saatlere kadar çalışırken, Leo’nun uyku saatine yetişememek beni üzüyor. Fakat bir şekilde çalışmak zorundayız. Bu dengeyi kurmakta başta biraz zorlandım açıkçası. Hamilelik ve emzirme dönemi dahil yaklaşık iki sene çalışmadım, bu yüzden evden kopmak bir süre zor geldi. Bilinçli olarak da içinde bulunduğum projeleri, benim çok fazla vaktimi almayacak olanlarından seçtim ki, hem Leo’ya hem de tiyatroya yeteri kadar vakit ayırabileyim.

Özge Özberk’in oyuncu olarak hedefleri var mı?

Yaşlandığımda bir çırpıda hatırlayabileceğim sayısız güzel tiyatro oyunu ve sinema filminde oynamak istiyorum..

Günümüzde artık her şey inceleniyor, soruşturuluyor, gözaltılar yaşanıyor… Her konuya ‘şike’ penceresinden bakılıyor. En son reyting konusu da incelemeye alındı. Yeni yılın ilkbahar aylarına kadar reytingler ölçülmeyecek. Siz reytingleri sağlıklı mı bulurdunuz?

Reytinglerin sağlığını bilmem ama bizim sağlığımız reytingler yüzünden epey bozulmuştu bir dönem…

Reyting belirleme konusunda başka yöntemler sizce uygulanabilir mi?

“70 milyon kişiye sorduk” gibi sokaklara çıkıp anketler yapılamayacağına göre bir çözüm yolum yok…

Biliyorsunuz biten diziler o ekipler açısından büyük bir yıkım oluyor. Ve siz de bunu yaşadınız, değil mi? En son ‘Canım Babam’ dizisi de yayından kalktı…

Her yapımcı Nasrettin Hoca’nın aksine “Ya tutmazsa” korkusu yaşıyordur. Buna rağmen projelere dev paralar harcanıyor. Büyük reklamlar yapılıyor, büyük umutlar bağlanıyor, onlarca ev geçiniyor. Derken bir anda işsiz kalınıyor, paralar pul oluyor. Neden? Çünkü reytinglerde ilk 10’da değilsiniz. Haksız durumlar yaşanmıyor değil ama henüz yıkım olarak gördüğüm bir projeye denk gelmedim…

2007’de yayından kaldırılan ‘Sinekli Bakkal’ dizisinde gerçekte Rabia’dan önce Halide Edip Adıvar’a mı haksızlık yapılmıştı dersiniz?

Belki de bir dönem dizisi olarak çekilseydi daha mı iyi anlaşılırdı, bilemiyorum. Yanlış ellerde anlaşılamamış bir dizidir ‘Sinekli Bakkal’. Biz çekerken çok keyifliydik. Bizim dışımızda gelişen olaylardan kaynaklı bir durumdu. Reyting yıkımı olduğunu sanmıyorum.

Yeni projeleri konuşalım mı?

Şimdilik hayatımda yeni olan tek şey tiyatro oyunum ‘Sinek Kadar Kocam Olsun, Başımda Bulunsun’. Profilo Kültür Merkezi’nde 7 Ocak Çarşamba akşamından itibaren yoğun bir şekilde başlıyoruz. Tüm tiyatro dostlarını bekliyoruz.

Yüksel ŞENGÜL

Fotoğraflar: Ozan KUTSAL

Styling: Cristina Diana COSENTINO

Saç: Cem ŞAHİN Schwartskopf ürünleriyle Ali GÜR

Makyaj: R. Ela AYHAN

Hürriyet

Paylaş.

Yorumlar kapatıldı.